Hayat Şarkısı: Güven bana!

Hayat Şarkısı: Güven bana!
Çok sevdiğim bir yerli dizide her bölümün bir adı vardı ve bölüm içinde yaşanan tüm olaylar hikayenin bütününe hizmet etmekle birlikte o anahtar kelimeye bağlanırdı bir yerinden. Bölüm bittiğinde durup o bağlantı noktalarını yeniden keşfetmekten büyük keyif alırdım. Bazen çok inceydi o bağ, görmek için dikkatli bakmak gerekirdi. Ama bulduğumda daha anlamlı kılardı izlediğim her şeyi. Ben de yazılarımı yazarken belli bir duygunun peşinden gitmeyi tercih ediyorum. Kendimce bölümün ruhunu keşfetmeye çalışıyorum diyelim.  Bazen saklı- gizlidir dedim ya bu bölüm oldukça açık bir şekilde duruyordu ortada o anahtar: Güven(eme)mek.


Maşallah!

Önce bu noktaya nasıl geldiğimize bakalım. Gerilim düzeyi oldukça yüksek bir giriş yaptık bölüme ve neredeyse ilk yarısını diken üstünde tamamladık. Geçen hafta “endişelenmiyorum, Hülya nasılsa bu işten sıyrılacak bir yol bulur” derken hiç tereddüdüm yoktu. Ancak beklediğimden ağır hasar aldı Hülya, tam anlamıyla duvara tosladı. Öyle kötü tosladı ki bu kadar olur. Önce Müfit’e yakalanması, sonra polis baskınında orada olması nedeniyle nezarete düşmesi, Mahir’le bağının ortaya çıkması, planının aslında hiçbir işe yaramaması aksine Cevher ailesine iki kat sıkıntı olarak geri dönmesi ve en önemlisi Kerim’in güvenini derinden sarsması! Bu olsa olsa Hülya – Mahir ikilisinin düşmanları için planlayacakları cinsten bir felaket senaryosu olabilecekken Hülya’nın kendisinin başına gelmesine ne denebilir? Kabul edelim ki Hülya bir çekirgeden çok daha fazla sıçrama şansına sahip oldu ama düşüşü de sıçrayışlarının çokluğuyla orantılı büyüklükteydi. 


Düşün Mahir! Şef’in yakalandı, relax olmanın zamanı değil ^.^

Aslına bakarsanız ben tüm bu büyük “olay”larla pek ilgilenmiyorum. Geçen hafta da söylediğim gibi zaten fazla aceleye getirilmiş bir plandı ve işlemeyeceği tahmin edilebilirdi. Sağolsun Mahir de beni bu konuda destekledi: “Biz n’apıyoruz ya! Bir kere bu bizim tarzımız değil.” Evet bence de Mahir, pek size yakışmadı. 

Ama sonuçlarıyla çok ilgileniyorum. Tüm bu olanların bize açtığı önemli kapılar var çünkü. İlki “hayatta her şey istediğin gibi gitmez” kapısı. Hülya hep açtığı savaşları kazanmış bir kadın. Belki bu yüzden bazen yanılgıya düşüp kendini hep ‘kazanacak’ olarak görüyor ama bunun gerçek olmadığını sert bir şekilde anladı – dığını umut ediyorum-. Bu kapı bize Kerim’le olan ilişkisine dair de yeni odalar açıyor aslında. Şöyle ki, Hülya’nın çocukluğuna dair sahneler hem seyir zevki veren hem de hikayemize dair ipuçları veren sahneler ve bu yüzden ayrı bir dikkatle izliyorum.

İki hafta önce Hülya’nın çocukluk anılarından birinde Kaya küçük bir köpek bulmuş, küçük Hülya da çok sevdiği için eve alıp beslemeye karar vermişti. Bense bu sahnenin büyük resmin hangi parçasına hizmet ettiği o gün anlayamamıştım. Bu haftaki flasback’lerden birinde tahminimce aynı köpekle ilgili küçük bir anı daha canlandı Hülya’nın zihninde. Köpeğin gerçek sahibi gelmiş ve köpeğini almak istiyordu. Hülya ise tabii ki vermemek konusunda inatçı. Sonuçta köpek gerçek sahibini görünce Hülya’yı bırakıp sahibine gitti. Hülya “yemeğimi bile paylaştım ben onunla” diye isyan ederken ablası Melek “hayatta her şey istediğin gibi gitmez” diyerek son noktayı koydu. İşte bu anının bize anlatacağı çok şey var. 


“Bana nasıl inanmazsın?”  / ” Sana nasıl inanayım?” 

Bazen nasıl da emin oluruz bir şeyleri hak ettiğimize. Gereken tüm emeği vermişizdir, fedakarlıklar yapmışızdır ve bu yüzden hakkımızdır diye düşünürüz istemek ya da sahip olmak. Hülya da aynen bu sebeple Kerim’in kendisine inanmasını istiyor. Kerim için -kendince- her şeyi yapmış, emek vermiş, çabalamışken arkasına dönüp gitmesine isyan ediyor: “Bana nasıl inanmazsın?” 

Kerim’in kendince cevabı çok net. “Sana nasıl inanayım?” İnanması için tek bir mantıklı neden yokken inanmaması için onlarcası var elinde. Hülya’yı tanıyor az çok. Bildiği bunca şeyle -ki bildikleri bilmediklerinin yanında hiç kalır- ve tabii ki sağduyu abidesi haliyle elbette Hülya’ya inanmaması çok doğal. 

“Bir de benden sözler vermemi istiyor. Neye güvenip yola devam edeceğim ben bu kızla?”

Kerim, güvenmek için aklının ikna olacağı nedenler arıyor. Neden? Çünkü O, -Hülya’nın tersine- aklını duygularının efendisi yapmış biri. Ee, bir bilim insanına da bu yakışır. Ölçülebilir kanıtlar, istatistiki veriler olmadan karar verileBİLEmez! Önce ‘Güven’in ne olduğu tanımlanmalı, sonra nedenleri ve sonuçları listelenmeli, son olarak da bağımlı değişken güven ile bağımsız değişken sevgi arasındaki ilişki tartışılmalı. Ne dersin Hülya? Güven ve sevgi arasındaki ilişki doğru orantılı mıdır, yoksa ters orantılı mı? Hülya da Kerim’den bir şeyler kapmış “körle yatan şaşı kalkar” misali, elinde net veri olmadığı için cevap veremiyor Kerim’e. Çünkü istatistiğini tutacak kadar çok insan sevmemiş!



Yazı devam ediyor..
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER