Vatanım Sensin: Siyah mı beyaz mı?

Vatanım Sensin: Siyah mı beyaz mı?
“İnsanın gözünü bir avuç toprak doyurur.” demiş atalarımız. İnsanın hırsını, açgözlülüğünü çok iyi anlatır bu söz. Zira insanoğlu hep sahip olmak ister. Elde ettikçe doymaz yenilerine göz diker. Uzun vadede hesaplar yapar ve bu uğurda da yanlış birçok şeye kapı açar. Yetinme duygusu ahlakın en önemli basamaklarından biridir bu yüzden. Kimi sahip olmak için her türlü kötülüğü yapacak kadar yoldan çıkarken, kimileri de sahip olduklarını korumak için kendi hayatını riske atar. Kimi yaradılışındaki değerleri hiçe sayarken, kimi o değerler yaşasın diye kendi hayatını hiçe sayar. Kimi uzun vadede hesaplar yaparak kısa vadede kazanırken, kimi ömür vadisinde hesabını vicdanıyla yapar. Hani Yinon dedi ya “Para Ali Kemal, para başka şeye benzemez. Çık dışarı bir bak bunca kıyamet neden kopar dersin.” işte paraya, güce olan düşkünlüğü çıkartır insanı yoldan. Dirlik, düzen isteyen ruha tezat bunlar kopartır insanı ahlaktan. Yani asıl savaş insanın içindedir.
 
Hepimiz her rengi içinde barındırarak geliriz dünyaya. Bizim birbirimizden ayıran da bu renklerin hepimizde farklı tonlara sahip olması. “Coğrafya Kaderdir.” der İbn Haldun. Doğduğumuz coğrafya sahip olduğumuz renklerin tonlamasına çok büyük etkendir çünkü. Ama şartlar ne olursa olsun yine de tasarruf bize aittir. Biz seçeriz yolumuzu. Hayatın karşılaştığımız yüzleri bizi sınadıkça ya evrilir ya da ayak diretir tepetaklak devriliriz. Albay Cevdet işte tuzakları bile bile düştü yola. Çünkü birileri feda etmedikçe, birileri göze almadıkça bu vatan düştüğü yerden kalkmayacak, kalkamayacaktı. O içinde bulunduğu renklerin beyazını tercih edenlerdendi zira, herkes onu simsiyah zannetse bile. Hain olarak yaftalansa da o bu vatanın ne kadar büyük zorluklarla kazanıldığının bir simgesiydi. Nice kahramanlıklara şahit olmuş bu topraklar da nice isimsiz kahramanların olduğunu bize bir kere daha hatırlatan isimdi. Cevdet iyi yetişmiş stratejik düşünen bir asker ve her şeyi ince ince hesaplayarak atıyor adımlarını. Zira kritik bir dönemde kritik bir görevin içinde veriyor mücadelesini.Bu yüzden yanlış bir hesap onu sadece canından etmekle kalmayacak, içinde bulunduğu görevi de tehlikeye atacak. Bu yüzden yükü çok daha ağır.


 
Cevdet’in ailesinin durumu gerçekten çok zor. Onun düşmana hizmet ettiğini bile bile, hayatından endişe duyarken, vicdanlarında olayı tartarak nereye koyacaklarına şaşırmaları çok normal. Azize içinde bulunduğu şartların etkisiyle hayata karşı çok sert duran bir insan ki, ben rahmetli babaannemden de bilirim eski insanlar günümüz insanlara göre daha fazla katıdır. Zira zor şartlarda yaşamış olmanın onlarda oluşturduğu ciddiyettir bu. Bu yüzden Azize’nin böyle olmasını anlıyorum. Ama bu durum çocuklarıyla arasına mesafe sokuyor ve de onları anlamasını engelliyor. Hilal’in bu kadar açık sözlü olmasından korkarken, Yıldız’ın da rahat hareketlerinden korkuyor. Oysa biz ne kadar korkarsak korkalım, ne kadar önlem alırsak alalım karşıdaki bunu anlamamışsa ne yapar eder, yine yapar yapacağını. Yıldız da kendine çok güvenen, sözünü esirgemeyen bir kız. Doktora da bir bir yapıştırdı cevabını. Annesine söz geçiremese de Ali Kemal’in ona olan duygularını bildiği için, onu da yanına alarak aldı kendince önlemini. Hilal’le çok zıt oldukları için ve kardeşlerin büyürken kavga etmeleri kaçınılmaz olduğu için de sık sık tartışıyorlar. Sonra da tüm atışmalara rağmen içinde bulundukları durumdan dolayı da duygusallaşıp, kucaklaşarak ağlıyorlar. Aile bağları ne tuhaf ya, ne kadar onaylamasak da bir şekilde bağrımıza basıyoruz sevdiklerimizi. Yine birbirimizde arıyoruz teselliyi.
 
Ali Kemal’de bu aileye doğmasa da onların mutluluğu içinde büyümüş ve aile sıcaklığını sonuna kadar hissetmiş. Ama işte yine de ait olmak istiyor insan. Yine de köklerini bilmek istiyor. Gerçi Ali Kemal, Yunan olduğunu öğrendiğinde daha fazla bocalayacak bence. Bazen gerçeği bilmek bilmemekten daha fazla acı verir insana. Ama bir şekilde açığa çıkacak bu sır. İşte o zaman herkesi ayrı ayrı etkileyecek bu durum. Ali Kemal, Yinon’un yanında iyi para kazanacak belli. Bu da onun hayatında ayrı bir kapı açacak gibi görünüyor. Daha ilk günden restoranı kapatıp masayı donatarak Yıldız’a ilk şovunu yaptı zaten. Paranın yüzü ona neler yaptıracak zaman içinde göreceğiz. Şimdilik gayet güzel bir çizgi çiziyor bu doğrultuda ama insan işte, şaşmak beşere özgü.
 
Veronika ile Hasibe Ana hayatlarındaki ortak acı ile yakınlaştılar birbirlerine. Veronika içinde dinmeyen o ateşle uzaklaşmış her şeyden. Biz bazen elimizden gidenlere o kadar kaptırırız ki kendimizi, sahip olduklarımız da bu arada elimizden kayar gider. Böyle bir acıyla baş etmek çok zor tabii. Birde ölüp ölmediğini de bilmiyor yavrusunun. Bu durumu daha da güçleştiriyor. Bir yandan umut, bir yandan özlem, bir yandan merak, hepsi ayrı ayrı içinde dert. Ama Hasibe Ana ona hayattaki oğluna sarılması gerektiğini çok güzel ifade etti. Çünkü Leon annesi tarafından da çok ihmal edilmiş ve ailenin yaşadığı dram nedeniyle çok yalnız kalmış. Kendini askerlikte yapacağı başarıya hapsetmiş. Kendini ispat etmek için çırpınıp duruyor. Allah’tan yaralı da olsa kurtuldu da annesini sevince boğdu.
 
Hasibe Ana’nın duruşu gerçekten çok güzel. Gerektiği zaman gerektiği kadar posta koyuyor herkese. Gerek masada Vasilli’ye gerek Yıldız’a gelen görücüye ağızlarının payını çok güzel verdi. Hilal’in babası için “İnşallah dönemez.” dediğinde “Hey hayır konuş yahut sus demişler. Babanızdır beddua etmek yakışmaz.” diye sergilediği tavır da yine buna çok güzel bir örnekti.  Ama benim için en güzel hareketi Ali Kemal’e söylemesi gerekeni söyledikten sonra, Azize’nin ona işareti ile elini uzatıp öptürmesi ve yine Yıldız’a “Babanız batsın.” diye öfkeyle söylenen Azize’ye, irkilmesine rağmen sessiz kalması. İkisi arasında takdire şayan bir ilişki var. Birbirlerini hem seven hem de saygı çerçevesinde birbirlerine tutunan iki kadın Hasibe Ana ile Azize. 

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER