Defne ayaklarını süre süre girdi ofise, istifa dilekçesini vermek için.
Önce ilk tanıştıklarında onu kıskanan,
hırsız diye iftira atan, işten attırmaya çalışan Yasemin’e vermeye çalıştı
istifasını, ama hayır. Yasemin gitmesine izin vermiyor. Sonra Sinan da kabul
etmiyor dilekçeyi. İkisi de Defne’nin çıkıp gitmesini istemiyor, hem
sevdiklerinden, hem de belki barışırlar umuduyla. Ömer’e vermek zorunda kalıyor
istifasını. İkinci kez. Karşısında buz gibi bir adam yine, duvar gibi,
flashback’e gerek olmadan ilk bölümde tanıdığımız Ömer'i kanlı canlı karşımızda
görüyoruz; bütün soğukluğuyla.
Defne’nin vedasında, herkesin hayatına nasıl dokunduğunu gördük. İlk
bölümde tanıştığı insanlar da aynı değiller artık. Ne de çok sevmişler,
takdir etmişler onun doğallığını, dobralığını, sevmişler besbelli. İşte bu
yüzden biz onun hikayesini izliyoruz. Dokunduğu hayatları görüyoruz,
Neriman’ın bile anaç yüreğini ortaya çıkarabildi çünkü onun saf yüreği. Ama Defne'siz
Ömer, onun şansı olduğunun farkında bile olmadan, git diyor, alıveriyor o istifa dilekçesini (Ah Ömer!)
Koray, canım benim, bayıldım söylediğin her şeye. Ne de güzel özetledin durumu. O laflar
üzerine yazı yazmaya bile gerek yok aslında. “Buz şelallesi, hayatın tepetaklak
olmuş sen anca çalış, MANYAK MISIN SEN? Yalnız öleceksin, evinde kitapların
kemirecek naaşını, çok katısın, kimseyi affetmiyorsun. Prensip kumkuması”
Geçen bölümde dedenin nişana gelmesi yaraya tuz basmak değil, resmen kezzap
dökmek gibi oldu. Baştan sona yanlış bir plan. Ömer, dedesinin evine girerken kulağında
çınlayan annesinin ağlayışı, onun bu kırgınlıkta ne kadar haklı olduğunu yine
hatırlatıyor. Annesine ve onun ziyan olan hayatına sonsuz
sevgisi... "Ayıp geliyor bana" diyor ya, kim bilir annesi neler çekti. Ama işte
haklı olmak kendini ve en sevdiklerini sonsuza dek mutsuzluğa terk etmeye değer
mi? Defne, yine senin bildiğin Defne, yaptığı yanlış,
kabul ama hiç mi dokunmadı senin hayatına? Bu mudur yani ?
Bir de Ömer, hadi haklısın dedim, hakkını verdim sana, durduk bir yere
gitmiyoruz dediğin yerden nasıl da hoop "ayrıldık, bitti" noktasına uçtun, hiç mi
düşünmedin? Düşün ki hasta yatağında yatıyorsun, ölmek üzeresin. Ne
düşüneceksin mesela? "Oh ne haklıydım, valla en çok ben haklıydım, döne
döne haklıydım, haklı yaşadım haklı öldüm mü" diyeceksin. Nasıl kıydın o
masum kelebeğe?
Peki nereye bağlayacağım bunu? Sadri Usta'nın büyük itirafından ve dedesiyle
konuşmasından sonra dank etmesini anlamadım. Yani kızdığı konu aynı konu.
Defne’nin kaçıncı kez arkasında iş çevirmesi, dedesi ile konuşması ve Sadri Usta ile konuşması neyi değiştirdi? Madem "dedemi affedebiliyorum, Defne’yi de
mi affedeyim" dedi, yumuşaması gerektiğini böyle mi anladı? Ya da bu zaten
içten içte kendiğini sorguladığı konuda son damla mıydı?
Ben bu konuşmalarla
değil de, biraz sakinleşip düşünündüğünde, yokluğunu hissedince, ne
kaybettiğini anlayınca, Defne’yi gerçekten çok özlediği için, özünde tanıdığı
Defne’den kasıtlı bir kötülük beklemediği için, kendi kendine pişman olmasını beklerdim.
Ama ne kaybettiğini, hayatta gerçek şansının Defne olduğunu en nefret ettiği insandan
duyması gerekiyormuş. İşte bazı insanlara bir şeyleri kafasına vura vura
anlatmak gerekiyor herhalde. Defne enin
şansın, yuvan, ailen, Ömer beyciğim, unutma bir zahmet.
Yazı devam ediyor..