Vatanım Sensin: Bir insanı sevmek..

Sen esirliğim ve hürriyetimsin, çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, sen memleketimsin.***
 ‘’Bir insanı sevmeyen memleket sevdasını bilmezmiş.’’ Bu zamana kadar arkasında durduğu ne varsa karşısındaydı şimdi Hilal’in. Değerleri, savunduğu ideolojiler, hepsine ters düşüyordu yeşermeye başlayan hisleri biliyordu. Ama bundan sonra Leon’dan başka hiç kimsenin de kendisine memleket olmayacağını da çok iyi biliyordu. Hissiyatlar ağır ve karmaşıktı. Böylesine güçlüyken aşka yenik düşmekte neydi? Neden düşünceleri geceyi boğazına düğümleyip zor nefes aldırıyordu ona? Neden boyun eğmek ilk defa bu kadar cazip geliyordu? Peki, ama neden bir düşmanın varlığı yüzünde bir tebessüm oluşturmasını sağlıyordu? Öyle bir tebessüm ki ateşlerde yanacağını bile bile huzur dolduruyordu içini.
 
Bazen tüm umutlar bitmişken bir kitap tutunacak bir el olur hayata. Her düştüğünde ona tutunursun. Sen çoktan vazgeçmişken bile kendinden o seni bırakmaz ‘’Karamsarlığa kapılan kalpler, çareyi düşünmeye fırsat bulamaz.’’.der. Bu yüzdendi Hilal’in Leon’un onun için yaptıklarını duyduğunda ilk bu anı hatırlaması. Neyi sevdiğini bilmiyordu ve bilmediği halde hayatında yeni bir sayfa açmak istiyordu. Her kitap yeni bir penceredir, yeni bir ufuktur bakmasını bilene Leon bunu biliyordu… Belki de ilk defa bu kadar büyük bir kavganın içine düşmüştü Hilal. İlk defa bu kadar sorguluyordu. Kral These’yi bir işgalci değil de Leon olarak görmeye başlıyordu. Aralarındaki duvarın en güçlü tuğlalarını sarsması bunun bir göstergesiydi.‘’Siz benim yerimde değilsiniz teğmen, siz işgalcilerin yanındasınız.‘ ’tuğlası çatlamış, yıkılması için tek bir adım kalmıştı… Ama umut vardı. Her gecenin bir sabahı olduğu gibi bu sevdanın da üzerine güneş doğacaktı. Hırpalanmış, yorgun düşmüş bir şekilde eve dönen Leon’un dudaklarından dökülen ilk kelimenin ‘’Hilal’’ olması en büyük umuttu.
 
Biri kahvenin kızılla harmanlandığı gözlere sahip ateş biri okyanusun bütün ihtişamını gözlerine taşımış su. Birlikte olmaları ne kadar imkânsızsa o kadar çekiliyorlardı birbirlerine. Gözlerini kapatırsın, gülümsemesi esir alır seni engel olamazsın. Ellerin boğazına gider sana yeniden can verişini hatırlarsın yine engel olamazsın. Kimi zaman gelecek midelerinde kelebek uçuşacak kimi zamanda o kelebekler yerini boğazına takılan bir yumruya dönüştürüp yutkunmalarını engelleyecek. Küçücük bir umut, küçücük bir bakış için birçok satır yazacak belki Hilal, onu bir dakika bile görebilmek için birçok şeyi kabullenip susacak belki Leon. Dedim ya Hilal’i sevmek ellerinde cam kırıntıları taşımak gibi diye. Zaten‘’Memleketi sevmek kadar acıtmaz mı insanın canını bir insanı sevmek?’’ Kendine sakladığın, kimselere açamadığın hislerini küçücük bir kalpte yaşatmaya çalışmaktır bazen sevda. Yolu engebeli, her adımında ayaklarına dolaşacak dikenleri olan dik bir bayırdı Smyrna’de sevda. Annelerin her gün gözyaşı döktüğü, umudun ellerinden alınmak istendiği bir şehirde ‘’Vatanın işgaline mazlumun çığlığına nasıl dayanırsa yürek sevdaya da öyle dayanacaktı.’’
 
Bir ‘su’ damlasında köz olacak bir ‘ateş’in aşkıydı bu. Hırçın dalgalarda ayakta durmaya çalışan bir geminin aşkıydı bu. Derinlemesine kaybolduğu hırçın dalgalarda gün yüzüne çıkıp derin bir nefes almaya çalışan Kral These’nin aşkıydı bu. Ege’nin birbirlerine yakın ama her zaman mesafeleri olan karşılıklı dizilmiş şehirlerinin aşkıydı bu. Atina’da başlayıp Smyrna’de esir düşen bir sevdanın hikâyesi
 
Her adımı başka bir çaresizliğe açılan bu yolda daha ne kadar yara alacaklardı? Alacakaranlığın hâkimiyetinde kara boran da açmaya çalışan bir sevda ne kadar yarasız olabilirse öyle olacaktı bu da. Zaten Sevda dedikleri meret hep can acıtmaz mı?
 
 
*Nazım Hikmet Ran- Sen
** Nazım Hikmet Ran – Bir Garip Şiir
***Nazım Hikmet Ran- Sen
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER