Güneşin Kızları: SavNaz'ın dünyası kördüğüm..

Güneşin Kızları: SavNaz'ın dünyası kördüğüm..
Rengarenk boylarla grafiti yapan bir kızın hayatı gerçekten rengarenk miydi? Dışarıdan bakınca evet, peki gerçekte?

İşte o çok başkaydı dünyadan kopuk,yalnızlığa alışık kendine ait saklı bir dünyası vardı. Her şeye rağmen ayakta dim dik durması güçlü kalabilmesiydi onu Nazlı Yılmaz yapan..

Zor olan bir hayatı daha fazla ne zorlaştırabilirdi? Elbette aşk.

Ve o hırçın gururlu kız hayatında ilk defa aşk denen duyguyu tadacaktı ve hayat o günden sonra bambaşka bir boyuta geçecekti..

Kimdi peki bu Nazlı kızın gönlünü çalan hırsız?

Aslında o da Nazlı'dan çok farklı değildi. Karanlık dünyanın masum çocuğuydu. Geçmişi kara bir delikti; tüm anıları orada kaybolmuştu. Hayata tutunmak için tek bir dalı bile kalmamıştı. Adeta rüzgarda savrulup duran en sonuncu güz yaprağı gibiydi. En büyük lanetiyle hep yaşamak zorundaydı o. Gösterişli bir soyadın arkasındaki en büyük enkazdı Savaş Mertoğlu.Ve gerçek aşk onu da değiştirecekti, değiştirdi de..

- Binerim ama arkadan sarılmam
- Sıkı Sarıl diyerek başlamıştı onların hikayesi..

Evet bu dialog geleceğin habercisiydi. Belki bencilce bir istekti ama "ben ne yaparsam yapayım bana sıkı sarıl ve hiç bırakma" demenin en tatlı haliydi..

"Bir gün hayatınıza damdan düşerek biri girecek ve kalbinizi çalacak" deseler belki de Savaş gülüp geçerdi. Ama öyle oldu. Damdan düşen bir kızı kurtaran o kocaman kollar sonradan o kıza hiç bırakmamak üzere sıkı sıkı sarılmak isteyecekti. Nazlı'nın da hayatını kurtaran süpermeni bırakmaya niyeti yoktu açıkcası. Onu tanımak onunla ilgilenmek en sevdiği işi haline gelmişti adeta.

Bir şeyi merak ediyordu Nazlı, süper güçleri olan adamların hayatı gerçekten acıklı mıydı yoksa o sadece filmlerde mi öyle oluyordu?!

Merak başa bela derler ya, Nazlı'nın da bela olduğunun düşünürsek gizemli süpermeni ancak o keşfede bilirdi. Zaman geçtikce bunu başardığını hepimiz gördük, herkese duvarlar örmüş Savaş'ın duvarlarını Nazlı'nın nasıl yıktığına şahit olduk. Savaş başındaki tatlı belanın farkındaydı ama ona adım atmaktan korkuyordu. Dokunsa kırılacak, canı yanacak diye korkuyordu ama Nazlı'dan uzakta kalamıyordu..

Artık aralarındaki bağ adını koyamadıkları ama herkesce malum olan o duyguya dönüşmüştü: AŞK!

SavNaz için aşkın tanımı tam olarak buydu:
Aşk yakıcıdır.. Seni yakar ama onun ateşinde yanmak güzeldir.. Bilirsin o ateş ısıtmaz ama yine de her şeye rağmen o ateşte yanmayı göze alırsın.. İçine girdiğin ateş canını yakar her tarafın yara bere içinde olur.. Acıyı en derinde hissedersin..

Yakıcı olduğu kadar gerçektir de.. İnsana hiç tatmadığı duyguları yaşatır.. Seni hem sultan hem dilenci yapar.. Seni bir anda dünyaya hükmedecek güç sahibi yapar aşk, sonra deli divane bir dilenci.. Herkes onun gözlerinin içine bakarken sen ondan bakışlarını kaçırırsın. Yürüdüğün yollar bir anda onun geçmesiyle anlam kazanır, dokunduğu, yaptığı her şey sana daha bir anlamlı gelir.. Onun yüzündeki gülümseme senin sebepsiz mutluluğun olur, canı yandığı zaman canın yanar.. Düşünürsün onsuz hayatı hayal edemezsin, o olmadan her şey anlamsız ve boş gelir.

Sonra gün gelir sebepsiz mutluluğunla uğruna ateşlerde yanmaya göze aldığın aşkınla arana sebepsiz bir ayrılık girer.. Bu kez kendini aynı ateşte ayrı acıyla yanmaya mahkum olursun.. Dedim ya, aşk yakıcıdır ve tutkuyla birleşince SavNaz aşkının büyüleyici olduğunu anlamak o kadar da zor olmuyor..


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER