Kiralık Aşk: Açıl susam açıl!

Kiralık Aşk: Açıl susam açıl!
Bazen kalbine öyle keskin bir bıçak saplanır ki acıya dayanamazsın. Üstelik acı direncini anlamak için bu saplanın bıçağı içeride döndürüp dururlar. Bir süre sonra acıya alışmaya başlarsın, hissizleşirsin. Ama o saplantının hatırası hiçbir zaman aklından uçup gitmez. Öyle keskin bir ağrıdır ki, bir daha onu hayat boyu yaşamak istemezsin. Kendine göre önlemler alırsın bıçağın yeniden saplanmaması için. Çelik bir yelek giyersin ya da önünde her zaman sana siper olacak bir koruma kalkanıyla dolaşırsın. Bunu yaparken zannedersin ki, o bıçağın bir daha hiç saplanma ihtimali yoktur. Oysa bilmezsin aslında bu kalkanların acı kadar başka duygulara karşı da siper olduğunu...
 
KESKİN BIÇAK
Hepimiz hayatta bazı şeyleri biliriz ama gerçek olduğunu kabul etmekte zorlanırız. Aynen annesinin hasta olduğunu bildiği halde ona bir şey olmayacağını sanan Ömer gibi... Ona bir veda havasında bir sürü öğüt vermesiyle anlar Ömer gerçeği. Kaçar nefes almak için derdini anlatacak kimseleri olmayan yalnız ruhların sığındığı o mahalleye. Acıyla ilk kez yüzleşmiştir. O gün ilk kez bıçağın keskinliği ve hayatının bir daha hiçbir zaman aynı olmayacağını anlamıştı Ömer. Ancak omzuna konan iyi huylu Anka Kuşu kendisine dert ortağı olmuş, umut aşılamıştı. Sonra yanında uğuru olmasına rağmen o bıçak en derine saplanmaya devam etmişti. Önce annesi hastalığa yenik düşmüş, ardından da babası onun yokluğuna dayanarak bile bile ölüme doğru yürüyerek o bıçağın içeride dönmesine neden olmuştu. Bir çocuğun hayatta çekebileceği en büyük acılardan birini çekmişti Ömer art arda... Ve o gün yemin etmişti kendine bir daha hiç acı çekmeyeceğine. Eğer yalnız başına kalırsa artık acı çekme ihtimali de olmayacağını düşünerek başladı kaçmaya... Ta ki Sadri Usta hayatına girip ona mola vereceği bir sığınak yaratmak için elini uzatana kadar...
 
“Kimseyle konuşmak istemiyorum, beni yalnız bırakın” diyen herkesin aslında en büyük ihtiyacıdır sevgiyle biri tarafından sarıp sarmalanmak. Özellikle de onu seven herkesi bir anda kaybeden Ömer gibi. İsyanın arkasında aslında gerçek ihtiyacı gizliydi: Sevilmek. Bu nedenle Sadri Usta’nın uzattığı el çok iyi gelmişti o anda kendisine. Kimi insanların başkalarıyla arası bozuktu, kendileriyle arası bozuktur, yaşamla arası bozuktur. Bu kişiler tiyatro oynar ve oynadıkları oyunun metnini, yoksun bırakıldıkları şeye göre yazar.* Ömer de Sadri ustanın uzattığı eli tutarak o gün kendi oyun metnini yazmaya başlamıştı. Ustanın evde kalma fikrini reddederek atölyede saklanmıştı herkesten ve her şeyden.

En yakın dostu okuduğu kitaplar olmuştu. Oradaki kahramanlardı Ömer’e hayatı öğreten... Handa, Sadri Usta’nın atölyesinde geçirdiği her gün Ömer yavaş yavaş etrafına inşa ediyordu koruma kalkanını o keskin bıçaktan korunmak için. Hanın o eski soğuk duvarlarıydı bir şekilde kalkana aslında hayat veren. Ne zamanki Ömer o duvarların sağlam bir şekilde tamamlandığını gördü, nutmak istediği tüm acılarını atölyede bırakarak mola verdiği gerçek hayatına korunaklı bir şekilde geri döndü. Artık acı riski olmadan ‘poker face’ görünümüyle yaşamaya hazırdı kendi tiyatrosunu. Sadece çalıştı. Sıfırdan bir iş kurdu, hayatındaki en yakını olan birkaç kişi dışında kimseyi oynadığı tiyatroya dahil etmedi. İsteyenlerin de dahil olmasına izin vermedi.
 
AŞK TUZAKLARLA DOLUDUR
Ama işte hayat... Sen ne kadar risk almaktan hoşlanmazsan da oyunun içerisindeki biri sen hiç farkında olmadan senin günlük hayatının içerisine başka bir oyuncu katar. Aynen birçok rastlantının ardından Ömer’in ofisine ve evine Neriman sayesinde sızan Defne gibi. Yani aşkın ta kendisi. Aşk tuzaklarla doludur. Kendini göstermek istediğinde bize yalnızca ışığıyla belirir ve bu ışığın içindeki gölgeleriniz gözümüzden saklar.* Ömer’in de Defne’nin sıcaklığı ve kızıl saçlarının aynen güneş gibi saçtığı ışığıyla kamaşmıştı. Fark etmeden alışmıştı o aşkın hayatına kattığı büyüye. Ama işte aşk bir kere hayatına girdiği zaman bazen mutluluk getirirdi, bazen ise acı. Aşık olurken acı çekmeye de razı olmak gerekirdi.

Ömer dağ evindeki ilk terk edilmede kabullenmişti bu acıyı bıçak bir kere saplanmıştı çünkü ama ne zamanki Defne yalan söylemişti o zaman saplanan bıçak yeniden dönmeye başlamıştı. Ömer kendisine yasakladığı bir duyguyu ilk kez yeniden yaşamıştı onca yıl sonra... Korkmuştu! Biliyordu çünkü eğer o bıçağın içeride kalmasına izin verirse yaşayacağı acının derinliğini. Bir kere yemin etmişti o acıyı yeniden çekmeyeceğine. Hemen kaldırmıştı kalkanlarını geri en tepeye kadar. Ne demişti ayrılığın ardından Sadri usta’ya “İnsan nasıl da birine bağımlı hale geliyor. Nuh gibi çakıyorsun aklına. Açıyorsun avucunu koyuyorsun kalbini içine sonra ne yaparsa yapsın ellerindesin. Onun merhametine kalıyorsun, bu da sana fazla geliyor tabi ki. İşte kontrol edememek.”
 
KALBİM SANA EMANET
İnsan en çok kontrol edemediği şeyden korkar. Ömer de zamanında çektiği acıyı kontrol edemediğini fark ettiğinden örmüştü hanın o soğuk duvarlarıyla koruma kalkanını. Yeniden acı çekme ihtimali bile çıldırtıyordu onu. “Güvenmiyorum” diyordu Defne’ye ama aslında asıl güvenmediği Defne’nin avucunda öylece duran o kalbe iyi bakıp bakmayacağıydı. Bu nedenle de aslında hiç kaçmak istemezken kendini korumak için arkasına bile bakmadan koşar adımlarla kaçmıştı Defne’den. Sonra bir fark etti ki, kaçmıştı ama yapayalnız yine. Aradığı güveni bulamamıştı. Sığınmak istediği liman artık eskisi gibi değildi. Bir şekilde eksikti. Kendisini iyi hisseder sanmıştı, pek mümkün olmamıştı.

Aşktan kaçmak zordur zaten değil mi? Hele bir de sevdiğin kaçmak istediğin tam yanı başında tüm sıcaklığıyla duruyorsa. O da yavaş yavaş kendiyle vermeye başladı savaşını... Başlarına gelen her bir olay, aralarındaki her bir çekim ve özlem Ömer’e Defne’den uzak durmak yerine onu temkinli bir şekilde sevmeyi öğretmişti. Çünkü biliyordu tüm bildiklerini yerle bir edecek bir engelin olduğunu arasında. O sır ortaya çıktığı zaman belki yaşadığı acıların daha da büyüğünü yaşayacağını... Bir şekilde hazırlıyordu kendini acı çekmeye ama o engel ortadan kalkmadan da risk almak istemiyordu. Ta ki geçtiğimiz hafta eve girdiğinde yeniden Defne’nin gittiğini sanana kadar...
 
Acı çekmekten korkan ve bundan kaçan Ömer ilk kez acının kendisinde yarattığı histen daha kötü bir his olduğunu fark etti: Defne’sizlik. Anlık bir korkunun ardından uzakta güneş gibi parlayan Defne’yi gördüğünde sanki biri ona yeniden hayat vermişti. Aynen ölümsüzlüğün simgesi Anka Kuşu gibi. O anki mutluluğuyla gidip öpmüştü sevmişti.
 
Barajlar gibidir aşk. Bir zerre suyun sızabileceği bir çatlak bırakırsanız, bu su duvarları yavaş yavaş kemirir ve öyle bir an gelir ki, akıntının gücünü artık kimse denetleyemez. Duvarlar yıkılacak olursa, aşk efendi olarak her şeye el koyar, neyi yapabilirim, neyi yapamam sevdiğim kişiyi yanımda tutabilir miyim, tutamaz mıyım, gibi sorular artık boşunadır… Aşık olmak, denetimi elinden kaçırmak gibidir.* Ömer’in koruma kalkanındaki çatlaklar da o öpücükle birlikte denetlenemez bir hal ve kendini akıntının gücüne bıraktı. Ömer ilk kez Defne’ye “Keyfim yerindeydi, sen de çok güzeldin. Şu an olduğu gibi.. Bir şey düşünmedim, plan da yapmadım. Sadece canım seni öpmek istedi.” sözleriyle de dile getirdiği gibi hiç düşünmeden hareket etti.

Akıntının gücüne kendisini bıraktı. Uzun zamandır özlem duyduğumuz o gülümseme aldı yüzündeki yerini. Kalabalığın içerisinde hayranlıkla baktı Defne’sine, izledi Koray ile dans edişini, beraber cips yediler, dostlarıyla eğlendiler. Ömer’in kalkanındaki çatlak Koray’ın “Bunca senedir bu ortama hiç kimsecikler girmemişti. Yani Ömer’in buzdağından başka...” diyerek tanımladığı evin içerisine de nüfus etti. İlk kez evi sevdikleriyle şenlendi. Klasik müzik yerine daha eğlenceli şarkılar çaldı. Kahkahalar arka fonda çınladı...


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER