Cansu’nun
acısını dindirmek için Ayşen Hanım kendi hikâyesini anlattı, oldukça da duygusaldı.
Küçük yaşta annesini kaybetmiş, zorluk çektiği her anda simgesel olarak
annesinin kolyesine sarılmış, güç almış. Aile hatıraları ile dolu ona güç veren
kolye neden Cansu’ya da güç versin anlamak pek mümkün değil. ‘Aileye hoş geldin imgesi.’ adına hoş bir
hareket ama doğru bir zamanla mı tartışılır? Yine de Kerem’in bu duruma çok
mutlu olduğu kesin.
“İnsan ölümlüdür, ama ancak onu hatırlayan son
kişi göçüp gittiğinde, işte o zaman ölür.” Hatıralarla yaşatmak dedikleri bu
olmalı. Sen çok yaşa Yılmaz Amca…
Bu bölümün
Koranlar için kritik olması nedeni ile fanatik bir EcMer’ci olarak üzülerek
belirtiyorum ki ‘mavi yakalı’ Ece ile ‘beyaz yakalı sevgilisi’ Mert’ in
sahneleri gönlümdeki kadar yoğun değildi. Yine de bu bölümde kesinleşen bir şey
var ki Mert’in işi Cansu’dan çok daha zor; Ece’nin her diyaloğu dönüyor
dolaşıyor ‘yalanın hassas noktası olması’
yönünde birleşiyor. Az olan sahnelerden birinde “Sen neredeydin bu zamana kadar?” sorusuna “Genelde Dudullu civarlarındaydım param oradaki evlere yettiği için.”
diyen Ece ne tatlıydı değil mi? Dün Dudullu’da olabilirsin ama bugün değme
milyon dolarlık evlerin manzarasına sahip bir evde oturuyorsun Eceemmmm… Varsın
musluk akıtsın, koltuk kırılsın… Bir de yanında ‘Şapşal ama iş adamı sevgilin.’
olduktan sonra…
Cansu’ya
moral organizasyonunun olayın hemen tazeliği üstüne olmasını garipsedim. Hiç
değilse ilk gün aile kenetlenmesini beklerdim ama organizasyona gelirsek, tipik
bir Ece organizasyonu, yani sofrada bir kuş sütü eksik...Her detay abisinin
mirasına sahip çıkması, hep gülmeye devam etmesi için düşünülmüş… Bu
organizasyonda Ece ve Mert’in panik ile aynı anda farklı öneriler ile
gelmelerini de pek sevdim. Bu üst üste konuşmalar bana hep Mavi Ay’dan
Maddie - David’i hatırlatır. Hatırlayanlar? Sessiz sinemada Ece’nin anlattığı film
neydi? Uganda’da büyümedim üstelik iyi bir sinema izleyicisiyim ama utanıyorum,
bilemedim…
Sürpriz ve ardından gelen itiraflar, hayaller…
Ece’nin bir
yanda boğaz bir yanda yıldızlar manzaralı Fas stili dekorasyonlu teras sürprizi…
Amaç Cansu’yu farklı ve hayatın telaşından uzak bir ortama getirip bir an olsun
acılarından uzaklaştırabilmek. İtiraflar ve hayaller ile başarılı oldular da…
İlk olarak Ece’nin içten itirafı geldi Mert hakkındaki ilk izlenimlerine dair.
Ardından tam Mert’in itirafını getirecekti ki, işte o zaman hayatları tam
‘panayır’ olacaktı, Kerem’in yerinde müdahalesi ile yine ertelendi.
Hayaller;
ilk olarak Ece’nin hayali: Karnı burnunda hem de üçüz… Acısız lahmacun yemek
isteyen inatçı erkek, glütensiz kek isteyen nazlı kız, avokadolu cevizli salata
isteyen kokoş kız evlat sahibi olmak kolay mı? Mert ise yine pek tembel, pek
şaşkın (Ek olarak aman ha bıyık bırakmasın.) Ardından Kerem’in hayali: oldukça
romantik, tasvire göre sonunda Garipçe’ye yerleşmiş, gündüzleri bulut geceleri yıldız olan bir gökyüzünün altında
minnacık, sevimli mi sevimli huzur dolu bir ev, sevdiği kadın yanı başında. Hayalde
bile Cansu’nun sır(!)larına atıfta bulunmadan edemedi. Böylesine bir hayal de ‘salıncak’
önemli bir metafor özellikle kullanılmalı, bugüne kadar en özel anlarına eşlik
etmedi mi? Ve Cansu’dan kocaman bir
itiraf, Kerem’e “Ben o kadın olmak istiyorum Kerem, ben senin hayalindeki o
kadın olmak istiyorum.” dedi ve ardından Kerem’in yanıtı “Cansu’m, sen zaten o
kadınsın.” oldu ya; bu sahne gelmiş geçmiş tüm CANKER sahnelerinin en romantik
andı dersek yanlış olur mu?
Ve bu sahne
o kadar gerçekti ki Cansu Kerem’e gerçek adı ile seslendi. (Ece farkına
varmamış olabilir ama İZLEYİCİ’den kaçmaz.)
Yazı devam ediyor..