Baran Bölükbaşı: Kendi egonuzu bastırıp rolün egosunu çıkartmak çok önemli

Baran Bölükbaşı: Kendi egonuzu bastırıp rolün egosunu çıkartmak çok önemli
Adı Efsane’nin Fiko’sunun nefes almayı unuttuğu, racon kestiği, heyecanını karşısındakine geçiren konuşmasını alıp racon kısmını çıkarın, heyecanı ikiyle çarpın ve bir de gözlerdeki yansımasını ekleyin; işte, huzurlarınızda Baran Bölükbaşı! Röportajın çoğu kısmında “Şu an Baran’la mı konuşuyorum, yoksa Fiko’yla mı?” dediğim Bölükbaşı, aslında hayatı bambaşka olabilecekken şu an hayatının merkezine ve mutluluk kaynağına yerleştirdiği Adı Efsane ile karşımıza çıkıyor. Vatanım Sensin’in Ali Kemal karakteri için deneme çekimi veren Baran, sadece Fiko’yu yaratmakla kalmamış, aynı zamanda Fiko için yaratılmış. Ondan, üzerine giydiği bir rol gibi değil, kendisinin bir replikasıymış gibi bahsetmesi de cabası.

Vitesi yükseltmekten çekinmeyen, ego sorunsalına sapıp ardından oyunculukta eğitimin ne kadar önemli olduğu konusuna yönelen Baran, beylik laflar etmekten kaçınan ve doğallığı nişanesine dönüştürmüş biri. Röportajın bitiminde kendisi için “Umarım bir rock müzikalinde oynar” totemi yaptığım Baran Bölükbaşı’nın serüveninin, onda bu öğrenme açlığı, merak, sonuna kadar açık kanallar, İtalyan jönvari fiziksel kodlar ve de duruş, samimiyet, dobralık varken uzun süreceği oldukça aşikâr. Sözü en iyisi kendisine bırakayım ki sizler de bu serüvene, yolculuğa ortak olun.

 

● Nasıl bir yolculuk seni Adı Efsane’ye sürükledi?
Yolculuğum İskenderun’da başlıyor ve 10 yaşıma kadar da orada devam ediyor (gülüyor.) Bir sonraki durak Adana, babamın işi dolayısıyla yaklaşık altı yıl orada yaşadık ve ardından ver elini Antalya. Bir o kadar da Antalya’da kaldık ve liseden mezun olduktan iki yıl sonra İstanbul’a geldim. Beykent Üniversitesi’nde oyunculuk eğitimi almaya başladım. Arada audition’lara gittim tabii ama serüvenin Adı Efsane’ye uzanan kısmı asıl Vatanım Sensin için audition vermemle başlıyor. Ancak kısmetimde Adı Efsane varmış. Şimdilik yolculuğun en son durağı o oldu.
 
● Adı Efsane’nin Fiko’sunu sırtlamadan önceki süreç nasıl geçti?
Aslında Adı Efsane’ye dâhil olma sürecim de enteresan. Babam ciddi anlamda televizyon piyasasını takip eden biri ve benimle “Şu oyuncu gençliğinde şunu yapmış” şeklinde otobiyografik bilgiler paylaşır hep. Henüz Adı Efsane için çağrılmamıştım ve ufaktan ümitsizliğe düştüğüm bir dönemdi. Babam da bir gün, “Erdal Beşikçioğlu gençliğinde basketbol oynamış, biliyor musun?” dedi. Hani sanki “Acaba sen de bir sporla mı ilgilensen; oyunculuğun için de artısı olur” mesajını vermeye çalıştı. Bu konuşmadan yaklaşık 10 gün sonra Adı Efsane geldi ve hakkında ilk öğrendiğim şey basketbolla ilgili olduğuydu.
 
● Fiko’yla ilgili eline karakter analizi geçtiği an onunla ilgili ilk izlenimin ne oldu?
Önceleri biraz garip geldi (gülüyor.) Rahat bir karakter Fiko. Fiko, dörtlü tayfa içinde en jargonu farklı olan kişi. Audition’a gittiğim gün onu henüz çözümlememiştim ve çok farklı bir audition vermiştim. İkinci deneme çekimi Kaan’la (Sevi) birlikte oldu ve üçüncüyü ise Devrim Abi’yle (Yalçın) çektik. Devrim Abi’yi zaten başka bir projeden tanıyordum. Devrim Abi o projede de bir bölüm yönettiğinden, fotoğraf çektiğinden bahsetti. Babam da bana Devrim Abi’yle ilgili bildiklerini anlatmıştı. Onun sayesinde yıllardır dizi sektöründe gibiyim. Setten eve gece 3’te gelsem bile benimle diziler hakkında konuşur (gülüyor.)
 
● Genelde senin dizinle ilgili mi konuşur, yoksa hepsinden bahseder mi?
Hepsi! Bir kere her gün mutlaka reytinglere bakar. Kim ne yapmış, kimin sosyal medya etkileşimi daha yüksek vb. tüm verilere babamdan ulaşıyorum.
 
● İlk bölümü izledikten sonra nasıl yorumlarda bulundu? Birlikte mi izlediniz?
Biz dörtlü tayfa, Kaan’ın evinde izledik. Babam çok duygulandı tabii ilk bölümün ardından. Bense kendimi görünce çok memnun olmadım (gülüyor.) Bir kere kendini izlediğin an özeleştiri oklarının hedefine dönüşüyorsun. Bu kaçınılmaz duyguyu bir kenarda bırakırsak genel olarak hepimizde bir memnuniyet vardı. Sevmediğim sahnelerim de oldu tabii. Nelerden kaçınmam ya da neleri yapmam gerektiğini gördüm. Mesela kaşımı gözümü çok oynattığımı fark ettim. Bu söyleyeceğim komik gelecek belki ama gündelik hayatımda da kaşlarımdan destek alarak konuşuyorum. Fiko’da da böyleydim ama Fiko’ya bu hareketleri yedirebiliyorsun. Ona sempatiklik katıyor. Bu tarz başka doneler de katıyorum. Karakteri sonradan sevmenizle alakalı her seferinde üzerine başka bir tuğla ekliyorsunuz. Kendi egonuzu bastırıp rolün egosunu çıkartmak çok önemli. Fiko’yla bunu başardım ve bugün tüm karakterleri ezbere bilsem yine Fiko’yu oynamak isterim. Çünkü Fiko’nun yeri gerçekten çok başka.
 
● Fiko, dişi bir karakter ama duyguları o kadar uçta yaşıyor ki bu yönde suni olabilecek, yapaylığa kaçabilecek bir karakter.
Bazen ister istemez onlara kaçıyoruz ama o noktada Devrim Abi’nin eli uzanıyor. Yanlış bir şey yaptığımızda, “Ben bunu böyle çekerim ama bu sizin yanlışınız. İsterseniz tekrar gözden geçirin” diyerek bize çok doğru bir kanaldan telkinden bulunuyor. “Hadi çekelim ve gidelim” durumu asla yok sette. O konuda bize muazzam bir oyun alanı sunuyor. Biz de bu sayede karakterlerimizi her seferinde daha da güçlü şekilde sahipleniyoruz.
 
● Fiko’yu günahıyla sevabıyla tamamen özümsediğini hissettiğin ilk an hangisiydi?
İlk bölümde gece kulübü önünde Hakan karakterinin yanına gittiğim sahne. Fiko’nun orada gerçekten hissettim (gülüyor.) Daha doğrusu Fiko’nun o bıçkın yanını anladım. Sibel’e yalvarırken Hakan’a, “Sen karışma” dediğim anda da Fiko’nun arabesk yanını oturtmuştum.
 
● Kendi egonu bastırıp rolün egosunu çıkartmaktan bahsettin. Bu anlamda Fiko’nun o arabesk yanını vurgulamakta zorlandın mı? En nihayetinde o arabesk yönü Fiko’nun, kendi benliğini unutturuyor ve sadece Sibel için yaşamasına neden oluyor. Bu anlamda Fiko ve ego ikilisinin yan yana durması zor.
Bu kendi egonu bastırıp rolün egosunu çıkartmak gerektiğini Beykent Üniversitesi’ndeki tiyatro hocamızdan öğrendim. “Rolün egosunu çıkarın oyunun içindeyken, kendi egonuzu düşürün” demişti. Mesela Sibel’in önünde diz çökme sahnesini okuduğum an otomatik olarak Baran Bölükbaşı ve Fiko karşı karşıya geldi. Baran, “Hayırdır, ne oluyoruz? Nedir bu diz çökme?” şeklinde onu sorguladı. O gün bu taktiği uyguladım ve kendimi sahneye şu şekilde hazırladım: “Tamam, diz çökeceksin ama bunu içindeki sevginin gücünden dolayı yapacaksın.” İzleyiciler izledikleri her dizi ve filmde karakterlerin yerine kendilerini koyarlar. Bu nedenle önce o rolünün yaptığı her şeyin bir mantığı olduğuna inanmalısın. Çünkü bizim yaptığımız bir şeyi gündelik hayatta insanlar taklit edip yapabiliyor. Bu nedenle kendinden olabildiğince uzaklaşıp karakterine dönüşmelisin oynarken.
 
● Fiko’nun, onunla özdeşleştiremediğin bir yanı oldu mu?
Düşünce konusunda dörtlü tayfadaki herkesten biraz daha farklı. Bunu da heyecanına bağlıyorum. Yine de bu yönüyle Fiko’yu özdeşleştirmede zorlandığım doğrudur.
 
● Dörtlü tayfanın geri kalanıyla tanıştın. İlk izlenimin ne olmuştu onlarla ilgili?
Artık tüm kadro belirlendikten sonra ve de sete çıkmadan önce bir deneme çekimi yapılacaktı. Servisin önünde bekliyorum, ilk olarak Emre’yi (Bey) gördüm. O zaman Hakan karakteri sanmıştım onu. Sonra Hakan Abi (Ummak) ile Kaan (Sevi) geldi. Hakan Abi’yle sohbet etmeye başladık. O da çok sıcakkanlı biri. Yaşça biraz bizden büyük ancak dengeyi mükemmel şekilde oturtmuş. Cem (Yiğit Üzümoğlu) aramızda en suskun kişiydi. Hepimiz birbirimizi tanıdıkça o suskunluklar, her şey gitti. Röportaj okurken, “Set dışında da hep bir aradayız” cümlesini gördüğümde “Hep de öyle olur zaten” derdim kendi kendime ama şu an bizim için gerçekten böyle (gülüyor.) Dörtlü tayfa ayrılmıyoruz neredeyse.
 
● İlk set günü sende nasıl bir anı olarak kaldı?
Bunu sorduğunuza göre artık söyleyebilirim. Ben basketbol antrenmanlarında sakatlandım ve doktor dört ay boyunca ayağımın üstüne basmamı yasakladı. Zaten antrenmanları da herkesten üç hafta önce bırakmak zorunda kaldım. Fakat Adı Efsane’de yer almayı o kadar çok istiyordum ki kimseye bu durumu söyleyemedim. Setten bir gün önce doktora gittim. Doktor baktıktan sonra olumsuz konuşmaya başladı. Bu süreçte bir tek spor koçumuza söyledim durumu, ardından da bizim çocuklarla paylaştım. Ertesi gün sete gittik ve koşma sahnesi çekildi. Hiç unutmuyorum o sahne benim ilk bölümdeki en duygulu anım. Hem sakatım hem de çok heyecanlıyım. İlk set gününün acemiliği ve bilgisizliği olsa gerek, bizim üzerimize takılan mikrofondan ses gidiyormuş yönetmene. Biz de bunu bilmiyoruz tabii. Koşmaya başladık ve köşeyi dönmemizle birlikte ben Cem’e kötü olduğumu söyledim. Tüm bunları Devrim Abi duymuş. “Neden söylemedin? Madem böylesin, niye risk alıp koşuyorsun?” diye sordu haliyle. Ben de yeni başlamışım bu mesleğe, kendimden ödün vermeden işimin gereği olduğunu söyledim (gülüyor.) Sonrasında sağolsunlar gerek Devrim Abi gerekse set ekibi çok yardımcı oldu bana bu konuda. Benim için acı tatlı, güzel bir anıdır o an.

 

● Bu rahatsızlığın dışında seni çok zorlayan bir an oldu mu?
İlk günler her sahnede zorlanıyordum. Açı çıkarma, kamerayı hissetme, devamlılık, duyguya girme vb. her şey zordu. Ancak hiçbirimizin “Olmuyor yapamıyorum, çok zorlanıyorum” dediğimiz bir an olmadı. Sadece intihar sahnesinde çok zorlanacağımı düşündüm ama tahmin ettiğim gibi geçmedi o da. Yükseklik korkum yoktur, hatta pilot olma tutkum vardı ama herhalde ayaklarımı salladığım için hafiften bir korku oluştu. Ancak her sahnede olduğu gibi yine Devrim Abi sayesinde bunun da üstesinden geldim.
 
● Devrim Yalçın’ın aynı zamanda oyuncu olmasının etkisini hissediyor musun?
En çok o yanını hissettiğimi söyleyebilirim. Gerektiğinde mizansen vermekten kaçınmıyor veya “Ben olsam şöyle yapardım” diyerek bize yol gösteriyor. Bizim yaşımıza inip tıkandığımız anlarda bize yardımcı oluyor. İçimizdeki doğalı ortaya çıkarmaya çalışıyor. Yaptığı işe, karakterlerimize hâkimiyeti muazzam.
 
● Erdal Beşikçioğlu’yla ilgili ilk izlenimlerin nasıldı?
Sete çıkmadan önce çekindiğimi söyleyebilirim. İlk okuma provasında heyecanla onun geleceği anı bekliyorduk. Kapıdan girdi ve tek tek herkese merhaba dedi. Sonrasında zaten ilk söylediği “Sete ezbersiz gelmiyoruz” oldu ve kendi set disiplininden bahsetti. Sonra hepimize “Bu ilk işiniz mi?” diye sordu. Bakıldığında Hakan Abi’nin üçüncü işi ama onun bile dili varmadı bunu söylemeye (gülüyor.) Bu duyguyu 8-10 saat boyunca yaşadığımı hatırlıyorum. Ancak sonrasında her şey o kadar keyifle, su gibi aktı ve de akmaya devam ediyor ki onunla çalıştığım için çok mutluyum.
 
● Oynarken ve de izlerken en çok keyif aldığın sahne hangisiydi?
Son bölümlerde Fiko’nun seçmelere gideceği bir sahne vardı. Onun yüzde 70’i doğaçlamadır. Dörtlünün bir arada olup renklendirdiğimiz sahnelerden çok keyif alıyorum.
 
● Baran, Fiko da dâhil olmak üzere bu dörtlü tayfayla bir araya gelse en iyi hangisiyle anlaşır?
Hepsiyle iyi anlaşırım. Çünkü gerçek hayatımda da çıkarsız bir ilişki olmadığına inanıyorum. Çıkardan kastım, iyi niyeti kötüye kullanma, salt fayda sağlamak için karşındakiyle bir arada durma değil. Misal ev arkadaşım benden çok daha kültürlü ve ben de onun kültüründen, bilgisinden yararlanıyorum. Böyle bir yapıya sahip olduğum için tayfanın her üyesinden farklı bir şey kapabilirim. Mesela Ali dobradır, Ali’den söyleyemediğim ve duyamadığım gerçekleri duyarım. Keza Sadık da öyle. Hakan ise “Duygularının sesini dinle” diyen Fiko’nun yanında mantığımı göz ardı etmememi sağlar.
 
● Malum Fiko’nun o meşhur arabesk yönü, Sibel’e duyduğu aşktan geliyor. Fiko’yla karşılıklı oturdunuz, aşka dair neyi danışırsın ona? Nasıl bir beylik laf gelir ondan?
Şu an Fiko’yla aşkı konuşmam, kariyer odaklı konuşurum. “Kendini üzme, hedeflerin olsun” derim. İçindeki hırsı, aşka değil hayatın geneline yaymasını söylerim.
 
● Yanlış bilmiyorsam pilot olma tutkun varmış.
Antalya’ya sürekli tatile giderdik. O dönemde de tabii İskenderun küçük şehir, uçak bile geçmiyordu. Ders dinlerken sesi duyduğum an cama yapışıp bakardım. Antalya ve Adana’ya gittiğimizde havaalanına vardığımızda uçakları gördüğümde çok etkilenirdim. Galiba buradan geliyor pilot olma tutkum. Büyük bir makineyi bu kadar küçük bir bedenin kullanması çok garip gelirdi. Mesela otobüslere de aynı şekilde merakım vardı.
 
