Kalemimizi, kâğıdımızı elimize alıp kafamızda belirlemiş olduğumuz bir konu ile ilgili hikâye yazdığımızı düşünelim. Öncelikle bir taslak hazırlarız, ana karakterler ve onların hayatına dokunacak yan karakterleri oluştururuz ve akışın nasıl olacağını belirleriz. Bir hikâye akışının ise temel unsurları serim, düğüm, çözüm bölümlerinden oluşur. Böylece belli bir düzen dâhilinde, okuyucu, hikâyenin içine rahatlıkla girerek kendine yer bulabilir.
Bu bilgi dâhilinde, 37. bölümü ele alırsam, neden ilk zamanlarda okumalara alışık olduğumuz övgü dolu mesajlar, beğenileri belirten kısa yazılar göremediğimizin cevabı ile karşılaşırız. Aslında cevap çok net; bölümde anlatılan hikâyede, serim bölümü ve ana karakterlerin birbiriyle olan sahneleri yoktu. Daha ne olup bittiğini göremeden, gelişme kısmına dalış yaptık ve neye uğradığımızı şaşırdık. Oysaki ulaşılmaz değildi beklentilerimiz. Her zaman olduğu gibi, salt izleyici olmak yerine bölümde anlatılan hikâyenin ve karakterlerin yaşadığı olayların içine girmekti. Aylardır beklediğimiz büyük kavuşmanın ve beklenen evlilik kararının nasıl alındığını gösteren sahneler ile anında zeminden ayrılıp bulutlara çıkıp kardeşlik halayına durmaktı. Ancak olmadı…
O sarılma sahnesinden sonra ne konuştular, Ömer ne sordu? Defne ne açıkladı? Evlilik kararını tekrar nasıl aldılar? İlk kim açtı konuyu mesela, ne söyledi tam olarak, heyecanlanıp nefesleri kesildi mi yine, Emine Anne’nin yüzüğü ortaya çıktı mı? Soruları kafamı kurcalayıp durdu. Müthiş bir hayal kırıklığıydı benimkisi, bizimkisi… Bu da yetmez gibi, bölüm esnasında, DefÖm sahnesi yoksunluğu sendromuna kapıldık. Nonfarmakolojik yöntemlerle sakinleşmeye çalıştıkça daha da gerildim çünkü bölümün yarısı bitmişti ve hala hikâyenin ana konusunu oluşturan çiftin sahneleri yoktu.
Ne dedi bölüm içinde Ömer İplikçi? "Hayat kısa, kuşlar uçuyor" bu verilen özel mesaj Ömer için olsa da tüm ekibinin de sık sık hatırlaması gerektiğini düşünüyorum. Yaşadığımız hayat yeterince yorucu, bunaltıcı zaten, hayat enerjimizi yükselten, içimize sevgi ve aşk tohumları atan dizimize tekrar kavuşmak istiyoruz. Hayat kısa, kuşlar uçuyor ama bir de biz Kiralık Aşk izleyicilerinin umut kuşları tam da bulutların üzerine çıkmaya çalışırken avlanıyor. Yazıktır, ne üzücüdür. İnsanın elinde sağlam kalan kuşlarını kafeslere kapatası geliyor, güven duyamıyor oysa ki uçmak ne de güzel bir eylemdir. Kuşlar da uçmak içindir…
İçimdeki üzüntüyü, hayal kırıklığını yorumumun ilk paragraflarına sıkıştırdıktan sonra gelelim bölümde konuşulması gereken kısımlara.
Bir insan mutlu olunca, gerçekten ama gerçekten Nirvana’ya ulaşınca tam olarak Ömer ve Defne gibi olur tahminimce. Nasılsın sorusuna cevap olarak “Evleniyorum” diyebilen tek insan evladı Ömer İplikçi sanıyorum. Anladık Ömer, evleniyorsun, deli çocuk musun sen? Söylediğin kişi: sosyete kasabı, mekân: kasap ^^
Peki ya Defne, o yüzünde aylardır görmeye hasret kaldığımız, aşık, mutlu, huzurlu ifade, o içinin içine sığamaması, yüz kaslarının kasılı kalması, mutluluktan konuşamaman, arkadaşlarınla, kardeşinle paylaşırken ki heyecanın, Defne İplikçi denildiğinde bacaklarının karıncalanması ve bunu dünyanın en sevimli ifadeleriyle belli etmen? Muhteşem Sinyor İplikçi’nin güzeller güzeli eşi, size heyecandan bacakların ve yüreklerin karıncalanması yakışır hayatım.
Keşke, her normal çiftin yaptığı gibi bu mutluluğunuzu en çok birbirinizle paylaşsaydınız, biz sizin ortak ve aynı anda yaşadığınız duygularınıza şahitlik edebilseydik, nasıl da güzel olurdu. Ama bu duruma, sahnelerinizin yokluğuna maalesef hiçbirimiz anlam veremiyoruz.
Yazı devam ediyor..