“İnsanın
gözünü
bir avuç toprak doyurur.” demiş atalarımız.
İnsanın hırsını, açgözlülüğünü çok iyi anlatır bu söz. Zira insanoğlu hep sahip
olmak ister. Elde ettikçe doymaz yenilerine göz diker. Uzun vadede hesaplar
yapar ve bu uğurda da yanlış birçok şeye kapı açar. Yetinme duygusu ahlakın en önemli
basamaklarından biridir bu yüzden. Kimi sahip olmak için her türlü kötülüğü
yapacak kadar yoldan çıkarken, kimileri de sahip olduklarını korumak için kendi
hayatını riske atar. Kimi yaradılışındaki değerleri hiçe sayarken, kimi o değerler
yaşasın diye kendi hayatını hiçe sayar. Kimi uzun vadede hesaplar yaparak kısa
vadede kazanırken, kimi ömür vadisinde hesabını vicdanıyla yapar. Hani Yinon
dedi ya “Para Ali Kemal, para başka şeye benzemez. Çık dışarı bir bak bunca
kıyamet neden kopar dersin.” işte paraya, güce
olan düşkünlüğü çıkartır insanı yoldan. Dirlik, düzen isteyen ruha tezat bunlar
kopartır insanı ahlaktan. Yani asıl savaş insanın içindedir.
Hepimiz
her rengi içinde barındırarak geliriz dünyaya. Bizim birbirimizden ayıran da bu
renklerin hepimizde farklı tonlara sahip olması. “Coğrafya Kaderdir.”
der İbn Haldun. Doğduğumuz coğrafya sahip olduğumuz renklerin tonlamasına çok
büyük etkendir çünkü. Ama şartlar ne olursa olsun yine de tasarruf bize aittir.
Biz seçeriz yolumuzu. Hayatın karşılaştığımız yüzleri bizi sınadıkça ya evrilir
ya da ayak diretir tepetaklak devriliriz. Albay Cevdet işte tuzakları bile bile
düştü yola. Çünkü birileri feda etmedikçe, birileri göze almadıkça bu vatan düştüğü
yerden kalkmayacak, kalkamayacaktı. O içinde bulunduğu renklerin beyazını
tercih edenlerdendi zira, herkes onu simsiyah zannetse bile. Hain olarak
yaftalansa da o bu vatanın ne kadar büyük zorluklarla kazanıldığının bir
simgesiydi. Nice kahramanlıklara şahit olmuş bu topraklar da nice isimsiz
kahramanların olduğunu bize bir kere daha hatırlatan isimdi. Cevdet iyi
yetişmiş stratejik düşünen bir asker ve her şeyi ince ince hesaplayarak atıyor
adımlarını. Zira kritik bir dönemde kritik bir görevin içinde veriyor
mücadelesini.Bu yüzden yanlış bir
hesap onu sadece canından etmekle kalmayacak, içinde bulunduğu görevi de
tehlikeye atacak. Bu yüzden yükü çok daha ağır.

Cevdet’in
ailesinin durumu gerçekten çok zor. Onun düşmana hizmet ettiğini bile bile, hayatından
endişe duyarken, vicdanlarında olayı tartarak nereye koyacaklarına şaşırmaları çok normal. Azize
içinde bulunduğu şartların etkisiyle hayata karşı çok sert duran bir insan ki,
ben rahmetli babaannemden de bilirim eski insanlar günümüz insanlara göre daha
fazla katıdır. Zira zor şartlarda yaşamış olmanın onlarda oluşturduğu
ciddiyettir bu. Bu yüzden Azize’nin böyle olmasını anlıyorum. Ama bu durum çocuklarıyla
arasına mesafe sokuyor ve de onları anlamasını engelliyor. Hilal’in bu kadar açık
sözlü olmasından korkarken, Yıldız’ın da rahat hareketlerinden korkuyor. Oysa
biz ne kadar korkarsak korkalım, ne kadar önlem alırsak alalım karşıdaki bunu
anlamamışsa ne yapar eder, yine yapar yapacağını. Yıldız da
kendine çok güvenen, sözünü esirgemeyen bir kız. Doktora da bir bir yapıştırdı
cevabını. Annesine söz geçiremese de Ali Kemal’in ona olan duygularını bildiği
için, onu da yanına alarak aldı kendince önlemini. Hilal’le çok zıt oldukları için
ve kardeşlerin büyürken kavga etmeleri kaçınılmaz olduğu için de sık sık
tartışıyorlar. Sonra da tüm atışmalara rağmen içinde bulundukları durumdan
dolayı da duygusallaşıp, kucaklaşarak ağlıyorlar. Aile bağları ne tuhaf ya, ne
kadar onaylamasak da bir şekilde bağrımıza basıyoruz sevdiklerimizi. Yine
birbirimizde arıyoruz teselliyi.
Ali
Kemal’de bu aileye doğmasa da onların mutluluğu içinde büyümüş ve aile sıcaklığını sonuna kadar
hissetmiş. Ama işte yine de ait olmak istiyor insan. Yine de köklerini bilmek
istiyor. Gerçi Ali Kemal, Yunan olduğunu öğrendiğinde
daha fazla bocalayacak bence. Bazen gerçeği bilmek bilmemekten daha fazla acı
verir insana. Ama bir şekilde açığa çıkacak
bu sır. İşte o zaman herkesi ayrı ayrı etkileyecek bu durum. Ali Kemal,
Yinon’un yanında iyi para kazanacak belli. Bu da onun hayatında ayrı bir kapı açacak
gibi görünüyor. Daha ilk günden restoranı kapatıp masayı donatarak Yıldız’a ilk
şovunu yaptı zaten. Paranın yüzü ona neler yaptıracak zaman içinde göreceğiz.
Şimdilik gayet güzel bir çizgi çiziyor bu doğrultuda ama insan işte, şaşmak
beşere özgü.
Veronika
ile Hasibe Ana hayatlarındaki ortak acı ile yakınlaştılar birbirlerine.
Veronika içinde
dinmeyen o ateşle uzaklaşmış her şeyden. Biz bazen elimizden gidenlere o kadar
kaptırırız ki kendimizi, sahip olduklarımız da bu arada elimizden kayar gider.
Böyle bir acıyla baş etmek çok zor tabii. Birde ölüp ölmediğini de bilmiyor yavrusunun. Bu durumu
daha da güçleştiriyor. Bir yandan umut, bir yandan özlem, bir yandan merak,
hepsi ayrı ayrı içinde dert. Ama Hasibe Ana ona hayattaki oğluna sarılması gerektiğini
çok güzel ifade etti. Çünkü Leon annesi tarafından da çok ihmal edilmiş ve
ailenin yaşadığı dram nedeniyle çok yalnız kalmış. Kendini askerlikte yapacağı
başarıya hapsetmiş. Kendini ispat etmek için çırpınıp duruyor. Allah’tan yaralı
da olsa kurtuldu da annesini sevince boğdu.
Hasibe
Ana’nın duruşu gerçekten çok güzel. Gerektiği zaman gerektiği
kadar posta koyuyor herkese. Gerek masada Vasilli’ye gerek Yıldız’a gelen görücüye
ağızlarının payını çok güzel verdi. Hilal’in babası için “İnşallah dönemez.”
dediğinde “Hey hayır konuş yahut sus demişler. Babanızdır beddua etmek yakışmaz.”
diye sergilediği tavır da yine buna çok güzel bir örnekti. Ama benim için en güzel hareketi Ali Kemal’e
söylemesi gerekeni söyledikten sonra, Azize’nin ona işareti ile elini uzatıp öptürmesi
ve yine Yıldız’a “Babanız batsın.” diye öfkeyle
söylenen Azize’ye, irkilmesine rağmen sessiz kalması. İkisi arasında takdire
şayan bir ilişki var. Birbirlerini hem seven hem de saygı çerçevesinde
birbirlerine tutunan iki kadın Hasibe Ana ile Azize.
Yazı devam ediyor..