Haftalardır olacak mı
olamayacak mı diye merakla beklerken bu bölüm emin olduk Hileon geliyor.
Leon’un uzattığı bir bardak su kadar saf ve temiz, sarıp sarmaladığı battaniye
gibi içimizi ısıtarak geliyor.
‘’Aşksız
bir yürek çorak bir ülke gibidir. Hiçbir şey yetişmez üstünde.‘’
böyle demişti Leon iki bölüm önce karşısında dimdik duran genç kıza. Ve bugün o
çorak ülkeyi yeşertecek ilk tohumlar atıldı gönüllere. Memleket sevmeyi bildiği
gibi bir insanı sevmeyi de öğrenecekti Hilal… Leon öğretecekti.
Leon… Bu hikayenin
gerçek kaybedeni. Hilal gibi düşmanla, işgalcilerle değil kendisi ile savaşıyor
Leon. Kendi gibi olmakla babasının
takdirini görmek isteyen biri olmanın ortasında sıkışıp kalmış bir kaybedendi
Leon... Ta ki bu geceye kadar. Cephaneliğin suçlularını yakalayıp, babasından her
zaman duymayı istediği sözleri duyduğu halde neden sevinememişti? Neden
yüzünde gururdan çok endişe vardı? Çünkü bu savaşın kazananı hiçbir zaman Yunan
Teğmeni Leonidas olmayacaktı bugün bunu anladı. Bu savaşın bir kazananı vardı o
da edebiyatı seven, müziğe ilgi duyan, duygusal, naif Leon.
‘’Albay
Cevdet’in kızını hakikaten idam edecek misiniz?‘’
diye sorduğunda duymaktan ölesiye korktuğu cevabı aldığında hissettiği çaresizlik
yüzünün her bir hücresinde hissediliyordu. Biliyordu Hilal’in suçsuz olduğunu
tıpkı onların karşılarında asla boyun eğmeyeceğini bildiği gibi.
Eğmedi de. Ne
taparcasına sevdiği babasının karşısında ne de Yunan Komutanı Vasili’nin önünde. Şimdiye kadar gelmiş
geçmiş en güçlü Türk kadını karakterlerinden Hilal. Vatanı uğruna gözünü
kırpmadan canını verecek kadar güçlü. Ama çocuksu bir yanı da var Hilal’in
inandığı, uğruna savaşlar verdiği ideolojisi için gözü karalığı: Azize’nin
demesi ile inadı...
Karşısında gözyaşları ile ağlayan annesi ve ablasını telkin edecek
kadar güçlüydü Hilal. Onun bu inadı, indirilemeyen kalkanı en çok Leon’u
zorluyordu. Ta en başından Yıldız’a Hilal’i ikna etmesini söylerken biliyordu
Symrna’nın teslim olmayacağını. Dışarıda taktığı Yunan Teğmen’i Leonidas
maskesini de sürdürmesi gerekiyordu bir yandan. Bu yüzdendi anne ve kızlarını
izlerkenki sessiz gözyaşlarının sebebi, bu yüzdendi artık gitmeleri
gerektiğini söylerken ki tutumu. Ama Hilal’in yanında, sadece ikisi olduklarında
o maske paramparça olup Leon’un derinliği çıkıyordu içinden.
‘’Onları da düşünmüyorsun ha?‘’ içinde henüz dillendirilmemiş birçok duygu
barındıran serzenişinde olduğu gibi.

Bizi esir
ettiler,
bizi hapse attılar: beni
duvarların içinde, seni
duvarların dışında. *
Hilal için duyulan endişeyi en güzel Leon hissettirdi bize bu bölüm.
Öylesine çaresiz, öylesine korkuyordu ki kaybetmekten, bir devri kapattığının
farkında bile değildi. Küçük hanım devri…
Korkuyordu Kral These, Smyrna’yı kaybetmekten korkuyordu. Her infaz
kelimesi geçtiğinde
istemsizce döküldü ismi dudaklarından
Hilal… Sonra bir kez daha Hilal. Karşısındaki kızın gözü karalığı onu
korkutmuştu ve elinden bir şey gelmiyordu
‘’Sana
yardım edebilmem için bana malumat vermen lazım.’’ dedi sessizce. Yolun
sonunda görülebilecek ufacık bir ışık için hevesle karşısındaki kıza doğru
eğildiğinde umutluydu. Ama onun bir Amazon kadını olduğunu unutmuştu.
Savaşçıydı, önünde kimse duramazdı tıpkı kendisi gibi. Kolay olmayacaktı,
hırçın okyanus dalgaları ile bakan bu kıza ulaşmak hiç kolay olmayacaktı. Ama
pes etmeyecekti Leon .
Bir şeyler vardı biliyordu. Onu her seferinde rencide eden, hakaret
eden, topraklarından defolup gitmesini söyleyen kızı kaybetmekten korkmasının
bir sebebi vardı. Olmalıydı…Yoksa neden nefes alamıyordu neden o ölüme bir adım
daha yaklaştığında gömleğinin yakaları bir çift el gibi boğazını sıkıyordu…
Yazı devam ediyor...