Bazen
insanlar üzerinizde öyle bir izlenim bırakırlar ki onları tanıdığınızda
gerçekten nokta atışı yapmışım dersiniz. İşte, Toprak Sağlam da benim için bu
klasmandaki isimlerden. Benim gözümde güçlü, maskülen yanı olan ama
feminenliğini de vurgulayan bir kadın imajı çizen Sağlam’ın, konu
Bodrum Masalı’nda canlandırdığı Gözde
karakterine geldiğinde söylediği söz bu düşüncemi kanıtlamış oldu: “Çok
maskülen bir tip değilim ama dışarıdan bakıldığında çok kadınsı da değilimdir.
Gözde, biraz o feminen yanımı fark etmeme ve dışarı çıkarmama sebep olmuş
olabilir.” Tomb Raider veya
Mad Max: Fury
Road filminde Charlize Theron’un canlandırdığı Furiosa karakteri tadında
bir rol oynamak istemesi de bu görüşün mührü olsa gerek.
Bodrum Masalı’nın “Aşk için
ölmeli aşk o zaman aşk” gibi Türk pop tarihinin en damar sözüyle
özetleyebileceğimiz, aşk için her şeyi mübah gören Gözde’sine hayat veren
Sağlam, pek çok hayalini bu dişli kadın sayesinde gerçekleştiriyor. Onun için
Gözde, kariyerine veda etmeden canlandıramazsa pişman olacağını düşündüğü tatta
bir rol. Murat Aygen’le karşılıklı çok sıkı paslaşması, “Bu adamla mutlaka
oynamam lâzım” dediği Nejat İşler’le birlikte rol alması da işin cabası. Bodrum Masalı’nın yanı sıra şu sıralar
ayaklarını yerden kesen başka bir nedeni de var Sağlam’ın; ilk single’ı Can Yarası. Gözlerinin içinin
parıldamasına neden olan bu şarkı, onun müzikal yolculuğunun geldiği bir durak
sadece. Aslında oyunculuk kadar müzikle de yıllardır ilgilenen oyuncunun yakın
zamanda bu yönüne biraz daha tanık olacağımız aşikâr.
Elçinin
görevi bir yere kadarmış; bu noktada artık aradan çekilip sözü Toprak Sağlam’a
bırakayım ki Gözde’yi, kendisini ve en yeni heyecanlarını bir de o anlatsın.
● Bodrum
Masalı’nda karakterini
okuyunca ona anında kapılan isimlerin başında geliyorsunuzdur herhalde. Zira fazlasıyla
dişi bir karaktere hayat veriyorsunuz.
Kesinlikle
öyle! Zaten Bodrum Masalı, Gözde
karakteriyle kalbimi tam 12’den vurdu. Uzun zamandır anti karakterler oynamayı
istiyordum. Her oyuncu gibi benim de arzum bu zamana kadar giydiğim
karakterleri kırmaktı. Gözde’ye de kötü dedim ama aslında salt kötü bir
karakter de değil. Beni katmanlı hali çekti. Hayatında hata yapmamış biri
yoktur. Başkalarının kötü deyip aslında sizin haklı bulduğunuz olay ve
durumlarla karşılaşmışsınızdır. İşte, bu iki özellik beni Gözde’ye çekti. Gerçek
bir âşık o ve sırf aşkı için önüne çıkan tüm engelleri bertaraf edebilecek güce
sahip. Gözde beni bu özellikleriyle tavladı.
● Kağıt üstündeki Gözde, ilk bölümden
bugüne nasıl yol aldı? Bugün vardığı noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gözde çok
bıçak sırtı ve dikkatli işlenmesi gereken bir karakterdi. Durduğu ve durmasını
istediğimiz çizgi kritikti. Ya sıradan, izlemekten sıkıldığımız, altı boş, klişe
bir kötü kadın olacaktı ya da yazıldığı ve benim de yorumladığım gibi
haklılıkları olan, âşık ve aslında herkesin anlayışını okşayan, kadın gibi
kadın bir Gözde olacaktı. Kağıt üzerinde zaten sevdiğim ve heyecanlandığım bir
karakterdi. Üzerine kendi malzememden bir sürü şey kattım tabii. İlk bölümden
bugüne her sahnede yeni bir şeyler katmaya da devam ediyorum. O yüzden çok
istikrarlı ve omurgası sağlam oldu.
● Gözde’ye kattığınız alametifarikalarınız
neler?
Tavrı,
yürüyüşü; kısacası dışsal olanları sayabilirim. Hatta sesimi kullandığım yer bile
benim Gözde’ye kattığım bir özellik. Zira Gözde’nin sesi bana göre daha pes ve
kadınsı. Bu feminenliği duygu olarak da yüklüyorum ona. Ben hiç böyle bir kadın
değişim ama içime dönüp baktığımda “Eğer Gözde gibi âşık olsaydım ne
yapabilirdim?” sorusunun cevabını çok oturup düşündüm. O yüzden Gözde ile
içimdeki o şeytanı çıkardığımı söyleyebilirim (gülüyor.)
● Gözde’nin Toprak’a kattığı herhangi bir
özellik var mı?
Güzel
soruymuş (gülüyor.) Dişiliğimi biraz daha fark ettirdi bana. Çok maskülen bir
tip değilim ama dışarıdan bakıldığında çok kadınsı da değilimdir. Biraz o
feminen yanımı fark etmeme ve dışarı çıkarmama sebep olmuş olabilir. Büyüttü
beni biraz. Olaylara bakış açımı değiştirdi, soru sordurdu bana. Biraz daha
bencil olmama sebep oldu diyebilirim. Ben hep önce karşımdaki diyen biri oldum.
Şimdi “Önce ben” demeye başladım. Zaten Gözde’yle tanıştığımız dönem tam da,
“Ben ne istiyorum hayattan?” sorusunu düşündüğüm bir süreçti. Şu an artık çok
net bir hale geldim.
● Hayattan ne istediğiniz sorusunun cevabı
ne oldu?
Aslında
birçok cevap var. Ben olmak istiyorum sadece. 30’lu yaşlara adım atmamla
beraber bir aydınlanma yaşadım. Bana çok büyük katkısı oldu. Yine önce
arkadaşlarıma kulak veriyorum ama artık her şeyden önce ben geliyorum. Gözde’nin
de sağolsun tüm bunlarda büyük bir katkısı oldu.
● 30’lu yaşlara adım attığınızda aydınlanma
yaşadığınızı söylediniz. Nedir bu 30 yaşın olayı?
30 yaş,
çok acayip (gülüyor.) Ben önce bir hezeyan yaşadım. Malum söz konusu 30 yaş
olunca şöyle bir genel yargı var; “Her şey bir anda yokuş aşağı gitmeye
başlıyor.” 29’um çok sıkıntılı geçmişti. 30 olduğumda hiçbir şey değişmedi
derken alanımı yaratmaya başladığımı fark ettim. Normalde de öyle biriyim ama
galiba o alanın çitlerini daha kalın çekmeye başladım (gülüyor.) 30 olunca
fizik de hafiften değişmeye başlıyor. Böyle deyince “Ergenlik dönemi mi ki bu?”
diyebilirsiniz tabii ama en azından benim için yaş 30, vücuduma doğru form
verdiğim ve kendimi daha kadınsı hissettiğim bir dönem oldu. Mesela aynaya
baktığımda gördüğüm şeyden çok mutluyum. Hedeflerim açısından da zamanında
yaptığım seçimlerin meyvelerini topluyorum şu an. Ve Bodrum’da sizin de
gördüğünüz gibi huzurlu, keyifli ve özgür bir şekilde yaşıyorum (gülüyor.)
İstanbul’dan sonra terapi gibi gelmiyor mu burası? Yaşamak istediğim hayat tam
da bu. Zaten bana deniz olsun yeter. Uzun lafın kısası “30’umda şöyle bir
hayatım olsun” dediğim hayatı yaşıyorum.

● Yakın zamanda sosyal medya üzerinden bir
söz paylaşmıştınız; “Kendini bilirsen güçlenirsin, kendini kabullenirsen
yenilmez olursun.” Sizin kendinizi olduğunuz gibi kabul ettiğiniz ilk an
hangisiydi?
Ben
sanırım doğduğumdan beri böyleyim. Benim bu hayatta kendimle küs olduğum hiçbir
anım olmadı. Hep kendimle barışıktım ve her halim de kabulümdü. Çok dibe
vurduğum zamanlar da geçirdim ama o zaman bile kendime yüklenmedim. Çünkü ben
hayatı kabul ediyorum. Bunu yaşıyorsam da bir sebebi vardır.
● Gözde de tam en dibe vurduğu anda
Bora’nın gelişiyle su yüzüne çıkabildi.
Bora’nın
gelişi sürpriz oldu benim için. Senaristlerimiz Başar Başaran ve Emre Özdür
gerçekten çok zeki ve de malzemesi bol adamlar. Keza kadrodaki tüm oyuncular da
öyle. Her birimiz ne verseniz oynayabilecek yetenekte ve biçimde kişileriz. Biz
oynarken senaristlerimize bir done veriyoruz, onlar da yazarken bize bir done
sunuyorlar. Bu şekilde çok güzel bir paslaşma var aramızda. Sanırım bizim
senaryoda hiçbir zaman hikâye sıkıntısı olmayacak çünkü çok dişi bir hikâye. Üç
dört bölümde bir doğuruyor yeni bir hikâyeyi. Nejat’ın (İşler) bizim işe
gelmesi de beni çok mutlu eden bir durum oldu. Seneler önce “Benim bu adamla
oynamam lâzım” dediğim bir oyuncuydu ve bu, seneler sonra gerçek oldu. Şimdi de
karşılıklı sahnelerimizde döktürüyoruz.
● Bugüne kadar karşılıklı rol aldığınız tüm
isimler arasında en güzel pası hangi oyuncudan aldınız?
Murat
Aygen.
● Bodrum
Masalı’nda söz sizde
olsa Gözde’ye, izleyiciyi şaşırtacak nasıl bir hikâye yazardınız?
Gözde’nin
burada komedi yapması çok değişik olabilirdi. Zaten iğneleyici bir yanı da var
aslında. Benim de hoşuma gidiyor bu. Ancak salt oraya girersek kesin çıkamayız
işin içinden (gülüyor.) Tek başına bir komedi biçimi alır orada. Beni
bıraksalar Gözde’yi bir komedi işinde bile var ederim, çok güleriz. Tek bir
sahnede bunu yapma şansım varsa karşımda Evren olurdu. Çünkü bizim Murat’la
(Aygen) sahnelerimiz o kadar başka ki! Çok farklı bir oyuncu. İyi oynamak
başka, sahneyi üzerine bir şeyler ekleyerek farklı bir yere taşımak ise
bambaşka. Murat’la benim için ikinci durum geçerli. Öyle bir sahne olsaydı
eminim çok eğlenirdiniz izlerken. Güzel olurdu.
● İzlerken en keyif aldığınız sahne
hangisi?
Kendimi
izlerken çok keyif alıyorum (gülüyor.) Uzay’ı çok seviyorum. Serhan’ı izlemek
inanılmaz keyifli benim için. Senaryoda nefes oluyor Uzay. Şevval (Sam),
Timuçin (Esen), Murat (Aygen) ve Nejat’ın (İşler) yer aldığı sahneleri
izlemenin tadı da ayrı benim için.
● Yanlış bilmiyorsam Müjdat Gezen Sanat
Merkezi’ni birincilikle bitirmişsiniz. Şehir efsanesi olabilecek bir durum olsa
gerek bu (gülüyoruz.) MSM mezunları, okulun zorluğundan bahseder hep.
Evet,
inanılmaz zordur bizim okul. Söylediğiniz bilgi de şehir efsanesi değil, gerçek
(gülüyor.) MSM ile birlikte başka okulların sınavlarına girmeme rağmen başından
beri hep orayı istedim. Zaten oyunculuk eğitiminden önce üç yıl boyunca hafta
sonu kurslarına gittim. Çocukluğumdan beri oradayım yani. MSM, bana hatta
hepimize bireysel alanlar açtı. Bizim okuldan mezun olanların piyasada bu kadar
seviliyor olmasının sebebi tek bir biçimde oyuncular olmamamız. Pek çok ekolden
bilgiler, eğitimler verip kendimizin o bilgi havuzundan bir şey yaratmamızı
istediler. Kendimizi yarattık aslında. MSM’liler olarak bize ne versen oynarız
rahatlıkla. Bu sayede kendimi oyun hamuru gibi hissediyorum. Çirkin olmaktan
korkmayan oyuncular olarak yetiştik. Bizdeki doğallığı çok seviyorum.
● Çirkin olmaktan korkmamak aslında her
oyuncunun sahip olması gereken ama oyuncuyu yer yer tuzağa da düşürebilen, pek
kolay sahip olunamayan bir özellik. En nihayetinde işin ucunda estetik algısı da
var. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Ben model
değilim ki, oyuncuyum. Bir model gibi kendime bakmak zorundayım ama kayıtla
birlikte rolüm ne gerektiriyorsa onu yapabilmek adına güzel gözükmek gibi bir
derdimin olmaması gerektiğini düşünüyorum. Rol için kilo almak gerektiğinde
proje mi kabul etmeyeceksin o zaman? Ben güzelliğimle değil, inandırıcılığımla
estetik gözükme peşindeyim.
● Kendinizi oyun hamuru hissettiğinizden
bahsettiniz. O hamura en güzel şekli veren yönetmen hangisiydi sizin için?
Şanslıyım
ki hep çalışmak istediğim yönetmenlerle çalıştım. Hepsinin ayrı üslubu ve
yönetim biçimi vardı. Ancak ilk dizi çalışmam İlk Göz Ağrısı’nın yönetmeni, babam bildiğim Faruk Teber’in bendeki
yeri başkadır. Ne biliyorsam onun sayesindedir.
● Müjdat Gezen Sanat Merkezi sayesinde
kendinizi yarattığınızı söylediniz. Kariyerinizdeki ilk işi yaptığınızda
kendinize dair keşfettiğiniz bir şey oldu mu?
Açıkçası
olmadı. Yaşanmışlıklarla ya da okuduklarımla zaten öyle bir farkındalık yanım
var. Ancak yine de her an kendini izlemek zorundasın. Size çok uç bir örnek
vereyim. Cenazeye gittiğinde bile nasıl ağladığını gözlemlemek zorundasın.
Yanlış anlaşılmasın etrafındakileri zaten görüyorsun ama burada gözlemlemek
mecburiyetinde olduğun kişi sensin. Öyle manyak bir meslek oyunculuk. Mesela
orada bir duygu yaşıyorum ama bir yandan da “Şu anda nasıl ağlıyorum?” diye
düşünüyorum. Bu farkındalığın olmak zorunda ama aynı zamanda kontrollü
olmalısın.
● O kontrolü nasıl sağlıyorsunuz?
Gözlemleme
işini sağlıklı bir şekilde yapman gerekiyor. Üçüncü gözünün olduğunu bildiğin
ve kendine baskı yapmadığın sürece o kontrolü sağlayabiliyorsun.
● Oyunculuğun deli işi olduğu söylenir ama
oyuncularla yapılan röportajlara bakarsanız hepsinde ortak ve sabit bir cümle
görülür: “Kendimi rolüme hiç kaptırmadım. İşimizi yapıyoruz ve “Kestik”
denildiği an da bitiyor her şey.” Deli işi ise nasıl hep sağlıklı
kalınabiliyor?
Ben
sağlıklı mıyım acaba, bilemedim (gülüyor.) Şaka bir yana başkalarını bilmem,
psikoloji eğitimi de almadım; teşhis yetkim yok. Bildiğim tek bir şey var; o da
bir karakter yaratmanın doğurmakla gibi olduğu. Bir süreliğine doğurduğun şey
oluyorsun ve bitiyor. “Rolden çıkamadım” durumları hastalıklı meseleler.
● En yeni heyecanınızdan bahsedelim biraz
da; Can Yarası. Aslında müzisyen
yönünüz biliniyor uzun zamandır. Bu serüvene nasıl atıldınız? Size, “Evet,
artık hazırım” dedirten ne oldu?
Çok uzun
yıllardır müzik yapıyorum zaten. Gitar çalıyorum, nota ve şan eğitimim var.
Oyunculuğun içinde hepsini yapabildiğim için bu mesleği seçtim (gülüyor.) Hayalim
kendi şarkılarımdan oluşan bir albüm bırakmaktı dünyaya ve bunu yapacaktım,
emindim. Sadece aynı kafaya sahip olduğum, nazımı çekebilecek, beni ve
sorularımı kaldırabilecek bir oyun arkadaşı bulmam gerekiyordu. Bir davette
prodüktörüm ve Can Yarası’nın söz
yazarı ve bestecisi Emrah Demiralp ile karşılaştık. Hayallerimiz, insaniyetimiz
ve tarzımız o kadar aynıydı ki geldiğimiz son nokta burası işte. Daha ne işler
yapacağız, sırada daha ne güzel şarkılar var! Mutluluktan, heyecandan yerimde
duramıyorum. Bu arada diğer oyun arkadaşımız Buray’ın emeği de tartışılmaz, iyi
ki var!
● Hayatınızın oyunculuk sayfasını
kapatacaksınız; nasıl bir rol canlandırmadan veda ederseniz pişman olursunuz?
Gözde
bunlardan biri açıkçası. Aslında Bodrum
Masalı, proje olarak “Evet, böyle bir iş hayal ediyorum” dediğim bir
diziydi. Fakat Tomb Raider gibi bir karakter ya da Mad Max’te Charlize Theron’un oynadığı gibi bir rol canlandırmadan
veda edersem pişman olurum.
Son zamanlarda sizi en çok etkileyen
film:
Şu an
adını hatırlamıyorum ama bir dönem belgeseli izledim yakın zamanda; hâlâ
aklımdadır.
Tüm zamanların en iyi filmi:
Avatar.
Takip ettiğiniz diziler:
The Night Of.
Son zamanlarda en çok dinlediğiniz
müzisyen / şarkı:
Kendi
şarkımı dinliyorum sürekli (gülüyor.)
Söylemeyi en çok sevdiğiniz şarkı:
Eski
şarkıları söylemeyi çok seviyorum.
Geçmişte yayınlanmış bir diziye Gözde
karakteriyle bir bölümlüğüne konuk olacaksınız; bu hangisi olurdu?
Avrupa Yakası.
Şu an okuduğunuz kitap:
Kerimcan
Kamal – Güzel Kaybedenler.
Herkese tavsiye ettiğiniz kitap:
Metin
Hara – Yol.
En çok kullandığınız kelime:
Anladın
mı?
Gitme hayali kurduğunuz şehir:
Küba.
Son zamanlarda sizi en çok etkileyen
tiyatro oyunu:
Bodrum’da
olduğum için son zamanlarda oyun izleyemedim.
Hayatınızı özetleyen replik, şarkı sözü
veya bir kitaptan alıntı:
“Sen beni
yenemedin. Çünkü ben seninle oynamadım.” – Özdemir Asaf