‘’Bir insanı sevmeyen memleket sevdasını
bilmezmiş.’’ Bu
zamana kadar arkasında durduğu ne varsa karşısındaydı şimdi Hilal’in.
Değerleri, savunduğu ideolojiler, hepsine ters düşüyordu yeşermeye başlayan
hisleri biliyordu. Ama bundan sonra Leon’dan başka hiç kimsenin de kendisine
memleket olmayacağını da çok iyi biliyordu. Hissiyatlar ağır ve karmaşıktı.
Böylesine güçlüyken aşka yenik düşmekte neydi? Neden düşünceleri geceyi
boğazına düğümleyip zor nefes aldırıyordu ona? Neden boyun eğmek ilk defa bu
kadar cazip geliyordu? Peki, ama neden bir düşmanın varlığı yüzünde bir
tebessüm oluşturmasını sağlıyordu? Öyle bir tebessüm ki ateşlerde yanacağını
bile bile huzur dolduruyordu içini.
Bazen
tüm umutlar bitmişken bir kitap tutunacak bir el olur hayata. Her düştüğünde
ona tutunursun. Sen çoktan vazgeçmişken bile kendinden o seni bırakmaz ‘’Karamsarlığa kapılan kalpler, çareyi düşünmeye
fırsat bulamaz.’’.der. Bu yüzdendi Hilal’in Leon’un onun için yaptıklarını
duyduğunda ilk bu anı hatırlaması. Neyi sevdiğini bilmiyordu ve bilmediği halde
hayatında yeni bir sayfa açmak istiyordu. Her kitap yeni bir penceredir, yeni
bir ufuktur bakmasını bilene Leon bunu biliyordu… Belki de ilk defa bu kadar
büyük bir kavganın içine düşmüştü Hilal. İlk defa bu kadar sorguluyordu. Kral
These’yi bir işgalci değil de Leon olarak görmeye başlıyordu. Aralarındaki
duvarın en güçlü tuğlalarını sarsması bunun bir göstergesiydi.‘’Siz benim yerimde değilsiniz teğmen, siz
işgalcilerin yanındasınız.‘ ’tuğlası çatlamış, yıkılması için tek bir adım
kalmıştı… Ama
umut vardı. Her gecenin bir sabahı olduğu gibi bu sevdanın da üzerine güneş
doğacaktı. Hırpalanmış, yorgun düşmüş bir şekilde eve dönen Leon’un
dudaklarından dökülen ilk kelimenin ‘’Hilal’’ olması en büyük umuttu.
Biri kahvenin kızılla
harmanlandığı gözlere sahip ateş biri
okyanusun bütün ihtişamını gözlerine taşımış su. Birlikte olmaları ne kadar imkânsızsa o kadar çekiliyorlardı
birbirlerine. Gözlerini kapatırsın, gülümsemesi esir alır seni engel olamazsın.
Ellerin boğazına gider sana yeniden can verişini hatırlarsın yine engel
olamazsın. Kimi zaman gelecek midelerinde kelebek uçuşacak kimi zamanda o
kelebekler yerini boğazına takılan bir yumruya dönüştürüp yutkunmalarını
engelleyecek. Küçücük bir umut, küçücük bir bakış için birçok satır yazacak
belki Hilal, onu bir dakika bile görebilmek için birçok şeyi kabullenip susacak
belki Leon. Dedim ya Hilal’i sevmek ellerinde cam kırıntıları taşımak gibi diye.
Zaten‘’Memleketi sevmek kadar acıtmaz mı
insanın canını bir insanı sevmek?’’ Kendine sakladığın, kimselere
açamadığın hislerini küçücük bir kalpte yaşatmaya çalışmaktır bazen sevda. Yolu
engebeli, her adımında ayaklarına dolaşacak dikenleri olan dik bir bayırdı
Smyrna’de sevda. Annelerin her gün gözyaşı döktüğü, umudun ellerinden alınmak
istendiği bir şehirde ‘’Vatanın işgaline
mazlumun çığlığına nasıl dayanırsa yürek sevdaya da öyle dayanacaktı.’’
Bir ‘su’ damlasında
köz olacak bir ‘ateş’in aşkıydı bu. Hırçın dalgalarda ayakta durmaya çalışan
bir geminin aşkıydı bu. Derinlemesine kaybolduğu hırçın dalgalarda gün yüzüne
çıkıp derin bir nefes almaya çalışan Kral These’nin aşkıydı bu. Ege’nin
birbirlerine yakın ama her zaman mesafeleri olan karşılıklı dizilmiş
şehirlerinin aşkıydı bu. Atina’da başlayıp Smyrna’de esir düşen bir sevdanın hikâyesi
Her adımı başka bir
çaresizliğe açılan bu yolda daha ne kadar yara alacaklardı? Alacakaranlığın hâkimiyetinde
kara boran da açmaya çalışan bir sevda ne kadar yarasız olabilirse öyle
olacaktı bu da. Zaten Sevda dedikleri
meret hep can acıtmaz mı?
*Nazım Hikmet Ran-
Sen
** Nazım Hikmet Ran –
Bir Garip Şiir
***Nazım Hikmet Ran-
Sen