Kiralık Aşk: Ayrılık da sevdaya dahil...

Kiralık Aşk: Ayrılık da sevdaya dahil...
Hem yüksek uçuşta hem de alçak uçuşta dünya markası haline gelen biz Kiralıkçılar, yine duygudan duyguya sürüklendiğimiz bir bölümün sonuna daha geldik. Nasıl geldik, hangi yollardan geçtik, hatta geçtik mi bir türlü kafam almıyor Şükrü. Ama içimiz dağlandı be, yüreğimiz parçalandı. Çok duygusalım çok. İnanın Koray’ın kendini Ömer’in arabasının önüne attığı gibi, benim de yollarına çıkıp, ikisine de sıkı sıkı sarılasım var. O derece yani. Bizi ne hale getirdi bu hikaye ya, off zalımsın hayat.

Bir varmış bir yokmuş… Uzak ülkelerin birinde kuzguni siyah saçlı, yakışıklı mı yakışıklı bir kral yaşarmış. Her zaman doğruluktan, adaletten yana olan bu kralı, herkesler pek severmiş. Ama korkarlarmış da, buz gibiymiş dışı. Ama o duruşun ardında gizlediği, kırılgan mı kırılgan yumuşacık bir kalbi varmış. Genç kız bu kalbe tutulmuş. Bildiğin dut gibi aşık olmuş, ama ne aşk. Aklı başından gitmiş kızın. Kralı her gördüğünde, dizlerinin bağı çözülüyormuş. Değil sevmeye, bakmaya bile bazen cesaret edemiyormuş. Kız kralı o kadar çok sevmiş ki o kadar çok sevmiş, birlikte savrulup gitmişler. Hem sevmişler hem yaralanmışlar. Bir gün kral çok uzaklara gitmiş. Kızcağız ne yapsın?  Yanmış, kavrulmuş, ne hayat kalmış ne de neşe. Vazgeçmiş kendinden. 

Hep bir yanı kırık, hep bir yanı aksak bırakmış yaşamayı. Ta ki kral tahtına geri dönene kadar. Evet, bir gün kral tüm ihtişamıyla eskisinden daha da güçlü olarak geri dönmüş. Kıza “ben geldim sana geldim” demiş. Ama kız korkmuş, kaçmış kraldan. Yeniden, yanıp kavrulmaktan korkmuş. Hala deli gibi seviyormuş. Seviyormuş, ama kimselere de söylemiyormuş. Aksine herkese “tamam, geçti, iyiyim” diyormuş. Ama aslında hiç geçmemiş, kralı her gördüğünde dizleri titriyormuş. Ona her yaklaştığında, aklı başından gidiyormuş genç kızın. Sadece kendisi biliyormuş bunu. Hiçbir zaman geçmeyeceğini, ama bir yandan da deli gibi kraldan kaçıyormuş.”
 
Halacım ben bu masallara inanmam, sen bana gerçek külkedisini anlat.
 
Masal içinde masal ya da gerçek içinde masal veya masal içinde gerçek, ay kafam karıştı bilemedim hangisi? Belki de hepsi. Hangisi hangisinin içindedir karar veremesem de, önemi yok aslında. Çünkü masalın en gerçek halini izlediğimizi biliyorum. Tıpkı Defne’nin minik İso’ya yaşadıklarını, küçücük bir kutuya koyarak kalbinde sakladıklarını, böyle içten anlattığı kendi masalında olduğu gibi.

Evet, bu masalın Kral'ı geri dönmüştü, hem de tüm haşmetiyle. Oysa onun gözleri karanlığa daha yeni alışmıştı. Şimdi bu ışığın düğmesine basmakta neyin nesiydi? Hayat neden kaldığı yerden devam etmiyordu? Bunun atlama düğmesi yok muydu? Evrenin espiri anlayışı neden bu kadar çarpıktı? Allah’ım bu Hoca neden bu kadar çok soru sormuştu?

Oysa o, aylarca karanlığın içinde acıyla boğuşmuş, odasından, yatağından çıkmamış ve vazgeçtiği hayata sadece sevdikleri daha fazla üzülmesin diye dönmüştü. Ömer’in “neden korkuyorsun?” sorusuna  “alışmaktan belki, sana, iyiliğine, bundan sonra hayatımın daha güzel ve kolay olmasına ve bir gün seni kaybedersem kendi ayaklarımın üstünde duramamaktan korkuyorum” diye cevap vermişti. Çünkü bir tarafı hep yaşadığı aşkın bu kadar büyük bu kadar gerçek olmasına rağmen, yalanın ortaya çıkmasıyla Ömer’in onu terk edeceğini haykırmıştı yüreğine.

Ama diğer bir tarafı, Ömer’in o sert tepkisine rağmen bi şekilde nasıl ki bir sürü krizi aşmışlarsa bunu da aşacaklarını, aralarında ki aşkın bunun üstesinden geleceğini düşündürmüştü yine de. Ya da bu ayrılığın bu kadar uzun olmayacağını, çünkü Ömer’in arkada bıraktığı tüm delillerle, kızgınlığı geçtikten sonra olayları değerlendirebileceğini belki de. Ama sonra olanlar olmuş, hesaplar şaşmış, yollar ayrılmış ve ikisi de savrulmuştu hiç istemeseler de.

Ya Kral? Kral'a ne olmuştu? Hiç olmadık bir zamanda duyduğu gerçekle, hem kalbinde taht kuranı hem de kendi tahtını bırakarak uzaklaşmış, gurur duymadığı bir hayatın içinde kaybolmuş, acı içinde kavrulmuş ama ne yaparsa yapsın mutlu olamamıştı. Başkalarını suçlayıp içindeki öfkeyi büyüteceğine kendiyle hesaplaşmış, sevdiği kadının nasıl bir cenderenin içinde olduğunu ve aslında tüm bu olanların onun sert duruşuyla bu noktaya geldiğini anlamıştı.

Ama ne kadar severse sevsin, Defne’nin pazarlıksız kalbine kendininkini uygun görmeyerek, onu üzmeyecek, değerini bilecek başka biriyle mutlu olmasını dileyerek geçirmişti günlerini. Ta ki ışıklar yanıp, onu tekrar görene kadar. Hayat iyi ki kaldığı yerden devam etmiyordu. İyi ki atlama düğmesi icat edilmemişti ve iyi ki evrenin espiri anlayışı bu kadar çarpıktı. Hoca galiba bu sefer soruların cevaplarını da vermişti.
 
Yıkılsın bu duvarlar!
 
İşte bizim masalımızın geldiği nokta tam da bu. Peki, sonra ne oldu? Ömer çarpık gülüşüyle mutluluktan sarhoş olurken, Defne ne yapacağını şaşırdı. Galiba bu sefer roller değişmişti. Aşkı için savaşan Defne aşka olan inancını yitirmiş, daha önce duramadığı kadar sert ve kararlı bir tutum içine girmişti. Daha önce aşkı seçmediği için pişman olan Ömer ise, aşkı için savaşmaya ve her şeyi göze almaya karar vermişti. Daha önce yalan yüzünden tutarsız davranan ve bir türlü anlam veremediği, davranışlarının nedenini çözemediği Defne’yi anlamanın rahatlığı ise, davranışlarına yansımıştı.

Defne’nin peşinden giden, odasına girip koltuğuna oturan, onu gaza getirmek için “başka bir lojistik müdürü bulalım” diyen, “birlikte çalışacağız hazır mısın?” diye soran İplikçi, sen hayırdır ya? Ama ben bu Ömer’i sevdim. Duygularını bu kadar rahat ve çekinmeden ifade eden Ömer olmuş, çok iyi olmuş. Defne’ye "hayatında biri var mı" diye sorması çok ilginçti tabii. Açılıp saçıldın da Ömerim İplikçim, bu biraz fazla olmadı mı? Tamam merak ediyorsun, sevdiceğini gördün artık boşa zaman harcamak istemiyorsun da, bu soru böyle mi sorulur, öyle dan diye?

Sen Defne’yi mi tanımıyorsun yoksa ondan itiraf mı bekliyorsun pek çözemedim, ama insanın gönlünü almayı da çok iyi biliyorsun. “İnsan papatyadan bile güzel olabilir mi?” sözü, nasıl bir sözdür ya? Kızcağız zaten erimiş, bitmiş, yetmemiş bir de yanıp kavrulmuş. Küllerinden doğmaya çalışan bu kıza, Defne…Defnem demek,  ona iyilik değil bilakis kötülüğün en büyüğü. O da ne yapsın, kendini tekrar ateşe atmamak için, Defne Hanım sözünü hatırlattı sana. Tıpkı senin ayrılıkla baş etmek için, ona Ömer Bey’i hatırlattığın gibi. Ha bi de, senin gidişinle yaşamaktan ve kendinden vazgeçen Defne’nin, dibine kadar sen olduğun ve de her saniye seni hatırlatacak tasarımı sürdürmesini nasıl beklersin, gerçekten anlamıyorum.  İtalya’da bol bol düşünmüş ve birlikte geçirdiğiniz süreci iyi değerlendirmişsin de, sen gittikten sonraki Defne hakkında çok fazla kafa yormamışsın bence.

Biz kıskanç Ömer’in, neler yaptığını gördük daha önce. Defne’nin davete gideceğini duyunca aynı ruh haline girdin, ama bu sefer Defne’den geçit bulamadın. Aslında sen bu hafta, atak üstüne atak yaptın. Her yolu denedin. Defne’den vazgeçmeyeceğini, gözümüze gözümüze soktun. Bizden sana onay var. Yürü Sinyor İplikçi, kim tutar seni! Yalnız Aytekin sen buralarda yenisin, öyle Defne ile Ömer arasına girip fikir beyan etme canım. Aradaki elektrik çok güçlü, maazallah yakar seni. 


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER