Bu hafta bölüm etiketimiz “özledim” idi. Meğer bu etiket bizim içinmiş. Defne ve Ömer’i çok az görüp özlediğimiz bir bölüm yapmışlar fakat olmuş mu, olmamış mı karar veremedim. Bölüm içinde geleceğe yönelik yine güzel mesajlar ve başlangıçlar vardı. Bazı konularda ilerlememiz güzel fakat ana konumuz yerinde sayıyor hatta kimi zaman o kadar geriye gidiyor ki biz bir "özledim" sözünü duymak için bütün bölüm bekliyoruz. Yalnız o nasıl “özledim, tabii ki özledim” demek ya? Neyse, buna sonra geleceğim.
Beni yine şaşırtarak bölümü aynı geceden devam ettirdiler. Defne bu defa neyse ki not bırakmadan veda etmek istemiş. Defne’nin gideceğini duyunca Ömer'in gözlerinin dolduğunu hepiniz görmüşsünüzdür sanırım. Elbet gidecekti Defne ama hazırlıksız yakalandı Ömer. Birden Defne’yi valizleriyle görünce nasıl üzüldüğünü ben hissettim. Ömer’e konuşmuyor, duygularını söylemiyor diyorlar ama bence bakışıyla da sevgisini özlemini gösteriyor hatta Defne’nin söze döküşlerinden daha etkili bir şekilde. Yine yeri geldiğinde, biri duygularını ifade edecekse en güzel o ifade ediyor. Neyse hepimizin uzunca bir süredir şikayet ettiği bir şeydi Defne ve Ömer’in konuşmamaları ve bir şey paylaşmamaları hayatlarına dair. Ömer, bu bölüm bir ilk yapıp Defne’ye annesinden ve Anka Kuşu'ndan bahsetti. Defne’nin Ömer’i tanıması ve anlaması için bu gerekliydi. Tabii bizim de sürekli Ömer’le ilgili tahminler yapmayı bırakmamamız için duymamız gerekiyordu onu.
Ömer’in anlattığına göre; Anka Kuşu'nu veren kız fark etmeden Ömer’in hayatına dokunmuş ve asıl yapması gereken şeyi ona hatırlatmış. Ömer o zamanlar annesinin rahatsızlığını kabullenmemiş ve annesiyle kavga edip gitmiş. Ömer’de her şey kendisiyle ilgiliymiş gibi bir düşünce var yani annesini kaybetmek üzere ama "neden gizlediniz benden" diye kızıp gidebiliyor. Demek ki bu huy Ömer’de hep varmış. Ömer kendi duygularını, yaşayacaklarını daha çok düşünüp önemsiyor ve hoşuna gitmeyince çıkıp gidebiliyor. O gün, o kız, "sen kızgınsın, üzgünsün evet ama yapman gereken daha önemli bir şey var. Zamanın az ve sevdiğin kişinin yanında olmalısın.” demese Ömer hep annesinin yanında olamadığı için kendisini suçlayacaktı. Anka Kuşu'nu veren kız aslında Ömer’e "kendini bir kenara bırak" da demiş oluyor.
Ömer duygular söz konusu olunca hep kendisi merkezli yaşıyor. Kendinden geçecek kadar sevenlerden değil yani daha doğrusu o tarz seven bir adam değil. Ben de asla beklemiyorum ondan bu şekilde sevmesini çünkü illa tamamen kendini kaybetmek ya da bütün bildiklerinden vazgeçmek olmamalı sevmek. Tabii Ömer’in durumu biraz daha farklı. Hayatında öncelik verdiği şey hep özlem duyduğu, varlığını yanında hissetmek istediği kişi ya da kişiler değil, o an kendi hissettikleri ya da karşı tarafın ona hissettirdikleri. Şu an "güvenememe", "kaybetme korkusu” gibi duyguları daha baskın Ömer’in ve bunlar onu bir şeyler yapmaktan alıkoyuyor. O da gönüllü sanki çok da çaba harcamıyor bu durumdan çıkmak için. Daha fazla zarar görmemek ya da yine terk edilmemek için sığınıyor o duyguların arkasına.
Bu konuda Ömer’e hak verdiğim noktalar çok çünkü karşısında sürekli değişen, gidip gelen ve hala kendisine söylemek istemediği sırrı olan bir kadın var. Ve bu aslında Defne’nin Ömer’i tam olarak hayatına almadığını, ona güvenmediğini de gösterebilir. Onun açısından bakınca anlayabiliyorum ama madem birini bu kadar seviyor, istiyor ve kavuşmak için tek engeli var, neden çaba harcamıyor bu sorunu çözmek için onu anlamıyorum. Ya da anlıyorum. Senaristimiz şu an bulmasını istemiyor çünkü Ömer hala sert yönlerini törpülemedi. Oyunu öğrense, ipuçlarını toplasa veya bir sonuca ulaşsa, vazgeçebilir Defne’den. Birkaç bölümdür Ömer’in bu temkinli seven haline odaklandık ve gördük ki Ömer ne kadar sevse de kendini bırakmıyor yine kendini ve duygularını ön planda tutabiliyor. Beraber olmaları ve oyundan etkilenmemeleri için yavaş yavaş tüm engeller ortadan kalkıyor ya da bazı şeyler törpüleniyor diyelim. İşte Gallo da tam bu sebepten, tıpkı Anka Kuşu'nu verdiği zamandaki gibi Ömer’e önemli olan şeyleri hatırlatmak için geldi bence.
Yazı devam ediyor..