● Sonrasında bu tutkunun yerini müzik ve oyunculuk aldı.
Evet, babamın etkisi büyüktür. Söz konusu sinema, tiyatro ve televizyon olduğunda babamı örnek alırım. Muazzam bir ilgisi ve de bilgisi vardır. Sadece izlemekle de kalmaz, karakterlerin taklidini yapardı. Mesela Vizontele’nin Deli Emin’i bunlardan biridir. Ben de sanki ailemde bir yer bulabilmek için benim de o taklitleri yapmam gerektiğine inanırdım. Bu, benim için bir tohum oldu. Sonrasında oyunculuk yapmak istediğimi fark ettim. Müziğe olan ilgim çocukluğumdan geliyor. İlkokul üçüncü sınıftayım, o dönemde de anneannemin iki katlı bir evi vardı. Alt katında da iki oğlu ve kızıyla birlikte kardeşi oturuyordu. Onur ve Uğur Abi spor ve müzik meraklısıydı. Mesela Athena’yı ilk onlardan duymuştum. Onur Abi gitar çalardı, annemler de izlerdi hayranlıkla. O gitarı bıraktığı an ben alırdım elime ve çalmayı denerdim. Birkaç şarkıyı öğretti bana. Sonrasında ilk gitarımı babam aldı. Kursa gitmeye başladım. Adana’ya taşınınca kursa bırakmak zorunda kaldım. Orada şehre adapte olmakta çok zorlanmıştım ve o noktada kaçışım müzik oldu. Kendi kendime tam anlamıyla öğrendim gitar çalmayı. Hiç bırakmadım müziği o günden sonra.
 
● Genelde metropolden uzaklaştıkça hayal gücü de zenginleşir. İskenderun-Antalya ve Adana hattı arasında yaşamış biri olarak senin için de bu durum geçerli miydi?
Başlarda çok isyankârdım. Klasik bir ergendim diyebilirim. Ancak şu an iyi ki İskenderun’da doğmuşum ve Adana ile Antalya’yı gördükten sonra İstanbul’da hayata başlamışım diyorum. Dört farklı ilden kalıcı dostluklarım oldu. İskenderun küçük ve marjinal bir şehir. Bu anlamda çok farklı bir kültürün içine doğdum aslında. İskenderun’da sanatın yaşadığı ve de sanatla yaşanılan bir şehirdi. Zaten yanlış bilmiyorsam Türkiye’de en çok kitap okunan il İskenderun’muş. O küçücük şehirde üç tane stüdyo vardı, müzik kursu vardı. Müzikle ve tiyatroyla ilgilenen kitle oldukça kalabalıktı. Her birinin ayrı yararları oldu.
 
● Kısa vadede baktığında ulaşmak için çabaladığın hedeflerin neler?
Yaptığım işin temelini, tarihini bilmem lâzım. Estetiğe güvenerek bir işe kalkışmak asla istemiyorum. Özellikle tiyatro ve sinema tarihi hakkında bilgi dağarcığımı genişletmek istiyorum. O konularda zayıfım biraz. Mesela ev arkadaşım hangi filmi kim çekti, izlememiş olsa dahi bilir. Hamurumu daha yumuşak kıvama getirerek her şekle bürünebilecek hale getirmek istiyorum. Geçmişte çok kitap okumazdım, şimdi kitap okumaya da başladım. Ekipçe her hafta birbirimize kitap alıyoruz. Mesela şu an bu sayede Stefan Zweig’ın Satranç’ını okuyorum. Hakan Abi almıştı onu da bana. Bu şekilde tüm kanallarımı tamamen açmaya çalışıyorum.

 

KISA KISA
 
Son zamanlarda seni en çok etkileyen film:
Inglourious Basterds.
 
Defalarca keyifle izlediğin film:
Gladiator.
 
Son zamanlarda en çok dinlediğin şarkı / müzisyen:
İspanyol sokak müzisyenlerine taktım son zamanlarda. Bununla birlikte yakın zamanda Michael Jackson’ın This Is It belgeselini izledikten sonra Michael Jackson şarkılarına taktım yine.
 
Son zamanlarda seni en çok etkileyen tiyatro oyunu:
Troas. Cem’i övmek zorundayım çünkü muazzam bir oyuncu bence. Oyun da öyle bir akıyor ki bittiğinde “Bu kadar kısa mı sürüyor?” diyorsun.
 
Takip ettiğin diziler:
Black Mirror. Dizileri çok takip edemiyorum, Black Mirror’da ise her bölüm sinema filmi gibi olduğu için bir tek onu izleyebiliyorum.
 
Şu an okuduğun kitap:
Stefan Zweig’ın Satranç’ı.
 
Herkese önerdiğin kitap:
Emrah Serbes’in Müptezeller’i. Bir de Nejat İşler’in Gerçek Hesap Bu adlı kitabı.
 
Bir müzisyenin hayatını oynayacaksın, bu kim olurdu?
Çok zor soru. Jason Becker’ın hayatını oynamak isterdim. Kendisi gitar virtüözü. 12 yaşında gitarı eline aldığından beri etrafındaki herkes yeteneğinin farkına varıyor ve 16 yaşında ilk profesyonel müzik grubunu kuruyor. 22 yaşında Lou Gehrig hastalığına yakalanıyor ve o dönemden sonra müzik yapamıyorum. Göz hareketlerine duyarlı bir bilgisayar sistemi kuruyor ve o şekilde müzik yapıyor.
 
Profesyonel olarak kazandığın ilk parayla ne aldın?
Profesyonel olarak kazandığım ilk parayla kendi masrafımı ailemin üzerinden aldım. Burada bir parantez açmalıyım. Kardeşim gerçek bir müzik dehası. Kendisi Antalya’da Güzel Sanatlar Lisesi’nde Müzik bölümünde okuyor. Ona bu tutkuyu, aşkı, yeteneğini aktarabileceği bir müzik stüdyosu kurdum odasına.
 
Hayal şehrin / ülken:
Aslında şehirler ve ülkeler, içindeki insanlarla, etrafında değerlerle güzeldir. O yüzden bir seçim yapmak benim için zor.
 
En çok gitmeyi istediğin şehir / ülke:
İspanya, Meksika tarafları olurdu. Müziği, sokak sanatı ve sanata duyulan ilgi gibi değerleri deneyimleyip kazanmak isterim. Ya da Japonya gibi sanki bu dünyadan çok ayrı bir ülkenin de tadına bakmayı arzu ederim.
 
Sana göre hayata dair en abartılan konu:
Para! İnsanlar bence para konusunu çok abartıyor. Evet, imkân sağlıyor, birçok kapıyı açıyor ama paraya verilen önem, kültürlenmeye verilseydi herkes parasıyla daha anlamlı, kendini ve ülke olarak zihinsel yapımızı daha ileri götürecek şeyler yapardı.
 
Bir müzik grubu kuracaksın, şu an yaşayan ya da hayatını kaybetmiş müzisyenlerden kimlerin olmasını istersin?
Kesinlikle Yavuz Çetin ile böyle bir yola çıkmak isterdim. Vizyonu ve müzik kulağına hayranım. İbrahim Maalouf tek kelimeyle harika bir virtüöz. Bir grubun üyesi olmak isteseydim, son zamanlarda favorim olan Snarky Puppy’yi tercih ederdim. Sahne performansları çok zekice.
 
Oyunculuğa dair cevabını en çok merak ettiğin ve sadece bu yolculukta öğrenebileceğin soru nedir?
İşini aşkla nasıl yaparsın? Güzel bir ekip, dâhi yönetmen, disiplinli ve mesleğini seven, ona saygı gösteren insanlarla yapılabildiğini öğrendim.
 
Takıntın var mı?
Takıntılı insanların takıntılı olmalarına karşı bir takıntım olabilir belki de farkında olmadığım (gülüyor.) Ancak herkesin olduğu gibi benim de takıntılarım duruma göre değişebiliyor. Mesela ayakkabı çok severim, bir takıntıdır benim için. Fakat genelleme yapacak olursak büyük bir takıntısal egomun ya da egosal bir takıntımın olmadığını düşünüyorum.
 
Kendinle en çok mücadele ettiğin özelliğin nedir?
Bazen bir üşengeçlik hali oluyor üzerimde. Onu atmak için mücadele ediyorum hep.
 
Son olarak şu anki Baran’ı bir şarkı sözü, replik ya da kitaptan alıntı ile betimleyeceksin. Bu ne olurdu?
“Ya evde yoksan!” (Gülüyor.) Şaka bir yana aklıma gelmedi herhangi bir şey.
 
 
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Styling: Oğuzhan Erdoğan
Styling Asistanı: Feray Bektaş
Mekân: Tilki Yapım Stüdyosu
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER