Hepimiz ayrı ayrı anlamlar yükleriz yaşadığımız hayata. Bazen yüklediklerimiz anlamını bulur, bazen de başka anlamlara basamak olur. Bazen anlamını yitirir yaşadıklarımız, bazen de bambaşka anlamlara gark olur. Ama hepsi heybemizde birikerek bizim tarihimiz olur. Yaşadıkça biriken tarih, sadece birikmekle kalmaz bu arada yeni başlangıçlara milat olur. Defne’nin 28. bölümde “Meğer aşk insanın ömründe bir milatmış, bir kere yaşayan bi’ daha eski haline dönemiyormuş.” dediği gibi. Ve yine 7. bölümde dağ evinde Ömer’in ustasına “Fazla gibi görünen şey aslında eksik olandı belki de.” dediği gibi. Bütün engelleri aşa aşa, bütün tümseklerden geçe geçe, düşe kalka geldikleri bu günde aşklarıyla tarih yazmıştı Defne ile Ömer. Aşk onların miladı, onlar da birbirinin tarihi olmuştu. Ne yaşarlarsa yaşasınlar birbirlerinden hiç gitmeyen bu iki aşık, artık sadece birbirlerini yaşamaya karar vermişler ve her şeyi, herkesi arkalarında bırakarak uzaklarda yeni bir hayat kurma planı yapmışlardı. Ama Sayın İplikçi Ailesi siz bizi yanlış anladınız. Biz size Roma’ya yerleşin mi dedik? Gidin gezin dedik. Hatta evlenin sonra da Roma’da balayı yapın dedik. Siz nasıl uçlarda geziyorsunuz arkadaş, ya hiçbir yere gitmiyor evde oturup pişti oynuyorsunuz ya da yurt dışına yerleşmeyi planlıyorsunuz. Ya işten başka bir şey yapmıyorsunuz ya da işi tamamen ortada bırakıp Roma’ya gidiyorsunuz. Kafamızın yandıklarında bu hafta da liste bayağı uzun. Hadi yuvarlayalım gelsin öyleyse.
Aile içinde herkes eşit olarak katılmaz hayata. Herkesin yüklendiği sorumluluk oranı farklılık gösterir aile bireyleri arasında. Bazıları boş boş yaşarken, bazıları kendine düşeni yapmakla kalmaz o boşluğu da doldurur yaptıklarıyla. Onun yapmasına o kadar alışılır ki fazladan yaptığı gerçeği unutulur ve onun görevi olarak kalır omuzlarında. Yapmadığı zaman gönül koyulur hatta suçlanır diğerleri tarafından. İşte Defne, Topal Ailesi’nde anne babanın onları terk etmesiyle daha da büyüyen o boşluğu her türlü fedakarlıkla doldurmaya çalışmış ve kendini değil yaşamın getirdiklerini yaşamış bir kız. Üstelik yaptıklarını bir kere bile dile getirmeden. Yaşadıklarının sorumlusu olarak abisinin olduğunu bir kere bile ima etmeden. O kadar temiz, o kadar olması gerektiği gibi baktı ki yaşananlara. Böyle insanlar çok azdır hayatın içinde. Adamayı severler kendilerini, tüm ruhlarıyla sevdiklerine. Pazarlıksız ve hesapsız açarlar yüreklerini çevrelerine. Onların mutluluğu başkalarının mutluluğu ile anlam bulur. Onlar başkalarına hayat olurken, sevdiklerinin hayatlarında hayat bulurlar. Almak ve vermek değil, verdikçe zaten almış sayarlar kendilerini. Ama işte her şeyin bir süresi, bir süreci vardır. Orası tamamlandıysa eğer oranın önünde de kimse duramaz. Tıpkı Defne’nin evrilme süreci gibi. Tüm bunları yaşaya yaşaya geldi bu aşamaya. Ta ki aşk kapısını çalana kadar… Ta ki o aşkın içinde büyüyene kadar… Ta ki o aşk olmadan yaşayamadığını anlayana kadar...

İyi ki bir kere davet ettik. Yine toplanıp bize gelmişler.
Defne ve Ömer ayrı geçirdikleri o bir yılda aslında bildikleri bir gerçeği yaşamışlardı. İkisi de ayrılığın cehenneminde cayır cayır yanmış ve birbirleri olmadan yaşamanın, yaşamak değil aslında ölmek olduğunu anlamışlardı. Nefes almadan yaşanmaz ama nefes almakla da yaşanmış olmaz. Yaşayan ölülerle doludur hayat. Bu nedenle Ömer olmadığı zamanlarda ki hayatını “Ot gibi.” diye tanımladı Defne. Bu yüzden hiçbir engele takılmadan ve hiç zaman kaybetmeden Ömer’le birlikte olmak istiyor artık. Ama hayat elbette bir bütün ve içinde bizi biz yapan ne varsa onlardan kaçmadan ama onlara da takılmadan yaşamayı öğrenmeliyiz. Sevdiklerimizi, ne elimizin altında tutmalıyız ne de onların elleri altında hazır ol da durmalıyız. Aslında aile olmak, birey olmanın önüne geçmeden varlığını sürdürdüğü zaman gerçek anlamda görevini yerine getirmiş olur. Yoksa ya kendisi eksik kalır ve ya bizi eksik bırakır.
Şimdi Defne’nin ailesi, onun aldığı bu kararlarla, hayatlarının bu kısmıyla yüzleşecekler. Hep tercih edilen olmuşlar Defne tarafından, bundan sonra onlar kendilerini değil Defne’yi tercih edecekler. Hep gelen kişi olan Defne, ilk defa gitti. Şimdi gidenin arkasından bakan değil, onun yanına giden olacaklar. Onun verdiği kararları onu anlayarak onaylayacaklar. O üzülmesin diye karşı çıktıkları bu duruma, onun kararlılığı karşısında onun yanında yer alacaklar. Kalbiyle verdiği bu kararın -çok özlemesine rağmen “Git konuş.” diyen Ömer’e “Şimdi değil.” diyerek- aklıyla arkasında durmasıyla ona doğru adım atacaklar ki, Nihan ilk adımı attı aslında. Her ne kadar minik İso’yu bahane etse de onu oraya götüren özlemiydi. Her ne kadar bunu itiraf edemese de içten içe kendine itiraf etmekteydi. Kızgın olmaya hakkı olmasa da, yeni durumu kabullenememenin yarattığı bir duyguydu bu. Defne’yi her koşulda yanında bulmuş olan Nihan’ın, beklentileri ilk defa havada asılı kalmıştı. Onda hayal kırıklığı yaratan bu durumu anlamada güçlük yaşamıştı. Ama Defne’nin ailesini ikinci plana attığını değil, kendi ailesini kurmaya adım attığını anlayacaktı. Yalnız adresi nerden buluyor bu insanlar, anlamıyorum? Hayır, Google’a da sordum Ömer İplikçi’nin yeni malikanesinin izini bulamadım. Ha bir de Kiralık Aşk evrenindeki saat kavramını hiç mi hiç anlamıyorum. Defne uyanıyor, Ömer uyumamış, pişti oynuyorlar o arada Nihan geliyor, oturuyorlar, İso’yu uyutuyorlar falan filan. Gerçekten anlamıyorum albayım. Neyse biz Kiralıkçılar’a da en çok anlamamalar yakışır.
Yazı devam ediyor..