Sevda nasıl başlar bir yürekte?
Ne vakit açar kara boranda bir gül? Bir insanın ilk defa yaralarına dokunduğu bir pansuman
odasında mı yoksa başını bütün zayıflığını paylaştığın sana liman olacak bir
omuza yasladığında mı? Sahi insan nasıl düşer sevdaya? Aşktan bir adım önde,
daha derin, daha alaboralı bu yola nasıl savrulur bir yürek? Smyrna’yi işgale
giden Kral These’yi nasıl esir edebilirdi bir çift okyanus mavisi göz? Hırçın ama aynı zamanda davetkâr olan bir çift
okyanus mavisi göz…
‘’Teğmen Leon bir
şey mi aramıştınız, belki bir yardımım dokunabilir?” derken ilk cephesini
kaybettirmişti bu savaşta These’ye. Karşısındaki kızın ürkekliği, onu
gördüğünde ellerinin titremesi Kral These’yi güldürmüş, aralarındaki görünmez
savaşın kazananı olduğunu düşündürmüştü. Oysa bilmiyordu Smyrna’nin esir
düşüşünü anlatırken Amazonlara esir olduğunu.
Peki,
‘’İmkânsızı mümkün olmayanı
isteyecek kadar ne vakit palazlanır sevda?’’ Ne vakit kendi canını düşünmeden tehlikeye
atacak kadar sevebilirsin bir insanı? İsmini her dile getirişinde çaresizliğin
nasıl yansır ses tonuna? Yeşermesi imkânsız
gözüken çorak bir ülkeye umut tohumları atıldığında palazlanır sevda ya da
ürkek bir serçenin göğsüne konup inci gözyaşlarını avuçlarına bıraktığında yahut
altın ışıltılarını anımsatan saçlarından yayılan tatlı yaz akşamlarının
meltemini andıran kokusunu nefesinde hissettiğinde palazlanır.

Güldün, güller açıldı penceremin
demirlerinde.
İyi ki geçtin dünyadan.
Sahi, ya doğmasaydın?**
Yorgun,
usanmış yıllarca kendini sevdirmek için çabalamaktan nasır tutmuş bir kalpten
çıkan sesti. ‘’Babam benim için kılını
kıpırdatmaz’’ , ‘’Gerekirse beni gözden çıkarır yine de size boyun eğmez.‘’ Hep
dedik ve diyoruz ya kara boran da açmaya çalışan bir gülün güneşe olan hasreti
gibi hasretti Leon sevilmeye. Bu zamana kadar ne kadar sevilmemişse artık o
kadar sevmeye başlamıştı. Böylesine muhtaç iken sevgiye hiç esirger mi sevgisini
sevdasından? Bir göz odada elleri bağlanmış, düşmanı karşısındayken bile
Smyrna’nin kurtuluşuna gözleri ile ‘Yaşıyor çok şükür!’ diye derin bir nefes
alan adam ne kadar sevebilirse o kadar sevecekti Hilal’i.’’Beni bunun için mi kaçırdınız? Hilal’le Mehmet’i kurtarmak için mi ?‘’
diye soran bir çocuğun masumluğu gibi sevecekti. Mutluydu çünkü orada elleri
kolları bağlı oturmuyordu. Biliyordu Kral These Amazon’un özgür olması için
kendisinin yaşaması lazımdı.
Peki‘’İnsanın şah damarından ellerine, dizlerinden
gözlerine doğru ne vakit yürür o sızı?’’ Hilal’in esir düştüğünden beri
üniformasının yakası bir çift el olmuş, şah damarından kavrayarak nefes
almasını engellememiş miydi? Hilal ölüme bir adım yaklaştığında önünde diz
çöküp ‘’Bu savaşın bir sonu var mı
orasını Tanrı bilir, ölenler öldüğü ile kalıyor.’’ diye çaresizce sitem
etmemiş miydi? Leon’un yüreğine o sızı bir nefes uzaklığındaki Smyrna’i
izlerken usul usul sızmıştı. Hırpalanmış, nasır tutmuş o yorgun kalbine merhem
olmuş, her bir bakışı ile can olmuştu. Nereden bilecekti Smyrna kurşun yarasına
pansuman yaptığını zannederken, sevgiye hasret genç bir adamın ruhunun yaralarını
sardığını? Öyle bir sarmak ki esir düşmüş Kral These’ye karanlığın ortasında
ayın ışığını yansıtmıştı. Yüzünde huzurlu bir tebessümle asıl esaretini
hatırlamıştı Kral These… Smyrna’ye olan esaretini…
Yazı devam ediyor..