Geçen hafta, kamera
hareketleriyle başımızı döndürerek son bulan, hepimizin başa
"sar-sar" izle şeklinde takılı kaldığı "naif öpüşme"
sahnesi, bu hafta kaldığı yerden devam etmesine rağmen ilk defa
"isyanlardayım" dememe engel bile olamadı.
Ömer'e ne zaman kredi versem, mutlaka sözümü bana
geri aldırtıyor olmasından sıkıldım. Geçen haftaki yorumum da "One and
Only İplikçi" dediğim Ömer beyimiz benim yorumumu iltifat sanıp, yanlış
anlamış olsa gerek ki bu hafta son sahnede saçmaladı. Küçük bir hatırlatma
yapalım kendisine; tekliğin ve eşsizliğin Defne'yi seviyor olmandan kaynaklı,
sakın unutma... Bu yüzden her hafta sahne sahne hazmedip, masalsı ve olumlu
bakış tarzımla yorumladığım, iyi niyetli yazılarıma karşı da "isyanlı boykotlarımı"
-düşünün artık ne kadar kızdıysam- sunuyorum.
Her zaman hayata mutlu bakışlar atmaya çalışırım!
Ama sonuçta ben de bir insanım ve bu bölüm kızgınlığıma maalesef yenik düştüm,
olumlu çizgimden bu bölümlük çıkmaya karar verdim! Nasıl mı? "Bir bakış
bir bakışa neler neler anlatır" sözünden yola çıkarak elbette... Bu
yazımda sondanbaşa mı, yoksa ortadan sona mı, o da olmadı baş-orta-son karışık
tarzda bir yorum mu yazarım, henüz karar veremedim! Hep birlikte göreceğiz...
(Yazar, hala kararsız bir halet-i ruhiye içinde...) Madem bakış dedim
bakışlarla devam edeyim o zaman (yazar karar verdi sondan başlıyor.)
Bir bakışın kudreti bin lisanda yoktur
Bir bakış bazen şifa bazen zehirli oktur...
Bir bakış bir aşığa neler neler anlatır
Bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır.
Bir bakış bir aşığı aşkından emin eder
Sevişenler daima gözlerle yemin eder...
Victor
Hugo'dan gelen bu dizeler, bir
aşığın bakışlarının, sadece âşık olduğu kişiye has olması gerektiğini ne güzel
de vurgulamış. O zaman İplikçi Galo'ya fırlattığı bakışlarla neyi, kime, nasıl
kanıtlamaya çalıştı? Hem Galo'nun yüzüne, o da yetmedi bir de arkasından, göz
süzmelerini de eksik etmeden ve gayri ihtiyari de bir bakış olmayan, bu
anlamsızlığın tanımı neydi? Cevap basit, "kadın ruhundan gayet iyi
anlarım" kibirliyle, ben bir "dâhiyim" şımarıklığıyla, seyirciye
de "cinsliğimi" kanıtlarım tarzında bir bakıştı. Ömer^^^, biz tüm
kadınlar zaten senin bir nev-i şahsına münhasır "cins" olduğunu
biliyorduk! Ama her insan yanılabilir!!! Türünün son örneği sanırken baktık ki
sen de herkes gibi olmaya çabalıyorsun! Yoksa bir bölümlük bir burhan içine mi
girdin? Yine bir teknik-taktik planların varsa, "umarım ki öyledir".
Bu ders vermelerin kısacık sürsün, bizler de o bölümden bu bölüme
kahrolmayalım. "Ömer sana söylüyorum, senaristimiz sen anla", lütfen.
Alışmışız senin Defne ismini bile duyunca gözlerinde yaşattığın aşkına. Bir
şaşırdık, duraladık. Ne oluyoruz dedik! Böyle bocalayacaksan Ömer, "dön
bir bak, öğren Defne'den nasıl sevilir, nasıl bakılır".
"Defne gibi SEVMEK, Defne gibi BAKMAK".
Defne, gözüyle değil, yüreğiyle bakıyor, âşık olduğu adama. İçi titriyor.
Hayranlığını bir çocuk utangaçlığıyla saklayamıyor. Göz bebekleri ışıldıyor,
büyüyor ve bu bakışları sadece sevdiği adama ait... O kadar âşık, sevgi dolu,
masum bir genç kız ki Defne, insan onun hakkının yenmesi fikrine bile tahammül
edemiyor. "Kiralık Aşk" perileri, severleri; artık Ömer merkezli bir
hikâye değil, Defne merkezli bir hikâye görmek istiyorlar. Ömer'in çevresine
doluşan kadınları değil, Defne'nin çevresinde pervane olan Ömer'i görmek
istiyorlar.
Yazı devam ediyor..