Defne, seni bazen anlamakta zorlanıyorum var ya. Kahve makinesinin olmadığını gördüğünde, Ömer’in sinirli hallerinden hemen nasıl da Şükrü Abi’ye kadar gittin ya. Bir Ömer’de kal canım benim. Onunla empatiye devam et. Gerçi duygularının yoğunluğundan korkup, kaza yapmamak için hemen direksiyonu başka tarafa kırıyorsun anlıyorum da, başaramıyorsun. Yemek yemediğini gördüğün Ömer’e nasıl kıyamadın. Sabaha kadar oturup pazı sardın. Ama “Taşıma suyla değirmen dönmez.” demiş atalarımız Defnecim. Bence sen Ömer’e abinin lokantasından akşam yemeği servisi koydur. Gerçi Serdar size ne yapsa hakkınızı ödeyemez ama olsun. Hem ona da bu konuda bir fırsat olur. Malum kendisi AB RH, sadece alıcı mübarek. Yalnız burada konuyu pazıdan başka bir yere çevirmeden önce, Ömer’in onu yiyişi hakkında konuşmadan edemeyeceğim. Adam ne yedi, nasıl kendinden geçti arkadaş? Ya bu nasıl mutluluktur, bu nasıl tatlılıktır. Aslında bu bölüm onun mest olma bölümüydü. İkinci şans ayakkabısını Defne’nin giydiğini duyan, “Benim Defne mi?” sorusunu “Bizim Defne.” diye değiştiren Ömer kalp ben. Senin Defne canım senin, korkmadan söyle. Defne de biliyor bunu, sen merak etme. O aranıza ne kadar duvar örmeye çalışırsa çalışsın, evren ona duvar yazılarıyla her gün farklı bir mesaj gönderiyor. Ayakkabı da Defne’nin ayağına çok yakıştı. Yalnız Ömercim, sen Roma’da kendini tasarım konusunda geliştirmişsin valla, ilk defa çizdiğin ayakkabıyı bu kadar beğendim. E olgunlaştın, kendini aştın tabii, bu tasarımlarına da yansıdı normal olarak. Ha bu arada, her zaman gereksiz bulduğum Derya da iki haftadır işe yarıyor. Sana Defne’den haberler uçuruyor. Bu iş için maaş verebilirsin ona. Zira daha önce sadece gıybet parası ödüyordun, onu bilesin.
Pamir Marden… Seni bi’ anlıyorum, bi’ tırsıyorum. Sever gibi oluyorum sonra korkarak geri kaçıyorum. Tamam bir görevin var, bu aşka hizmet ediyorsun. Yoksa durup dururken girmezsin bizim masalımıza. Sendeki özgüven korkutuyor beni galiba. Pusulalarının tozunu alarak bize mesajlar verdin. “Ben bu yönünü şaşırmış aşıklara yönlerini bulsunlar diye yardımcı olacağım.” dedin de, oyun oynamayı seviyorsun en bi’ genetik olarak. Burada bir tırsıyorum işte. Gerçi geçen de demiştim sen Ömer İplikçi ile dans edemezsin diye ki, onu bizim kadar sen de iyi tanıyorsun. Yalnız kartlarını açık oynuyorsun, bu çok güzel. Ama bizim Defo çok saf. Ona verdiğin mesajları alamaz. Ömer mi? Ömer alır canım alır. Hatta almakla da kalmaz, faiziyle sana geri iade de eder.

Kalbimle aklım arasında ki merdivenler…
Defne bugüne kadar hep kalbiyle karar vermiş biri. Ömer’in Roma’ya gitmesiyle yaşadıkları bu son ayrılıkla, kendince bir karar almış ve kalbinin değil aklının sesini dinlemeye başlamış. Bunun için de çok fazla efor sarf ediyor. Aslında kitabı alanın Ömer olduğunu kalben biliyor ki, kitabı görünce içinde bayağı bir gidip geldi. Ama eski çukurlara düşmemek için aklına uyup, Pamir’e teşekkür etti. Bu yüzden Ömer bu duruma kızmaz, kırılmaz. O Defne’sini çok iyi tanıyor. Defne de anlayacak bu şekilde kaçarak baş edemeyeceğini. Ama biraz daha zamana ihtiyacı var.
Aşkın içinde baskın olan duygulardır. Ama aşk ilişkiye döndüğünde orada daha fazla şey devreye girer. Sorumluluklar, hayatın içindeki duruşlar büyük rol oynamaya başlar. Bizim çiftimiz, aradaki engeller yüzünden birbirlerine çok açık olamadılar ve bu yüzden de hep bir yerde tıkandılar. Konuşmaya çalıştıkları zaman yine açıklanamayanlarda takılı kaldılar. Havada asılı kalmalarının nedeni de buydu. Ama artık konuşmaları lazım, aralarında hiç diyalog yok. Koca bir yıl geçirdiler ayrı ayrı. Onlar konuşulmadan, orada oluşmuş yaralar sarılmadan yeni bir başlangıç zaten olmaz. Olsa da sağlıklı olmaz. Birbirlerini tanıyan ve seven bu iki insanın en büyük eksikliği bence bu. Pamir aslında söylediklerinde bir parça haklıydı. Ömer’e bir bakıma yol gösterdi. İyi de oldu. Zira insan hayatı hep kendinden yola çıkarak yorumluyor. Ömer düz insan. Ama hayatın yolları inişli çıkışlı, virajlı hatta bazen keskin virajlı. Oralarda da ilerleyebilmeli insan. Tasvip ettiği için değil, yol o şekilde ilerlediği için. Kazanmak, kaybetmek ya da elde etmek için de değil, gerçekten sevdiği için vermeli bu mücadeleyi. Partiye inerken bu düşünceyle gittiğinin farkındayım. Herkesin içinde, hiç düşünmeden Defne’yi dansa kaldırışın da bu yüzdendi Ömer. Ama ne olursun artık dolambaçlı yollardan gitme. Defne’ye itiraf ettirmek için uğraşma. Kendini anlat. Onu ne kadar sevdiğini ve onsuz geçen yılın çok anlamsız olduğunu söyle. Öyle satır aralarında değil, gerçekten büyük büyük anlat. Anlat ki Defne’de döksün içini. Sen bu yolla, onun duygularını hafife alıyormuş izlenimi yaratıyorsun. Tamam, biz sana kefiliz de Defne’nin de bunları duymaya çok ihtiyacı var inan bana. Bilmek yetmiyor bazen, bilinenlerin kelimeler aracılığıyla daha bir görünür olması gerekiyor. Kulaklar da duymak istiyor, kalbin bildiklerini.

Kız kaçırmak suç muydu ya!
Karakol önündeki keskin bakışlı Ömer ve yaramazlık yapmış çocuk gibi arabaya binen Defne, çok tatlısınız çok. Arabada hiç konuşmadan gidilen sahne çok güzeldi. Defne ara ara ağzını açıp bir şeyler söylemek istese de, o cesareti bulamadı. Defne, arabadan inmeden telefonunda, Google’a “Ömer İplikçi ile baş etme.” yollarını mı sordun merak ediyorum. Bayağı bir uğraştın. İnmekle kalmak arasında, kalmakla kaçmak arasında sanki gidip geldin. Biz artık kaçan değil, kendini doğru ifade eden Defne görmek istiyoruz. Zamanında bu aşk için çok savaştın ama artık özgürsün. Seni tutsak eden oyun yok. Karşında seni çok seven, hatalarını kabul etmiş, seni anlamış ve affetmiş bir adam var. Senin de o sevgiye karşılık verecek kocaman bir kalbin var. Ortada yarım kalmış ve yaşanamamış bir aşk var ve de bize verilmiş üç kişi olma sözü var. İnşallah İso’ya “Gel al beni.” diye bir mesaj atmamışsındır da orada uzun uzun konuşursunuz. İso dedim de sahi ya ne olacak onun hali?