Oysa Kerim’in kalbi çoktan teslim etmiş kendini. Bütün gece endişeyle, korkuyla Hülya’yı beklemiş olmasının, Hülya’nın karakolda olduğunu haber vermeyişine bu kadar kızmasının, Bayram Bey’in dediği gibi ‘bu kadar kaygılı’ bir adam olmasının nedeni aşk olsa gerek. Zaten akşamında indirmedi mi yelkenleri, Hülya’nın gözyaşlarını görünce. İnandı mı sizce Kerim Hülya’ya? Yoksa aklı kalbine yenik mi düştü? Bu sorunun cevabı ikinci kapıda. İkinci kapının adı da “Kaybedince anlarsın.” olsun. Geçen hafta Hüseyin söylemişti aslında “Neler kaybedeceğini bilmiyorsun çünkü henüz kaybetmedin!” diye. İşte bu olay Kerim’e neler kaybedeceğini, kaybettiğinde ne hissedeceğini gösterdi. Hülya’nın ortadan kayboluşu, başına bir şey gelme ya da çekip gitme ihtimali deli etti Kerim’i. Belki de gerginliğinin bir nedeni de aklının kontrolü kaybediyor, kalbine boyun eğiyor olmasıdır. Çünkü pek alışkın olmadığı sular buralar ve “güven”li bölgesinden çıkmak herkesi biraz gergin yapar.

“Sana bir şey oldu diye deli oldum!”
Peki Hülya, Kerim’in kendisine güvenmesini beklerken o ne kadar güveniyor? Aslında söyledi, bir gün bile güvenmediğini. Son sahneyi izlemesem belki Kerim’in canını acıtmak için söylediğini düşünebilirdim. Ama sadece bu bölümde değil, uzun zamandır izliyoruz Hülya’nın konu Kerim’in duyguları olunca nasıl inatla inanmamayı seçtiğini. Bazı şeyleri kazanmak uğruna gözümüzü öyle karartırız ki kazandığımızı bile göremez oluruz ya bazen. Ya da bazı yaralarımızı öyle sıkı kapatırız ki kanamasın diye, iyileştiğini bile göremeyiz.
Hülya, Kerim’e olan karşılıksız aşkı yüzünden çok incindiği için canını yakan her olayda önce orayı yokluyor. Yoksa bir fotoğrafla ya da kıskançlık kriziyle uğruna neler verdiği o yüzüğü çıkarmak Hülya’ya yakışır mı? Mahir ne demişti. “Yoruldun, indirdin gardını.. Yakalanmak istiyorsun.” Evet, sevilmeyi bu kadar hasretle bekleyen kadın, artık onu kovalamaktan yoruldu. Tabii bir de karşısında sözler veremeyen bir adam var ve o adamın güveni çok sarsıldı. Tüm bunları birleştirince Hülya’nın bu kez blöf yaptığını sanmıyorum. Gerçekten inanamıyor Kerim’in kendisini sevdiğine. Ama bu ayrılığın çok uzun süreceğini de düşünmüyorum. Bu da Kerim’in geçmesi gereken “Kaybedince anlarsın” kapılarından biri bence. Her ne kadar bu bar meselesinde Kerim’e haksızlık yapıldığını düşünsem de da bunlar ilişkinin tuzu biberi minvalinden bakmak daha doğru sanırım.
Mahir ve Hülya’nın “Sen abaları yakmışsın!” ana fikirli konuşması üzerine daha derinlemesine düşünmek gerektiğini düşünüyorum. Mahir bu tespiti ile baştan beri zihnimi kurcalayan bir noktaya daha dikkatli bakmam konusunda uyardı açıkçası. Ama bu konuyu önümüzdeki hafta açacağım. Şimdilik konuşmayı ve sorumu şuraya bırakayım. Siz de bir düşünün bakalım.
Hülya: Yalan söyleyemem artık. Kerim baktığı an görüyor artık her şeyi.
Mahir: Eskiden görmüyordu, sen neler anlattın ona, hepsine inandı. Şimdi ne oluyor? Ben biliyorum ne olduğunu. Sen yoruldun, yakalanmak istiyorsun. Gardın düştü, daha fazla yalan söylemek istemiyorsun. Çünkü aşık oldun. Abaları yaktın!
Hülya: Aman sanki yeni bir şey benim Kerim’e abaları yakmam!
İşte soru: Ne değişti gerçekten? Şimdi gardını düşüren ne Hülya’nın? Zaten çocukluğundan beri aşık değil miydi Kerim’e? Peki, çocuk Hülya ile yetişkin Hülya’nın hissettikleri aynı olabilir mi? Yoksa Kerim’i yaşadıkça bambaşka bir şey mi oluyor Hülya’ya?