Hayat Şarkısı: Bu yüzleşme can yakar!

Hayat Şarkısı: Bu yüzleşme can yakar!
İnsan, kalbinin ritmi seyrinden çıkınca idrak ediyor yaşadığını, ne ilginç! Daha hızlı pompalanan kandan olsa gerek derinleşen nefesle birlikte hızlanıyor zihinde düşünceler ya da hızlanan nefesle birlikte derinleşiyor düşünceler. Konuşmak istiyorsun, anlatmak istiyorsun. Hüznün, özlemin, pişmanlığın, aşkın, acının ve nicelerinin arasında savrulmaktan kurtulabilsen neler haykıracaksın belki, ama olmuyor işte. Öyle ki dile gelmiyor, gelemiyor cümleler. İçerideki büyük kasırga yüzünden kaybolup çıkış yollarını kaybediyorlar sanki. İşte, Hayat Şarkısı'nın 8. bölümü bittiğinde tam da böyle hissettim bir süre. Zihnimi toparlamaya çalıştıkça dağıldım. Ve bu denli sarsılmayı asla beklemiyordum.

Fragmanları izlediğimde en çok ilgimi çeken Kerim-Hülya konuşması oldu. "Artık beni sevmiyorsun değil mi?" diyen Kerim ve "Ben bir düşe aşıktım." diyen Hülya... 'Bu yüzleşme can yakar' dedim, kendi kendime. Meğer Kerim ile Hülya'nın belki de ilk defa gerçekten birbirleriyle konuştuğunu hissettiğim o birkaç saniyelik sahneden yola çıkarak kullandığım "yüzleşme" tanımı bütün bölümün özüymüş. Ve asıl can yakan yüzleşme insanın kendisiyle olanmış...

Hülya ile geçmişinin -belli ki önemli- bir parçası olan Cem'in karşılaşması ile başladık. Bu karşılaşmaya yüzleşme demek için henüz erken olsa da, anladık ki Cem bizim savaşçı Hülya'nın yenildiği cephelerden biri. Şimdilik. Belli ki Cem de zafer sarhoşluğunda ve bunun kendi adına hayra alamet olmadığının henüz farkında değil. Hülya'nın ise savaşması gereken daha mühim cepheleri var şu an. Hem de ne cepheler! Biz Hülya'nın titreyen sesi, destek alacak bir yer arayan elleri ile gerilip Hatice Hala'ya söylenirken, Bayram babaya gülüp ardından Zeynep'e sinirlenirken aslında hiçbir şey görmemişiz daha.

Günlerdir sessizce kendiyle, duygularıyla, hayatla ve gerçeklerle yüzleşen Kerim'i görmek için biraz dikkatli bakmak gerek mesela. Her zaman kendini düşünen, vurdum duymaz, özgür ruhlu Kerim nasıl da sessizce kabuk değiştiriyor. Aslında hepimiz hayatımızı kendi ellerimizle kurduğumuz yanılgısına düşmüşüzdür bir zaman. Zorluklar çekip, olduğumuz yer için mücadele etmiş, orada olmayı hak etmişizdir. En kadercimiz bile sahip olduklarını hak ettiğini gösterecek bir neden bulur kendinde; iyi kalbine, dürüstlüğüne, çalışkanlığına ya da  inancına bağlar. Ta ki elimizden kayıp gidene kadar.

Kerim de düştü aynı yanılgıya. Sonra adım adım gitti elindekiler. Zorla evlendirildiği köylü kız çok dert değildi de aralarındaki özgür ilişkiyi sevdiği Filiz hamile kalınca ilk öncü deprem hissettirdi kendini. Sonra o önemsemediği köylü kız tüm laf anlamazlığıyla evine yerleşti. Hayallerini gerçekleştirmek üzere gittiği Kenya'dan döndüğünde kendini birden bir 'baba' olarak buldu. Filiz ile ilgili hayal kırıklığı (çünkü Kerim için Filiz bebeğini para karşılığı başka birine vermiş bir kadın) üstüne bir de ansızın haksız bir ithamla biten kariyeri, derken tüm hayatı tepetaklak oldu adeta. Ama garip şekilde tüm bunlar olurken hep yanında olan, çocuğuna gerçek bir anne gibi bakan ve her düştüğünde onu elinden tutup kaldırmaya çabalayan bir  Hülya vardı.

İsyan etti, her şeyi en başa döndürmek istedi. Yaşamak istediği hayata hizmet etmediği için hep görmezden geldi Hülya'nın sevgisini. Belki de kendi kurmadığı bir oyunda var olmak istemedi. Derken tüm hayatı tepetaklak olmamış gibi bir de babasını kaybetme korkusuyla burun buruna geldi. Ve işte böylece yavaş yavaş öğrendi kaybetmeyi Kerim. Bu yüzden şimdi derinden biliyor kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu. Önce hayatın kendi ellerinde olmadığı gerçeğiyle yüzleşti. Şimdi de tam hayatındaki her şeyin kıymetini daha iyi anladığı bir zamanda Hülya'yı kaybetme korkusuyla yüzleşiyor. Aslında ondan da önce Hülya'nın sevgisinin ona ne kadar iyi geldiği gerçeğiyle yüzleşiyor. Sevmek, sevilmek ve sıcak bir ailenin parçası olmak için çırpınan Hülya, Kerim'in dünyasında yepyeni kapılar açıyor.


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER