Muhteşem Yüzyıl Kösem… Ya da "Herkes bilsin ki televizyonlarımızdan bir Muhteşem Yüzyıl geçti…”
Cümlenin ikinci kısmı muhtemelen Muhteşem Yüzyıl seyircisinin, hatta dizi hafızası kuvvetli seyircilerin de çabucak anımsayacağı, dizinin son bölümünün son sahnesinde Halit Ergenç’in zihinlere kazınan ve kolay kolay da silinmeyecek Kanuni Sultan Süleyman performansıyla seslendirdiği monoloğa bir referans. Bu referansı Muhteşem Yüzyıl’dan sonra onun devamı gibi düşünülen ama aynı zamanda “yeni” bir dizi olma misyonu da olan Muhteşem Yüzyıl Kösem dizisiyle ilgili bir yazıya giriş olarak seçmemin sebebi elbette sadece bu devam meselesi değil.
Muhteşem Yüzyıl Kösem kendisini ilk dizinin adıyla konumlandırdığı, hatta buradan yola çıkarak yeni dizideki pek çok karakterin ilk serideki bazı karakterlere fazlasıyla benzetilerek oluşturulduğu ve dahi ilk seri müziklerinin daha jenerikten itibaren bolca kullanılmaya başladığı andan itibaren ilk seri ile hiç bitmeyecek bir kıyasa tabi tutulacağını kabul etmiş ve dolayısıyla çıtayı ondan daha da yükseğe çıkaracağına dair izleyici algısını/beklentisini pekiştirmiş oldu. Her ne kadar yeni diziyi ilk serinin adıyla onun marka değeri içine konumlandırmak ve o değerden beslenmek arzusu işin ticari tarafından anlaşılabilir bir refleks olsa da, haftalardır bitmek bilmeyen mukayeselerle dizinin esas yenmesi gereken rakibi konumuna gelen Muhteşem Yüzyıl etkisinin dizinin seyirciyle bağ kurabilmesinin önünde sıkıntı yarattığını söyleyebiliriz.
Bu genel durum tespitinden sonra Muhteşem Yüzyıl Kösem’in izleyicisi ile kurmayı umduğu bağı gerçekleştirmekte neden sıkıntı yaşadığını, bu anlamda Muhteşem Yüzyıl’ın Türkiye’de dizi prodüksiyonu ve içeriği oluşturma açısından çıtayı oldukça yükseğe çıkaran ekran serüveninin nasıl olup da yeni dizi açısından bir kıyas sebebine/engele dönüşmekte olduğu sorusunu cevaplamaya çalışalım; ancak ne yazık ki biz de yine o bitmek bilmeyen mukayeseye bir şekilde girmek zorunda kalacağız, yeni dizinin pozisyonunu daha iyi görebilmek açısından.
Muhteşem kadro... İlk olarak Muhteşem Yüzyıl’ın iki temel ayak üzerinde kuvvetli şekilde kurularak hayata geçtiğini anımsamamız gerekecek. Bu ayaklardan biri sadece bu dizinin değil, herhangi bir projenin hikâyesinin de en temel yapıtaşı olan hikâyenin taşıyıcısı olacak oyuncu kadrosunun nokta atışı denebilecek oyuncu-karakter eşleşmesi oluşturacak şekilde şekillenmiş olması, diğeri de bir dizinin belkemiği olan ana hikâyesinin kurulumuydu. Halit Ergenç’in yıllar içinde iyice güçlenen Sultan Süleyman performansıyla beraber Pargalı İbrahim, Hürrem, Mahidevran, Mustafa, hatta haremdeki pek çok karaktere kadar oyuncu-karakter eşleşmesi dizinin anlattığı muhteşem dönemle de uyum içinde bir sinerji yaratabilmişti. Burada elbette cast ensemble diyebileceğimiz şekilde kurulan kadronun ve canlandırdıkları karakterlerin dizinin genel hikâyesinde ve senaryoda bir puzzle’ın parçaları misali yerlerini alabilmiş olmalarının payı da çok önemliydi.
Kösem’in oluşumuna bakıldığındaysa dizinin anlattığı tarihsel dönem de göz önüne alındığında inandırıcılık ve ikna açısından biraz daha sıkıntılı bir süreç yaşandığını söylemek mümkün. İlk serinin anlattığı Osmanlı İmparatorluğu'nun en görkemli döneminin aksine burada ihtişamdan, muhteşemlikten uzak bir dönem var. Bu dönemin hikâyesinin sürükleyici karakterinin diziye adını da veren Anastasya/Kösem olması beklenmekte. Ancak burada ilk haftalar boyunca evinden, ailesinden kaçırılarak zorla saraya getirilme hikâyesiyle izlediğimiz Anastasya/Kösem’i değil daha çok dönemin padişahı Ahmet’i anlatmayı tercih eden (dolayısıyla da fazlasıyla Ahmet’i canlandıran oyuncu Ekin Koç’un performansına yüklenen) bir hikâyeyle karşı karşıyaydık. Hem de Ahmet’in 13 yaşında tahta geçtiği, hatta sünnetinin tahta geçtiğinde gerçekleştiği vurgusunu da fazlasıyla yaparak.
Ekin Koç, Sultan Ahmet'i canlandırıyor Elbette hikâyeyi bu şekilde biçimlendirmek bir tercihtir ve bunu yapmak da mümkündür ancak burada hikâye kurgusu ve karakter sunumlarında cast ensemble formatına da uygun olarak daha hassas ya da nokta atışı denebilecek bir denge kurulumuna ihtiyaç vardı diye düşünüyorum. Ahmet kadar hatta ondan daha fazla bu hikâyenin ve anlatılan dönemin esas kahramanı olacak Kösem’in karakter tiplemesi ve derinliği daha bir netleştirilebilmeliydi. İlaveten tahta çok küçük yaşta geçtiği, toyluğu ve gençliği vurgusu sıklıkla yapılan Ahmet’i yirmili yaşlarının başlarında, dizide anlatıldığı söylenen tipe fiziksel olarak çok da uymayan (yaş olarak büyük gösterdiği için) bir genç oyuncuyla ortaya çıkarmaya çalışmanın ve ilaveten padişah Ahmet ve geleceğin sultanı Kösem aşkını (belli ki karakterlere atfedilen yaş sebebiyle) gençlik dizilerinden sıklıkla aşina olduğumuz (kızın erkekle didişmesi, birbirlerinin üzerine kazara düşmek vb) anlarla fazla uzatarak anlatmayı tercih etmenin söz konusu ikna ve inandırıcılık beklentisini, kendi adıma, sarsan bir durum olduğunu düşünüyorum.
Her ne kadar bu durum dizi için tek başına bir sorun teşkil etmese ve bu durumu güçlü bir hikâye ve karakterizasyonla bertaraf etmek mümkün olsa da senaryonun görece sendelediği diyebileceğim nokta da burada oldu aslında. Çünkü anlatılan dönem itibariyle de geleneksel anlamda kültürel ve tarihsel ortak bellekte güç, kudret, azamet ve başarıyla eşleştirilen imparatorluk ve padişahlık algısına tam paralellik sağlamayan bir süreci görsel olarak sunmaya çalışırken hikâyenin ilk haftalarda yoğun olarak sadece Ahmet’i ve kardeşi Mustafa ile ilgili yaşadığı çatışmayı daha dar bir alanda, farklı karakterlerin pozisyonları, çatışmaları ve hikâyeye entegrasyonu güçlü hale getirilmeden işlemeyi tercih etmesi ortaya çıkan sunumun tempo ve heyecanının düşük kaldığı tek kanaldan ilerlemeye çalışan bir anlatı olarak şekillenmesine yol açtı diyebiliriz.
Muhteşem Yüzyıl'ın karakter çatışmalardan beslenen kurgusu güçlüydü. Muhteşem Yüzyıl’a döndüğümüzdeyse ilk sezonlarda Süleyman’ın bir tarafta elindeki güç ve kudretle diğer tarafta da kişisel hırsları ve nefsi arasındaki çatışmaya paralel kurgulanan önce Pargalı İbrahim’le sonraki yıllarda da oğlu Mustafa’yla hem benzer hem zıt oldukları noktalar üzerinden yaratılan çatışmadan yola çıkan kuvvetli bir karakterizasyondan beslenen bir kurgu oluşturulmuştu. Daha ilk bölümden itibaren hikâyenin aylar boyunca belkemiğini oluşturacak bu karakterleri detaylıca işlemişti senaryo. Buna Valide Sultan, Mahidevran ve Hürrem’in hem birbirleriyle hem de yeri geldiğinde Süleyman, İbrahim, Mustafa ve hatta farklı karakterlerle de aralarında kurulan çatışma ve çekişmeler ağ misali birbiriyle temas içinde bir olay örgüsü olarak eklendiğinde dizi yurt dışında üretilen muadillerine benzer bir epik/destansı tarihsel anlatı havasını kurabilmişti.
Bunu da hem yerli hem de yabancı izleyicinin ilgisini çekecek “Oryantalist” denebilecek bir bakış açısıyla yaparak etkisini güçlendirmişti. Dizinin anlatım üslubu olarak tercihi ettiği bu oryantalist tonla ilgili bir parantezi Muhteşem Yüzyıl Kösem için açacak olursam, yeni dizinin popüler yabancı dizi ya da filmlere doğrudan ya da dolaylı yaptığı atıfların anlattığı dönemin tarihi ve kültürel dokusuna ve kendine ait bir dünya kurma serüvenine pek olumlu bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Önemli olan dizinin yansıttığı dönemin kültürel, tarihsel, sosyal dokusunu ve “Osmanlı”ya ait atmosferi içine katması ve yansıtmasıdır.
Tekrar Muhteşem Yüzyıl’a dönecek olursak, üçüncü sezonla birlikte hikâyedeki çok önemli bir diğer çatışma noktası, daha dizinin jeneriğinde öncelikle keskin tarafları birbirine bakan iki kılıç figürü üzerinde yüzleri karşı karşıya getirilmiş Süleyman ve Mustafa ile sonrasında yine iki kılıç figürüyle temsil edilen Süleyman-Mustafa çatışmasına girilmiş ve üç sezondur detaylıca işlenen karakterler vesilesiyle bu çatışmanın varacağı son da aynı epik anlatı içerisinde güçlü şekilde verilebilmişti. Epik tarihi hikâyelerin özelliği rol modeller sunmasıdır zaten, kısaca özetlemek gerekirse, örneğin Sultan Süleyman, her ne kadar öne çıkarılan Hürrem aşkı ve harem entrikaları sebebiyle çok eleştirilse de, gücü, ihtişamı ve başarılarıyla bir epik kahraman modelidir, aynı şekilde dizinin dürüst, doğru, babasının yani hükümdarının sözünden asla çıkmayan, başarılı ve erdemli Mustafa karakteri de epik bir kahraman modeli olarak belirmiştir dizide. Aynı şekilde dizide her iki karakterin ölümü de bu epik kahramanlık formatı içinde gelişen hikâyelerinin sonucu olarak etkisini iyice güçlendirmiştir.