Öncelikle yazan, çeken, oynayan herkesin ellerine sağlık. Beklenmeyen bir sağlık sorunundan dolayı planlanan yoldan bir süreliğine çıktı ekip ve birkaç günde yeni bir şeyler yazıp, onu çekip ve oynayıp bize sundular. Bu bölüme, diğer bölümler gibi bakamayacağımız ortada bu sebeplerden ötürü. Ayrıca verilen iyi niyetli bir çaba da var. Tabii, anlatılan onca hikâyeden sonra geçmişe dönmek riskliydi. Özellikle de elde diziyi normal bir şekilde izlemeyen, her sahneyi, her sözü ezbere bilen bir seyirci olunca bu daha da riskli oluyordu. Bölümü izlerken "yahu bu böyle değildi, bu da böyle anlatılmamıştı" diyerek izledim, eminim çoğu kişi de öyle izledi. Evet, olmayan şeyler çoktu (en önemli eksik tabii ki Barış Arduç’tu.) ama geçmişle ve gelecekle ilgili verilen şeyler de yok değildi. Bakalım bölüm bize ne vermiş ne verememiş..
Müsaadenizle sondan başlamak istiyorum ve "The Ömer İplikçi is back" diyorum. “Kökleri geçmişte olan bir gelecek… Sahip olduklarımla, olamadıklarımla. Geçmişle, bugünle, sonrasıyla; en önemlisi her şeye rağmen peşini bırakmadığım hayallerimle. BURADAYIM!" Ol hayatım ol. Sana burada olmalar yakışır. Son sahneyi resmen mutluluktan uçarak izledim. Yahu sadece bir hafta yoktu ve özlem had safhalara ulaştı. Biz ne ara Ömer İplikçi’ye bu kadar bağlandık anlamadım. Görüntü eski olmasına rağmen o kadar güzel bağlanmıştı ki etkilenmemek elde değildi. Tabii söylediği sözlerin de etkisi vardı. Buradaydı, geçmişle harmanlanan bu günüyle, geleceğe olan inancıyla ve hiç bırakmadığı hayalleriyle. Daha ne olsun? Öncesindeki mesaj, Ömer vesilesiyle Barış Arduç’un iyi olduğunu görmek ve yine o vesileyle geleceğini duymak da çok çok güzel oldu. Sonuç olarak, Ömer İplikçi geliyorum diyordu, gümbür gümbür diyordu, hem de haftaya diyordu daha da ne desindi?
Bölüm boyunca Ömer’i gördük (ya da görmüş sayıldık ) ve çok da derine inmeden onun acılarına tanıklık ettik. Çok derine inmedik çünkü bunları Ömer İplikçi ile izleyeceğimizi biliyorum. Dizinin çatışmalarından biri olan Dede- Ömer hikâyesi ve bir diğeri olan "Ömer’in sorunlu geçmişi" yani Ömer'i, Ömer İplikçi apan şeylerden. Bu yüzden tek bir "cankurtaran" bölümüde gösterilecek ya da çözülecek olaylar değil. İlerleyen bölümlerde dedeyle arasındaki problemi ve Ömer’in kayıplarının ardından yaşadığı acıyı Ömer’in ağzından dinleyerek, gözünden görerek izleyeceğiz ve bence acıyı içimizde çok derin bir şekilde hissedeceğiz.
Ömer’in annesinin Ömer’e öğüdü, “İyi insan ol, adaletli ol, beyefendiliğinden ödün verme. İyiler hep kazanır. İyi olmaktan hiç vazgeçme.” dikkat çekiciydi. Ne kadar da her öğüdü tutan vefalı bir evlat! Annesi, gözün arkada kalmasın. Oğlun çıtayı arşa çıkardı; iyi, adaletli ve beyefendi olmak konusunda… Ömer’i, Ömer yapan en değerli şeylerden biri de annesine olan sevgisi. Ömer’de annesinin hep başka bir yeri olduğunu ve gidişinin onu çok sarstığını biliyorduk. Bu yüzden onun gitmeden önce söylediği sözlerin Ömer’in yaşam felsefesi olması kaçınılmazdı. Annesine verdiği sözü tutmaya çalışmış, kendi başına ayakta durmuş, terk edilmiş bir çocuk. Sadri Usta’yı tanımasa yine bir şekilde yolunu bulurdu gibime geliyor ama bu Ömer İplikçi olur muydu, ondan emin değilim.
Ömer, Sadri Usta’nın yanında, onun ellerinde yoğrulmuş, kendini dinleme, anlama ve bulma fırsatı yakalamış. Ne de güzel olmuş. Sadri Usta… Ömer’i, Ömer İplikçi yapan en güçlü etkenlerden biri. Ellerine sağlık. Yapmışsın olmuş vallahi. Tabii, Ömer’in içinde de bir potansiyel varmış o ayrı (annesinin öğüdü, kalbi, aklı). Daha ilk sahnelerinde Sadri Usta, Ömer’e ilk öğüdünü veriyor ve Ömer’in kendini bulması için gideceği yolu gösteriyor. Keşke Ömer’in Sadri Usta’nın yanındaki sahneleri daha fazla olsaymış. Hayata dair söyleyeceği o kadar şey var ki ustanın, Ömer’in bunlardan etkilenip hayatını şekillendirdiği çok belli.
Bölümde en sevdiğim şeylerden biri de Neriman İplikçi’ydi. Eminim dün izleyen herkes çok şaşırmıştır Neriman’ın o hallerine. Meğer Ömer’e sevgisi gerçekmiş ve amcasından bile daha çok düşünürmüş onu. Ömer’in neden yengesini bu kadar çok sevdiğini ve ona karşı neden bu kadar toleranslı olduğunu anlamış olduk. Neriman’ın hep böyle olmadığını, bir olayın onun dengesini bozduğunu, değiştirdiğini düşünüyordum. Sebebi tam olarak verilmedi. Sude’yle de ilgili olabilir ya da geçmişte yaşanmış başka bir şeyle de. Bu da bence ileride anlatılmak için cebe atıldı. Merakla bekliyoruz efendim. Ayrıca, Neriman’ın bu halleri ilerisi için de bir umut oldu çünkü oyun ortaya çıktığında Ömer’in belki ilk anda tepkisi çok ağır olacak ama sonrasında aralarındaki bu geçmiş ve yengesinin vefası onu affetmesini kolaylaştıracak. Tabii bir de yengesi bilmeden mucizesini ona getirmiş oluyor. Bu sebep bile sonradan onu affetmesi için yeterli. Ömer’in bu noktaya gelmesi zor olacak ama o gün geldiğinde, oturup düşünecek. Herkesi affetmek için sebepler arayacak ve hikâyenin şu an en suçlusu gibi görünen yengesini affetmesi için güzel sebeplerini hatırlayacak.
Defne’nin mahalleye taşınması, İso ve Nihan’la arkadaşlığının işlendiği kısımlar da eğlenceliydi. Bu arkadaşlığın aslında biraz da acıları beraber göğüsleyerek kurulduğunu görmüş olduk. Defne şu anda yaşadıklarının acısıyla başa çıkabiliyorsa; bunu,o mahalleye taşındığında kazandığı dostlarına borçlu, şüphesiz.
Defne ile Ömer’in karşılaşması ise Ömer bildiğimiz Ömer olmadığı için çok etkileyici değildi açıkçası benim için. Tabii orada verilen güzel detayı da söylemeden edemeyeceğim.
"Ne güzel saçların var senin"
"Neresi güzel ya Çarşamba cadısı gibi"
Bu diyaloğu hepimiz Ömer’in rüyasından hatırlıyoruz. Ömer’in bilinçaltında daha neler var kim bilir? Rüyada olan her şey sonradan çıkmıştı. Ömer’in saç takıntısını ve rüyadaki o sahneyi de böylece anlamış olduk. Şimdi bu karşılaşma ve sonrasındaki karşılaşmadan bize şu mesaj verilmiş oluyor sanırım: Ömer Manu’da Defne’yi gördüğünde saçlarından tanımış ve bu yüzden onu öpmüş olabilir. Çabucak âşık olması ve hep onu bekliyormuş gibi hasretle bakması belki bu yüzdendir. Çünkü o günlerde karşısına çıkan o kıvırcık turuncu saçlı kız, yıllar sonra asistan olarak gelip hayatının merkezine yerleşti ve gerçeklerle yaşayan Ömer İplikçi’yi mucizelere inandırdı. Kökleri geçmişte olan bir aşk. Mucizelere inanmak istemeyip ne yapacaktı Ömer?
Herkesin bir şekilde denk geldiği sahneler ve tanışma hikâyeleri güzeldi. Özellikle Sinan, Yasemin ve Koray’a bayıldım. Sinan istemese de Koray’ı "Koray Sargın" yapan adam ve Koray da Yasemin’i şu anki Yasemin yapan kişi. Bölüm içinde iki veya üç kez karşılaşmalarına rağmen tanışmadılar Yasemin ve Koray. Çok komikti ve sonrasında da birbirlerini hatırlamamaları bu yüzden sanırım. Ayrıca, söylemeden edemeyeceğim Yasemin bir sahnede yine aynı cafeye erkek arkadaşıyla gelmiş ve orada ayrılmıştı erkek arkadaşından. Yasemin “Acaba ne zaman bulacağım aradığım adamı?“ dediğinde kamera Sinan’da durdu. Bu da gelecekle ilgili güzel bir ipucuydu. Demek ki Sinan ve Yasemin aşkı dolu dizgin gidecek.
Yazının devam ediyor...