“Buz Hokeyi, dünyanın en zor ve en sert sporudur. Oyunu iyi oynaman yetmez; dayanıklı olmak zorundasın.”
Bu sözler, Perşembe akşamı TRT 1 ekranlarında ilk bölümü yayınlanan Tek Yürek dizisinin giriş sahnesinden..
Böyle bakınca, buz hokeyi hayata benziyor biraz. Oyunu iyi oynaman yetmiyor; dayanıklı olmak zorundasın.
Bir süredir devam eden dizi orucumu Perşembe akşamı Tek Yürek ile bozdum. Diziye ilham olan hikâyeye vakıftım. Sıfırdan zirveye ulaşan bir yolculuğun öyküsü.. Belki de çocuklarımıza hayatla ilgili uzunca nasihat etmek yerine onlarla oturup, bir derdi olan hikâyelere kulak vermek gerek.
Öyle yaptım.
Öncelikle Tek Yürek’i hayata geçiren, hikâyesinin peşine düşerek nihayetinde bizimle buluşturan bütün ekibe kendi adıma teşekkür ederim.
Diliyorum uzun soluklu olsun, kendini anlatabilecek dermanı hep olsun.
Seyredemeyenler için Tek Yürek, Zeytinburnu’nda dezavantajlı gençlerden oluşturulan bir buz hokeyi takımının, “yapamazlar” diyenlere inat Avrupa şampiyonluğuna uzanan öyküsünü konu alıyor. Her bir gencin ayrı hikâyesi, başka başka yarası var. Kanada’da kendisi için yolun bittiğini düşünüp memleketine dönen bir buz hokeyi antrenörünün, bir fidana can suyu verir gibi bu gençlere el uzatması ile hikâye başlıyor.
Antrenör Halit karakterine hayat veren Tayanç Ayaydın, röportajında “Ismarlasaydım ancak böyle bir rol isterdim” demiş. Bu cümle bütün oyuncuların büründükleri karakter için sarf ettikleri klişeden ibaret gibi görünebilir belki ama Tayanç Ayaydın’ın bunu “öylesine” söylemediğini diziyi seyreden herkes anlamıştır tahmin ederim. Çünkü biz o akşam, her şeyiyle tam bir Halit Hoca gördük ekranda. Bizi idealizmine, adalet ve liyakate olan sadakatine, iyiliğine, buz hokeyi aşkına yürekten inandırdı. Bu haliyle inanıyorum ki yalnız dizide bahsi geçen o gençleri değil, diziyi seyreden binlerce genci de buz hokeyi oynamaya ya da belki en azından bir spor dalı ile uğraşmaya ikna edecek.
TV’de bu tür yapımların boy göstermesi işte bu sebeple çok önemli.. Bazen sayfalarca yazarak, günlerce konuşarak gönlümüzce anlatamadığımız derdimizi bir şarkı, dizi ya da bir film vesilesiyle muhatabımızın kucağına kuş gibi konduruyoruz. Tabii mesajı kimin ilettiği de önemli.. Tek Yürek üzerinden örneklendirecek olursak, Survivor’da milyonlarca gencin ilgisine mazhar olan Hilmicem İntepe ve Anıl Tetik, rolleri için biçilmiş kaftan diye düşünüyorum.
Haydi, gerçekçi olalım. Gençlerimizin, çocuklarımızın pek çoğu nasihat dinlemekten hoşlanmıyor, rol modellik kurumuna inanıyor ve şarkıcıların, oyuncuların, sosyal medya fenomenlerinin işaret ettiği ne varsa, çılgınlar gibi onunla ilgileniyor. Böyle konuşunca bazen tepki alabiliyorsunuz. Çünkü herkes kendi çocuğunun televizyon izlemediğini, bilgisayar ya da telefondan uzak durduğunu iddia ediyor. Peki, yalnız bir tanesi bile yüzlerce milyon tıklanan videoları, çoğunluğu ev geçindirme derdinde olan 40’lı yaşlardaki insanlar mı yüceltiyor dersiniz? Sanmam. Herkes kendi gerçeğini kabullenirse, birlikte çok daha kolay yol alabiliriz. Hülâsa gençlerimizin ve evlatlarımızın spor alışkanlığı kazanması ya da kötü alışkanlıklardan uzak durması için böyle yapımlara ihtiyaç duyulduğu kanaatindeyim. Kendisi de gerçek bir hikâyeden ilhamla kaleme alınan bu senaryo, başka gerçek hikâyelere ilham olabilir. Böylece bir ilhamlar silsilesi oluşturur ve hafızamızı yeni başarı öyküleriyle zenginleştirebiliriz.
İlk bölüm gösterimine katılarak diziyi ekiple birlikte seyreden Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Mehmet Kasapoğlu da projeye olan inancının altını çizerek; sporu özendirecek, gençliğe dokunacak yapımların destekçisi olacaklarını söyledi. Gençlerin olduğu her yerde olmayı vaat eden bu bakış açısını bir kazanım olarak görmek gerek.
Yaşı 11 olan bir çocuğun annesi olarak şunu net biçimde söyleyebilirim ki, bu çağın çocukları ve gençleriyle bir çizgide buluşmak çok zor. Elbette bu yeni bir şey değil. Dünya üzerinde hiçbir ergen yoktur ki, anne babasının kendisini anlamadığından şikâyet etmesin. Ama bu çağda mesele biraz daha farklı.. Çocuklarımızla aramıza birkaç yüz yıl girmiş gibi yabancıyız pek çok şeye. Dolayısıyla onlarla ortak bir paydada buluşabileceğimiz her alanı kıymetli buluyorum. Spor da onlardan biri.. Hani hep söylediğimiz, “Spor, dünyanın ortak dilidir” ifadesi aslında aileler için de kullanılabilecek bir tabir. Sofrada paylaşılacak havadisler, evladının nerede olduğundan emin anneler, müsabaka günü giyinip kuşanıp daha önce yolunun hiç düşmediği stadyumları doldurmalar.. Hayatında hiçbir aksiyon olmayan insanları rutinden kurtaracak, eve bir renk, bir heyecan, başka bir ruh getirecek bir iletişim köprüsü spor. Sporun faydalarından söz ederken, aile içi iletişime sunduğu bu katkıları es geçmemek gerekir.
Bakınız dizide de, Yusuf ile ablası İlknur’un arasındaki buzları, buz pisti eritecek.
İlknur her seferinde sokaklardan, kavgalardan, karakoldan çekip aldığı kardeşinin dönüştüğünü, iyileştiğini, bir hayal için emek verdiğini görünce ona saygı duymaya başlayacak. Ona güvenecek, inanacak. Konu İlknur’a gelmişken Vildan Atasever’i de selâmlamadan geçmek istemem. İlknur’u ne güzel giyinmiş, yakıştırmış kendine. Halit Hoca’yla aynı mahallenin çocuğu olmaları, başka dünyaların insanları oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Ama biz farklılıklardan doğan zenginliği baş üstüne koymayı bildiğimiz için, bu iki yaralı kalbin muhabbetinden doğacak aşkı da bir yaka iğnesi gibi göğsümüzde taşıyabiliriz. Ama ki güzel yazılsın..
Diziye dair, bahsetmeden geçmek istemediğim bir dolu ayrıntı var. Kalbime çok dokunan iki hikâye var mesela. Biri, babasının korkusundan kekeme olduğunu tahmin ettiğim Umut’un, diğeri sırtında sökük kazağıyla Osman’ın hikâyesi. Yine de umudunu hep diri tutan, gözleri parlayan Osman’ın… Mahallenin güzel abisi görünümlü, aslen zehir taciri Sait’in elinde yılları heba olan her bir gencin hikâyesi çok etkileyici aslında.. Ve hiçbiri uzak değil, yok değil, yabancı değil. Yurdumda hangi köşeyi dönsen arkasından tanıyabileceğin hayatlar.
Sait’in daha ilk günden “buz hokeyi” fikrinden rahatsız olması boşuna değil. Çünkü Sait biliyor ki, gençlerin sporla tanışması demek, başka bir hayatın kapısını aralamak demek.. Kuryelik, tahsilatçılık yapmak yerine şampiyonluk rüyasına odaklanmak demek. Genç ellerin silah yerine, buz hokeyi sopası tutması demek. Bağımlılık yapan maddeleri reddedip kendini her türlü zararlı faaliyetten beri tutmak, bedenine iyi bakmak demek..
Geçimini insanların zehirlenmesine aracılık ederek kazanan ve bu iş için pırıl pırıl gençleri kullanan bir adam buz hokeyinden, takım kurulması fikrinden niçin hazzetsin?
Sait de gerçek.
Hikâye nasıl gerçekse, o gençler ve yaşadıkları hayat nasıl gerçekse Saitler de o kadar gerçek.
Ve biz, bu ülkenin çocuklarını Sait’ten ve onun dayattıklarından korumak, kurtarmak zorundayız.
Bağımlılığın her türü ile canla başla mücadele etmek durumundayız. Dizide, ilk bölümden sinyali verilen nur topu gibi bir dijital bağımlılık örneğimiz de var. Halit Hoca’nın, herkese derman olmaya gayret eden Halit Hoca’nın, oğluna koskoca 140 dakika boyunca niçin bir kere bile “E be yavrum bırak şu tableti artık” demediğini merak ediyorum. İlerleyen bölümlerde dijital bağımlılık konusuna derinlemesine girileceğine inanıyorum. Evde oturuyor diye emniyette olduğunu düşündüğümüz çocuklarımızın teknolojik aletlerle ilişkilerinde ölçü ve sınır bilmemeleri durumunda güvende olduklarını söyleyemeyiz. Açık konuşmak gerekirse her birimiz bu haliyle potansiyel birer siber zorba da, sonu intiharla biten sanal oyunlar için kurban da yetiştiriyor olabiliriz. Bu ihtimalleri düşünmek bile istemiyorum. Bu sebeple, Tek Yürek’te bu hususa değinilmesinden de son derece memnunum.
Açık yaraya kurt düşmezmiş. Bunları konuşabilelim. Bir tv dizisinde dijital bağımlılığı olan bir çocuk görmek ve ona uygulanacak ideal iyileştirme yöntemi toplumda bir algı oluşturabilir. Çocuğunun bu halini isimlendiremeyen bir aile, bunun aslında ne demek olduğunu ve nereye gitmesi gerektiğini bu sayede öğrenebilir. Kitle iletişim araçlarının toplumsal fayda sağlamasına aracılık eden bu projelerin sayısını artırmak, topyekûn bir dönüşüm için fırsat kapısıdır.
Umudu ve önemi semtinden daha büyük olan mahalle kulüplerini bir hatıra galerisi olmaktan öteye taşıyıp, çocuklarımızın bu kapılardan içeri girmesini sağlamak gerekir.
Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın, bu toprakların her köşesinde gizli bir hazine gibi duran ve keşfedilmeyi bekleyen yeteneklerini Türk sporuna kazandırmak için başlattığı Yetenek Taraması’nın, nice başarı öyküsüne gebe olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’nin çocukları hayal kurmaktan vazgeçmedikçe ve idealist Halit Hocalar yolundan dönmedikçe daha çok şampiyonlar çıkaracak, birbirimize sevinçle sarılacağız.
Güzel bir başlangıç oldu.
Kanada’dan Zeytinburnu’na göçen Halit Hoca’nın çocukları bu işe sevinmeseler de, onların ilk adımı hem mahallenin gençlerine hem Türk sporuna ve hem seyirciye umut oldu.
Seyirciyi kurduğu dünyaya ikna eden, bolca iyi niyeti ve bir derdi olan bu işe gönülden başarılar diliyorum.
Sokaklarda yatan, kâğıt toplayan, bir şekilde dezavantajlı olan çocukların, gençlerin olduğu yerden uzak durmak, onlara burun kıvırmak ya da en iyi ihtimalle yalnız üzülerek yanlarından geçip gitmek en kolayı.
Buna bir sorumluluk duygusuyla yaklaşarak imkânsızlıktan şampiyonluğa giden bu gerçek öyküye can veren bütün kahramanları öncelikle selâmlamak isterim. Buna yol açanları, o yolda koşanları..
Şimdi aynı coşkun hisle, bu hikâyeyi televizyona uyarlayan kahramanları da selâmlamak isterim.
Yapan, yazan, yöneten, oynayan, emek veren herkes var olsun.
Yolunuz açık olsun.