Nasıl başlasam diye çok düşündüm bu haftaki bölüm yazıma! Ne hayallerim
vardı bu 50. bölüm için aslında! Barışmaya yanaşacak, değişime uğradığını
gözler önüne serecek ve "Defne'min bir bildiği vardır." diyebilecek
Ömer'i görmeyi çok istedim. Belki de ilk defa "Tatlı Defne'm sen uygun
bulduysan, tamamdır." demesini ümit ettim Ömer'in, ama olmadı.
Ömer ne yapacağını şaşırmış bir halde
düşüncelerinde kaybolmuşken, yüzü karardı, gözleri donuklaştı. Gülümseme ve
heyecanı silindi, yerini buz gibi bakan bir adama hem de çok tanıdık eski
Ömer'e bıraktı. Hala geçmişle tek başına boğuşmaktan yorulmamış, annesini
kaybettiği yıllarda takılı kalmış, öfkesi gözlerinden okunan o Ömer'i yeniden
gördük.
Neydi bu kadar onu kızdıran? Anlamaya, ona hak
vermeye çalıştım. Ama başarılı olamadım! Hepimizin hayatında sevmediğimiz,
hoşlanmadığımız bir arkadaş, bir akraba, bir olay, bir yaşanmışlık mutlaka
vardır. Hayat bu! Yakıp yıkmak yerine, kestirip atmak yerine, hep aynı yerde
saplı kalıp yıpranmak yerine, "Hep bir umut vardır, çözülebilir,
aşılabilir." diye düşünebilme yeteneğine sahip olabilmek bu kadar mı
zordur?
Hayat, sevmediğin şeylere rağmen sevebilmeyi
başarmaktır. Mutluluk, yüzünü güldürebilen minik kırıntıları bile hiç
kaybetmemek adına biriktirebilmektir. Sevgi, yakalayabildiğin en büyük şanstır,
sahipsiz bırakmamamız gereken en büyük olgudur. Huzur,
sevdiklerinle-sevebildiklerinle rahat nefes alabildiğin anların kıymetidir.
Ömer de dedesini çok seviyormuş aslında.
Gözlerimizle tanık olduk. Ömer'in annesine hayran kalmamak elde mi? Kendisini
sevmeyen bir kayınpedere rağmen, oğlunu kinle, nefretle değil, dedesini
sevebilen, sayabilen, güvenebilen bir evlat yetiştirmiş. Ne zaman Ömer olayları
kendi penceresinden fark edecek yaşa gelmiş, dedeye karşı öfkesi büyümeye başlamış.
Annesinin hastalığında, dedenin sözleri de ayrılık noktasına getirmiş
ilişkilerini. Ömer kızgın hem de çok kızgın, zamanında fark edemediklerine
değil, sevdiği dedesini de annesiyle aynı dönemlerde kaybettiğine isyankâr her
ne kadar kabul edemese de.
Zaman geçmiş ve bu zamanlara tek başına
geldiğini sanan bir Ömer için geri adım atmak zor geliyor elbette. Ama o dede
de torununa "Kendi başardı, kendi yaptı." öz güvenini verebilmek için
kendi ayakları üzerinde durmayı bilebilen bir delikanlı olsun diye elini çekmiş
gibi görünmüş. Ama en güvendiği insana canını emanet ederek, hayatındaki her
adımdan haberdar olarak, sevgisini de içini gömerek uzaktan izlemekle
yetinmiş. Dede Ömer'in annesini sevmemiş olabilir ama o aşkın en güzel
meyvesini da sahiplenmiş, gizliden de olsa korumuş, kollamış ve özlemle çok
sevmiş.
Defne'nin bu çıkmaz durumda olmasının nedeni,
Ömer'in ailesi ve dedesi. Bunlara engel olamadığı için üzülen, yıpranan,
horlanan, çırpınan hataları kendinde arayan bir Defne'ye de "Yeter
artık." demeyi çok istedim! Ömer'e kızgınım! Defne için sarf ettiği
sözlerin arkasında duramadığına tanık olmak beni çileden çıkardı. Madem bu
şahane kadını hep yanında istiyordu, böylesine özel bir günü keşke o şahane
kadının burnundan getirmeseydi Ömer. Merak ettiğim konuya gelince; isteme
törenine Defne, Ömer'in düşmanı Deniz'imi yoksa çocukluk aşkı Selim'i mi davet
etti? Defne Ömer'i nasıl kandırdı? Aile Ömer'in, dede Ömer'in, kumpaslar,
planlar yine Ömer'in ailesinin. Bu ortamlara dâhil edilen, dedesiyle barışmaya
vesile olabilirim belki lerini yaşayan minik serçemizdi aslında
kandırılan ve mağdur olan.
Yazı devam ediyor..