Hemen bir dedikodu ile lafa başlayayım. İlk bölümün, ilk sahnelerinden itibaren Robert Kardashian ile O. J.
arasında geçmişte (kısa da olsa, kaza da olsa) yaşanmış bir aşk
hikayesinin altının çizildiğini hissettiğim doğrudur. Bu hissim David
Schwimmer'in her karakteri
çok sevdiğimiz lakin hep biraz "ezik" duran Ross gibi
ele almasından mı, kalbimin karasından mı kaynaklanıyor, bilemedim.
Ancak geri kalan herkesin çizgi üstü bir oyunculuk sergilediği de
yadsınamaz.
Ryan Murphy ile American Horror Story serisinde de çalışan Sarah Paulson (Marcia Clark), Break dansçı olarak başladığı "eğlence dünyası" kariyerini 1996 yılında Oscar heykelciği ile taçlandıran şahane oyuncu Cuba Gooding, Jr. (O.J.
Simpson), televizyon seyircisinin Modern Family, The Good Wife dizilerinden tanıdığı ancak kalbimdeki tahtını The Birdcage'deki ödüllü Albert performansı ile kapan Nathan Lane (F. Lee Bailey), televizyon seyircisi yüzüne başrollerden aşina olmasa da Tony ödüllü Courtney B. Vance (Johnnie
Cochran) göz dolduran performanslar sergilediler. John Travolta ise
Robert Shapiro ile inanılası bir karakter olmuştu ancak yüzünün aldığı hal,
performansını gölgeledi zira her sahnesinde estetiklerine ve dolgudan mütevellit çukurlara odaklanmaktan
karakteri sindiremedim.
İbrahim Tatlıses 1994-96 yılları arasında erkek modasının öncüsü olarak sahnede her renk kostüm kullandı çok şükür
Dizinin sanat yönetimine bayıldım. İzlerken geçmişe döndüm ve 95 yılında İstanbul bir küçük Amerika gibiymiş, hatırladım. O yıllarda hepimizin elinde takoz büyüklüğünde cep telefonları vardı ve dahi araç telefonları ile AVM'lerde arz-ı endam eder; fast food yerdik. Marka çılgınlığımız da o yıllarda yeni yeni başlamıştı. Özellikle erkek giyim modası da en renkli ve özgür yıllarını yaşıyordu tıpkı Johnnie Cochran gibi.. Güzel ve yalnız ülkemde "Erkek adam o renk giymez" tabusunun yıkıldığı, Metroseksüel kavramının yükseldiği yıllar, hey gidi hey! Neyse...
Konu ve dönem hatıralarımda henüz dün gibi tazeyken diziyi izlemek görsel açıdan hayli zevkli oldu. Ancak hikayeyi bu derece ırkçılık şemsiyesinden incelemelerini, adli 'entrika'lara dayamalarını ve O.J dışında herkesin ruhunun derinliklerine inmelerini pek beklemiyordum. Konunun etrafında dolanacaklarına doğrudan O.J'in ruh haline, onu "şöhret" rafından indirip, halka arz edilmiş bir kaçak ve mahkum haline getiren faktörlere de değineceklerini sanıyordum. Yani projeyi ilk duyduğumda böyle hayal etmiştim. Kısmet değilmiş..
Yazı devam ediyor...