Hemen belirteyim, başlığı Arçelik'ten ödünç aldım. Zira az sonra anlatacağım hikayeyi daha iyi tanımlayacak bir cümle kurmaya çalışarak zaman kaybetmek istemedim. Size dilim döndüğünce İzzet Pinto ve işlerinden, özellikle de yeni formatı The Legend'den bahsedeceğim. Bu yıl, Cannes'de düzenlenen MipTv fuarına katılmak üzere yola düşüp Nice, Côte d'Azur havaalanına adım atar atmaz bizi "The Legend" tanıtımları karşıladı. Yol boyunca da kafamı nereye çevirsem bu yeni formatın adıyla karşılaşmaya devam ettim. Her yerde devasa
The Legend afişleri, giydirmeleri var. "Sadece en iyi şarkıcıyı aramıyoruz, efsane yaratıyoruz" iddiasının altında yatanın ne olduğunu merak ettim, elbette. Tanıtımlarda
Global Agency imzası var. Hani sektörün zaten bildiği ama sıradan seyircinin de adını
Muhteşem Yüzyıl'ın tüm dünyaya satılması vesilesiyle öğrendiği şirket.
The Legend, yurt dışına sattıkları dizilerle ünlenip adını hafızamıza dahil eden Global Agency yani
İzzet Pinto ve 25 kişilik ekibinin profesyonel hayata zerk ettikleri "azmin" de hikayesi bir anlamda. Cannes'a gitmeden önce Pinto ile mesajlaşmış, bir kahve içmek üzere sözleşmiştik. İzzet Pinto ile ilk kez geçen yıl MIPCOM esnasında tanışma imkanı bulmuş, henüz kendi ağzından dinlemediğim ama Cannes sokaklarına dökülen başarı hikayesinden de hayli etkilenmiştim. Geçen yıl onur ülkesi seçilen Türkiye'nin Cannes'da kurguladığı etkinliklerini kenara alırsak, fuara asıl damgasını vuran
Muhteşem Yüzyıl Kösem lansmanı hâlâ hepimizin zihinde...
Kösem lansmanı anlat anlat bitmez, biz dönelim konumuza. Gitmeden sözleştiğimiz gibi MIPCOM'a nazaran tenha olsa da aynı derecede telaşlı ve yoğun geçen fuarın son günü Cannes'in "okul kantini" kıvamında konumlanan mekanı olan Mocca'da Pinto ile buluşuyoruz.
İzzet Pinto muhtemel alıcılara The Legend anlatıyor.İzzet Pinto, işini aşkla yapan adamlardan. Ağzından çıkan her cümleye karşılık iç sesim, "bir işi bu kadar derin bir aşkla yaparsan elbette başarısız olman imkansız" diyor. 10 yıl önce cebinde sadece 500 euro varken, yakın bir arkadaşından 10 bin euro destek alıp (bakınız borç demedim zira eğer hayalini başarırsa iki mislini geri ödemeyi ama olur da başaramazsa hepsini kaybetmeyi göze almasını söyleyerek alıyor parayı), elindeki tek formatın afişlerini sırtlanıp, fuar alanının en ucuz, en ücra, en küçük köşesine yerleşip başladığı işi, bu gün dünyanın her yerine format ve dizi satan milyon dolarlık bir yapı haline gelmiş. "9 metre kare bir yerdi. Dekor filan hak getire. Her sabah düşen afişleri yeniden duvara bantladık ablamla.." diyor o günleri hatırlarken, gözleri de parlayarak.
Pinto ağzında gümüş kaşıkla doğan ama kaşığı çıkarıp kenara koyarak kendi gücüyle var olmayı seçen adamlardan. Aslında elini hangi işe atsa başarılı olmuş. Kuzeninin yazdığı mütevazı kitabı, "ben bunu yurt dışına satarım" demiş. Satmış. Bir arkadaşı, "sen neden format satmıyorsun?" demiş. Satarım demiş. Satmış. "O zaman sektörün lisanına da hakim değilim. İlk olarak bir Lübnanlı geldi. Programı beğendi ama bana pek güvenemedi, "seni ofisinde ziyaret edeceğim" dedi. Bende ofis de yok. İstanbul'a dönünce bir arkadaşımdan ofisini ödünç istedim. Tabelasını filan değiştirdim. Adam geldi. Formatı sattım. Yıllar sonra konuştuğumuzda meğer o ofisin benim olmadığını ilk anda anlamış" diyerek anlatıyor sektördeki ilk adımlarını.. Vefa ile bahsediyor bu günkü başarılı konumuna gelirken ona inanan, güvenen isim ve şirketlerden..
Yazı devam ediyor..