Ve artık suç/gerilim dramalarında dedektifin kendisi ilgimizi
çekiyor. Mesela karakteri cinayetleri çözerken ne derece rol oynuyor
merak ediyoruz, kafasının çalışma biçimini, katili çözümleme tekniğini
anlamaya çalışıyoruz. Luther bu açıdan çok zengin karakteristik özelliklere sahip. Dedektifimiz katili adeta koklaya koklaya, içgüdüleri ile
buluyor. İpuçları onun beyninde çiçekler gibi açmakta. Katilleri,
psikopatları kitap gibi okuyor. Hayvani bir empati yeteneği var. Katilin
bir sonraki adımını domuzuna hissediyor.
Düşünüyorum o halde Luther'im!
Luther'in çok ihtişamlı bir vücut dili var, sonsuz acı çeker
gibi bakıyor, sinirlenince camları patlatıyor, duvarları yumrukluyor,
vahşice bağırıp duruyor. Gözlerini devirip duruyor, elleri ile saçını başını sıvazlıyor,
ağzı burnu şekilden şekile giriyor. Telefonla konuşmuyorda sanırsınız
onu yiyor. Sokağın adamı o, olayı nasılda kişiselleştiriyor, temiz kalamıyor, her şeyi vazife olarak üzerine alınıyor.
O soğukkanlı, burnundan kıl aldırmayan bir
dedektif değil. O düzeltiletecek adam; kurbanı kurtarmak için gerekiyorsa
kendi bürosundan belge çalar, yeri geldiğinde canını dişine takıp hayvan
gibi koşar, gerekiyorsa kötüleri balkondan sallar. Tam o anda ölen
birini kurtarmaktadır çünkü. Bütün şiddet meyillisi hallerine rağmen kendisiyle Rus ruleti oynadığı tabancasını göreve giderken taşımaz.
Sen dondurmanı ye diye ben Luther'im küçükkız..
Luther'in bir başka özelliği Londra'nin göze batmayan etnik
çeşitliliği içinde, çeşitli ırk ve cinsten kadınlarıyla, sokaklarda hiç
yadırganmadan işini yapabildiği hissini seyirciye geçirebilmesi. O
polisin, o şehrin adamı olduğuna gönülden inanıyoruz. Üzerinde Londra'nın soğuğuna yakışır kırçıllı kaşe paltosu,
kırmızı pamuklu kravatı, yünlü pantolonu elleri her daim cebinde, ayı
adımlarıyla iki yana devrile devrile bir yürümesi var.
John Luther sık sık kuralların dışına çıkıyor, hedefe ulaşmak
için -bir psikopatı yakalamak için başka bir psikopattan yardım almak gibi-
olmayacak işler yapıyor. Ama işte sıradışı olduğu için "meseleyi
çözüyor" ve kötüyü yakalıyor. Polis kısmının kendi deyimleri ile "on
emir"inin dışına çıkan Luther ama rehineyi kurtarması beklenende Luther.
O halde "on emir" in canı cehenneme. İşte bizim dibine kadar adam,
torbacı tipli "Luther'imiz. Çalışma arkadaşları onu önce yadırgıyor
sonra alışıyor en sonunda hayran oluyorlar. Git gide teşkilatta "idol"
haline gelmesi aynı teşkilatta nefret edilme potansiyelini de
arttırıyor. Luther zamanla kendi sıradışı ve teşkilat dışı ekibini
kuruyor. Ekip elemanları enteresan; karısının sevgilisi, ailesini
katleden bir psikopat, porno sektöründen kurtardığı bir genç kızdan
oluşan çok tuhaf bir acil durum ekibi bu. Bunların en kafası güzeli
Alice tabii ki.
Eh sen benim Luther'imi bir üzersen, etlerini lime lime edip...
Luther manyak bir katille karşılaşıp işin içinden çıkamadı diyelim, kendiside resmen manyak bir katil ve aynı zamanda ödüllü fizikçi olan süper zeki Alice'e danışıyor. Evet doğru okudunuz. Adamımız dedektif Luther bu psikopat ve sosyopat Alice
ile kanka oldu. Neyse işte bu Alice kendisi kadar zeki çekişecek adam
arıyordu, karşısına Luther çıkınca pek sevindi derken derken abayı da
yaktı zaten. Birbirlerinin ciğerini biliyorlar haliyle.
Luther'in başına birşey gelecek diye ödü patlıyor Alice'in. Alice
gözbebeği Luther için yapmayacağı şey yok; uzaktan uzağa seyredip acil
durumlarda yardıma koşmak, düşmanlarının ayağını kaydırmak, kılık
değiştirip adam dövmek. Yeter ki Luther'in bakışı üzerinde olsun,
ilgisini kaybetmesin.
Ah, o başlangıç müziği yaktı eritti içimizi
Massive Attack'tan gelsin Paradise Circus!
Birinci sezon finalindeki o son şarkıdaki kişi aslında Luther. Şarkı şöyle diyor
"ben iyi niyetleri olan biriyim tanrım ne olur yanlış anlaşılmama izin verme."
Aynı dilekleri tüm iyi niyetliler için dileyelim.
Üç saatlik özel bölümün yayınlanacağı 17 Aralık'ta BBC başına geçenlere selam edelim.