Toygan Avanoğlu: Cem Yılmaz, benim çocukluk kahramanımdır

Toygan Avanoğlu: Cem Yılmaz, benim çocukluk kahramanımdır
Fotoğraflar Emre Yunusoğlu
Güzel Köylü’de Bünyamin, Hanım Köylü’de ise Koptagel tiplemesiyle dozunda doğaçlamanın can olduğunu gösteren isimlerden Toygan Avanoğlu. Hayatın en güzel sosları mizah ve ironide elini cimri alıştırmayan Avanoğlu, yakın zamanda bir CMYLMZ Fikir Sanat filmi olan, komedinin en şahsına münhasır kardeşlerinden Kaman Kardeşler imzalı Deli Aşk’ta bu tiplemelere bir yenisini ekledi. Hayatın kaş yapayım derken göz çıkaran renklerinden biri olan Fuat’ı canlandıran oyuncu, Rowan Atkinson, Charlie Chaplin ve Peter Sellers hayranı. Onun kalbi deyim yerindeyse salt mimik ve jestlere dayalı komedi için atıyor. Ancak Türkiye’de ciddi bir sorunsala dönüşen “Komedi eşittir küfür” algısı söz konusu olduğunda ise bu duruma oldukça basit ve gerçekçi bir mantıkla yaklaşıyor: “Biz küfre gülen bir toplumuz, bu kadar basit.”

Hatta bunu söyledikten sonra cep telefonundan Kibar Feyzo filmindeki Kemal Sunal’lı ve Adile Naşit’li meşhur ninni sahnesini açıp gösteriyor. Kadife, tok ses tonu ve sert gözüken mizacı ile ekranda çizdiği portreyle ters orantılı bir duruşa sahip Avanoğlu, saatlerce sohbet edebileceğiniz, ağlanası durumlara gülmenizi sağlayacak isimlerden. “Deli Aşk dışında hangi konuları açsam acaba?” düşüncesiyle karşısına geçtiğim oyuncunun yanından sohbete başlamamızdan tam 3 saat sonra ayrıldım. Haliyle buraya yansıyan da o sohbetin sadece bir kısmı. Ancak bu bile komediyi yaşam biçimine dönüştüren, gözlerine tebessümün nişanesi olan ışıltıyı sabitlemiş Toygan Avanoğlu’nu tanımanız ve onu daha fazla merak etmeniz için yeterli.

 

● Milli basketbolcuyken direksiyonu oyunculuğa doğru kırmışsın. Yolunu değiştirmene sebep olan neydi?
Evet, beklenmedik bir anda kırdım o direksiyonu. Aslında spor akademisi okudum ve dediğin milli basketbolcuydum. Babamın vefatı galiba beni bu dünyaya yöneltti. Rahmetli babam, Türk Sanat Müziği bestekârıydı. Aynı zamanda mühendisti ama hobi olarak müzikle ilgileniyordu. Annemin de sesi çok güzeldir. Ancak o da öğretmen. Belirli sebeplerden ötürü yeteneklerini, yaşam biçimine dönüştürmemişler. Ben de bunu bir miras gibi gördüm. Zaten babam rahatsızlanmadan önce Müjdat Gezen’de şan derslerine başlamıştım. Bir yandan da oyunculuğa, daha doğrusu komedi oyunculuğuna ilgim vardı. Bir yıl kadar gittim Müjdat Gezen’e, babamın hastalığıyla birlikte de bıraktım. Babam vefat ettikten sonra onların hayallerini gerçekleştirmem gerektiğini hissettim. O dönem arkadaş çevremde tiyatrocu da oldukça fazlaydı. Bir ekip kurduk ve ufak skeç programları hazırladık. Ancak arzuladığımız şeye ulaşamadık. Sonra da audition sırasında beni başka rol için öneren oyuncu bir arkadaşım vasıtasıyla Düşman Kardeşler adlı dizi için görüşmelere gittim.
 
● Arkadaşın audition vermek için gittiğinde seni mi öneriyor yönetmene?
Evet, biraz enteresan bir durum (gülüyor.) O, başrol görüşmesi için gitmişti. Mizah yönü güçlü bir karakter arıyorlarmış bu esnada. Arkadaşım da beni söylemiş. Sokakta gezinirken arkadaşımdan telefon aldım, görüşme için çağırdılar. Hiç unutmam o akşam babamın mezarına gidip ona, “Orada bağlantıların varsa devreye katsan da ben de bu işi alsam” demiştim. Ertesi günü görüşmeye gittiğimde o role bürünemedim, kendimi o karaktere ait hissedemedim. Dizinin senaristi Baykut Badem’di. Beş yıldır birlikte yol alıyoruz onunla da. Orada tanışmıştım. Çok dürüst bir adamdır. “Biz seni sonra ararız” şeklinde geçiştireceğine bana direkt olmadığını söyledi. Tam odadan çıkacakken babamla konuşmamı hatırlayıp “Ben burada yapamadım ama sete gelirsem çok güzel yaparım” dedim. Herhalde bu hareketimle deli olduğumu düşünüp o role aldılar (gülüyor.) Ardından önce Güzel Köylü, sonra da Hanım Köylü geldi. Güzel Köylü’de sadece beş altı sahneyle işe başlayıp bugün bile hâlâ ilgiyle söz edilen Bünyamin’e hayat verdim. Hanım Köylü’de de İbrahim Tatlıses hayranı bir minibüs şoförünü canlandırdım. Aylarca minibüs duraklarını gezdim. Vites değiştirme şekillerini ve “racon”u gözlemledim. İbrahim Tatlıses’in gençlik yıllarındaki tüm kliplerini izledim. Çok güzel bir rol ve de deneyimdi benim için ama maalesef sadece 13 bölüm sürdü. Ardından Hayati Tehlike adlı bir film yaptık ama Reina’daki acı katliamdan ötürü gösterime girdikten birkaç gün sonra vizyondan çekme kararı aldık. Ve şimdi de Deli Aşk’tan ötürü senin karşındayım. Cem Yılmaz ve de Kaman Kardeşler aradığında abartısız söylüyorum koşarak gittim. Cem Yılmaz, benim çocukluk kahramanımdır; hâlâ da öyle. Yarın öbür gün dünya çapında tanınan bir komedyen olsam ve Cem Yılmaz bana, “Gel, şurada dur” dese gider dururum. Muazzam bir insan, çok seviyorum onu.
 
● Deli Aşk’ta da Güzel Köylü ve Hanım Köylü’de olduğu gibi yine şahsına münhasır bir karaktere hayat veriyorsun.
Teşekkür ediyorum. Fuat, “orijinal” bir adam gerçekten de. Emrah Kaman’ın canlandırdığı Ekrem adlı dondurmacının, sevdiği kızı tekrar elde etme çabasında onun yanında olan ama aslında onu hiç anlamayan, kendi dünyasında biri Fuat. Öyle ki kız arkadaşı, Ekrem’in evlilik teklifini reddettiğinde sırf yüzük boşa gitmesin diye bunu alıp sevdiği kıza vermeyi düşünüyor. Ancak sonra ondan da vazgeçip poposunu biraz daha çıkık göstermek için bıçak altına yatıyor ve bu ameliyatta kullanıyor yüzüğün parasını. Kötü bir adam değil Fuat ama dünyası böyle, değişik bir karakter. Okuduğum an çok hoşuma gitmişti bu rol. Zaten çok da keyifle oynadım. Emrah ve Murat Kaman ile tanışmak çok keyifliydi. Onlarsız geçen zamanlara kızabilirsin. Murat Kaman ile Murat Dündar birlikte yönettiler. Murat Dündar’la çalışmak da çok güzel bir deneyimdi benim için. Deli Aşk’ın setinde inanılmaz rahattım. Pek frenli bir adam olmadığım için yıllarca tırsarak oynadım hep ama babam gibi sevdiğim Mustafa Şevki Doğan sağolsun bu durumu kıran yönetmenlerden biri oldu. Murat Kaman ve Murat Dündar için de aynı durum geçerli.
 
● Doğaçlama yeteneğin mi tırsarak oynamana neden oluyordu?
Tabii, komedinin en büyük avantajı ve de aynı zamanda handikapıdır doğaçlama. Senaryoya bağlı kalmazsan bazı yönetmenler sana, “Canım bunu kendi filminde yaparsın” deyip motivasyonunu düşürür. Bir de 10 kişilik bir kadroda herkesin doğaçlama yapıldığı düşünülürse 120 dakikalık dizi, 180 dakikaya çıkar. Baykut ve Mustafa Şevki Abi, olayın içeriğini bozmadan yaptığım için kabul ettiler. Aynı durum Deli Aşk setinde de geçerliydi. Hatta Cem Abi (Yılmaz) filmin galasında önümde oturuyordu, bir sahnede bana dönüp; “Boşun yok arkadaş, bir ara ver” demişti. Yerdeki şişeyle bile oynayabiliyorum veya sahne biter ve yürüyerek kadrajdan çıkarsın ya o sırada dahi milleti güldürecek şeyler söylüyorum. Kafam sadece bu işe çalışıyor benim. Herkes bir şansla doğar, benimki de insanları güldürebilmek. Allah bana doğaçlama kafası bahşetmiş.
 
● Doğaçlama kafasını iyi kullanıp meyvelerini topladığını söyleyebiliriz o zaman.
Evet, çünkü açıkçası komedinin bu yanını seviyorum. Bir de sadece karşımdaki bir karakterle değil, salona girdiğimde koltukla ilgili bile bir şey uydurabiliyorum. Doğaçlama yeteneğimi, karşılaştığım her kişi, obje ve mekân, durum besliyor. Mesela spor salonuna gidip ağırlık çalışanları gördüğümde kendi kendime gülmeye başlıyorum. Çünkü baktığım o her istasyonda komik bir şey görüyorum. Diyalog konusunda karşımdaki kişi de iyi bir pasörse zaten aramızdaki konuşmalar üzerinden bir şey yapabiliyorum. Ancak diyalogsuz komediyi daha çok seviyorum. Komedi, evrensel bir şey ama harekete dair komedi, Türkiye’de hak ettiği değeri görmüyor ama zamanla hak ettiği değeri göreceğine inanıyorum. Peter Sellers ve Rowan Atkinson’a bak; bu isimler hep vücutlarıyla, mimikleri ve jestleriyle güldürüyorlar. Rowan Atkinson’ın sahne şovlarını hayranlıkla izliyorum. Adam olmayan bir davul buluyor sahnede ve iki saat boyunca izleyicileri o hayalet davul ve mimikleri ile güldürebiliyor. Peter Sellers ise hiçbir şey olmamış gibi bir anda koltuktan öyle bir düşüyor ki seni kahkahalara boğabiliyor. Ruhunun senden yaklaşık 10 saniye önde olmasıyla ilgili bu. Her şeyi planlı programlı yapıyorum ben de. 10 saniye sonrasını görüp harekete geçiyorum. Mesela merdivenlerden düşüyorum ve yönetmen kesiyor bazen. İyi olup olmadığımı soruyor. Bilerek yaptığımın aklının ucundan bile geçirmiyor. Allah tarafından bahşedilmiş bir lütuf bu. Bir Charlie Chaplin daha neden olmasın? Ben böyle bir şey istiyorum. Komedi de budur zaten. Türkiye’de kaliteli dram işleri izliyoruz ama geneline bakıldığında Türk dramlarının dili biraz sert. Başından sonuna kadar ağlamaklı işler yerine hayatın rengi olan melodramı da gördüğümüz, ağlatırken güldürebilen de, uzun lafın kısası hayatın içinden dram işlerinde rol almak isterim. Bu arada Türkiye’de son 15 yıldır ağırlıklı olarak dramalar, Arap ülkelerinde veya MIPTV gibi fuarlarda tanıtılıyor. Komedinin bu tarz tanıtımı neden denenmiyor? Neden bu komik adamı tabiri caizse dünyaya sürmek istemiyorsun? Neden Şahan Gökbakar’ın filmi Fransa’da veya ABD’de gösterime girmiyor? Umarım bu soruları sormamıza gerek kalmaz yakın zamanda.
 
● Türkiye’de komedi, baştan sonra küfür dolu işlerle özdeşleştiriliyor. Sen bunu nasıl yorumluyorsun?
Biz küfre gülen bir toplumuz, bu kadar basit. Her şeyi geçtim, dünya üzerinde küfür etmeyen biri var mı günlük hayatında? Küfür, komik bir unsur. Bunu o kadar gruplaştırmalarına gerek yok. Küfre gereksinim duymazsın ancak ince bir noktada da kullanırsın. Kibar Feyzo, bu durumun en güzel örneklerinden. Kemal Sunal ile Adile Naşit’in efsane bir sahnesi vardır. İkisinin de ruhu şad olsun; Adile Naşit, Kemal Sunal’ın annesini oynuyor. Kibar Feyzo’nun eşiyle gerdeğe gireceği gece annesi bir türlü uyumaz. Feyzo da gidip annesine ninni söylemeye başlar. Ancak anne uyumaz ve Feyzo uyuyakalır. Bu süre zarfında da Feyzo, annesi uyumuyor diye ninni arasına küfür de katar. Bu sahne, Türk Sinema Tarihi’nin en bilinen ve de komik sahnelerindendir. Ancak kimse de bugün komedi işlerini eleştirdiği kadar Kibar Feyzo’yu topa tutmaz. Komedi, komedidir. Dramda da küfür ediliyor ama bayılıyorlar. Muhalefete boğulduk, doğruyu söylesen bile karşındaki sırf muhalefet yapmak için başka bir fikir ortaya koyabiliyor. Salt küfrü, Türkiye’deki komedi ile özdeşleştirenleri de böyle görüyorum açıkçası.

 

● Komedinin bir derdi olmalı mı sence?
Güzel soru. Komedinin derdi olmamalı, rahat olmalı. Komediye dert çıkarıyorlar sürekli. Komedi, kalıplara sokulmamalı. Bir sahneyi paylaşıyoruz sosyal medyada, altına yorumlar geliyor şu şekilde; “Bu kadar tecavüz olayı yaşanırken siz buna nasıl gülersiniz?”. Sanki biri çıkıp tecavüze destek vermiş. Komediyi dert haline getiren birtakım yorumlar var. Şahan’a bak; oldukça rahat ve bu nedenle de ona çok gülüyorum. TV8’de program yaptığı dönemki skeçlerine de bayılırdım. Bence Şahan aynı zamanda çok zeki biri. Zaten Türkiye’de komedi yapan ve beğenmediğim biri yoktur herhalde. Sadece alakası olmayıp ekranda komedi yapan birkaç kişi var. Onları da yorumlamak bana düşmez. Net değil, flu onlar benim için.
 
Deli Aşk’a geri dönelim. Nilperi Şahinkaya ile birlikte unutulmaz bir pamuk tarlası sahnesine imza attınız (gülüyoruz.) Cinsel kimliklere atfedilen roller yer değiştirdi ve bunun çok da güzel mizahını yaptınız.
Çok teşekkürler! Öncelikle Nilperi’nin adı gibi bir peri kızı olduğunu söylemeliyim. Bana göre Nilperi, her oyuncunun oynamak istemesi gereken bir oyuncu. Çok güzel sahneler çıktı. Her zaman erkek, kadına sahip olmak ister; bu sefer kadın, erkeğe zorla sahip olmak istiyor. Çok eğlenerek çektik o sahneyi. Benim bazı seksapel hareketlerim de var. Hafif efemine havalar kattım kendime. Absürtlüğün dibine vurduk diyebilirim. Nilperi’nin karakteri bana sarkınca ben utanıyorum. Yanımdaki kıza da gülmesin diye pamuk atıyorum. O sahnenin sonrası da çok bomba. Nilperi’nin canlandırdığı Melodi’nin babası beni yanına çağırıp bana; “Zengin olmadan kız almak senin neyine?” diyor. Ben de zengin olmayı beceremiyorum ama gidip onların pamuk tarlasını yakarak durumu eşitliyorum (gülüyor.)
 
● Çekimlerde en çok keyif aldığın sahne hangisiydi?
Emrah’ın canlandırdığı Ekrem’le pavyona gidiyoruz. Ekrem de kız arkadaşından ayrılmış, canı çok sıkkın. Onu böyle görünce, “Ağzımızla içelim, efendi gibi kalkalım” diyorum. Bu sahneden sonra bir geçiş var ki sonunu tahmin ediyorsundur (gülüyor.) Çok alakasız, saçma sapan konulara takılıyorum. Mısırcıyım, mekâna maşamla gelmişim. O maşayı selfie çubuğu diye kullanıyorum. Bu sahneyi çekerken de çok güldük, izlerken de. Şafak Pekdemir’in oynadığı Zeynep karakteri Ekrem’e âşık ama Ekrem bundan habersiz tabii. Ona bacanak dediği bir sahne var; sinirlerim bozuluyor izlerken, çok gülüyorum.
 
● Söz konusu televizyon ve sinemada komedi yazımı olduğunda Kaman Kardeşler, Selçuk Aydemir ve Burak Aksak’ın yeri ayrı pek çok kişi için.
Kesinlikle! Burak Aksak’la çalışmadım ama çok isterim. Çok zeki bir adam. Mizah, her yerden çıkabilecek bir şey ve hem Kaman Kardeşler hem de Selçuk Aydemir ile Burak Aksak, bunu başaranlardan. Deforme etmeden, insanları kırmadan mizah yapıyorlar. Bu sayede dillere pelesenk olmuş replikler, fenomen karakterler yaratıyorlar. Komedi eskimez, dramın da iyisi eskimez. Ben de bu yüzden komediyi seviyorum. Bir kere her şeyden önce insanları güldürmek benim için bir yaşam biçimi gibi. Mizacım gereği insanlar beni sert görüyor aslında. Üniversite yıllarında şöyle yorumlar alırdım: “Ya sen ne tatlı adammışsın, halbuki ne kadar nemrut duruyorsun”. 15 yaşında bana, “Sen kitleleri güldüreceksin” deseler inanmazdım.
 
● Aslında bu kadar güldürmeye odaklanmak tehlikeli de bence. Kendinden kopup sadece karşındakini güldürmeyi düşündüğün anlar oluyor mu? Bir noktadan sonra bu durum yapay olarak da yorumlanabilir; ince bir çizgi var sanki o arada.
Belki saçma veya klişe gelecek ama Matrix filminde Neo vurulduktan sonra kalkar ve her şeyi harfler, rakamlar olarak görür. İşte, ben de duyularımla algıladığım her şeyi mizah olarak görüyorum. İstem dışı yapıyorum bunu, beynim bu yönde çalışıyor. Ben de insanım, kötü anlarım olabiliyor tabii. Ancak arkadaşlarımın yanına gittiğimde susmak gibi bir lüksüm olmuyor. Çünkü senden sürekli beklenti halinde oluyorlar.
 
● Bu beklenti durumu üzerinde bir yük oluşturmuyor mu?
Haliyle hep bir espri yapmak zorunda hissediyorsun kendini. Ancak eğer hayatı mizah olarak yorumlamasaydım dediğinde haklısın. Bu benim üzerimde bir yük oluştururdu. Babamın mezarının başında bile espri yapıyordum. Ağlıyorum ama bir yandan da hayatın ironik yanını görüyorsun ve dayanamıyorsun ya espri yapıyorsun ya da gülmeye başlıyorsun. Hiç unutmam; ateist bir arkadaşım da gelmişti babamın cenazesine. “Boş boş işler yapıyorsunuz” diye öfleyip pöflüyordu. Defin sırasında bir anda ayağı kaydı ve kazılan yere düştü. O sırada da “Allah” diye bağırmaya başladı. Şimdi buna nasıl gülmezsin? Rahmetli babam hep boğaz manzaralı bir evde yaşamak istemiştir. Öyle bir fırsatı olmadı ama mezarı tam boğaza bakıyor. Bunu gel de anlatma birine. Biraz manik de olabilir bu durum. Zaten bu işi yapanlar değişik bir kafaya sahip. Mesela şu an seninle otururken gözüm arkamızda çay içen adama takıldı ve aklıma babamın ağzının teneke olduğu geldi. Sıcak mefhumu olmayanlara teneke ağızlı denilir. Babamın çayı üç dikişte içmesi yüzünden misafirliğe gittiğimiz tanıdıklarımız çayın ılık olduğunu düşünüp direkt içmişti. Haliyle de aynı anda yandı ve çayı püskürttü. Benim için hayatın içindeki mizah ve komedi tam da bu! Bir gün metrobüste bir teyze resmen ayağımın üzerinde gitti. “Rahat mısınız teyzeciğim?” dediğimde de “Sağol kuzum” şeklinde karşılık verdi. İnsan hissetmez mi ayağının altında bir şeyin olduğunu (gülüyor.) Bizim halkımızın doğallığı dünyanın hiçbir yerinde yok. Genel anlamda Türkiye, inanılmaz temiz kalpli bir toplum. Ve evet, işimi bu topraklarda yapmak benim için muazzam bir lüks ama ben bu lüksü dünyada da göstermek istiyorum.
 
● Deli Aşk’a dair en garibine giden, seni en çok güldüren yorum neydi?
Twitter’da, “Paramız boşa gitti” diye yorum yapanlar var. Beğenmemişse haklı tabii ama mesela bunu yazanın yarın öbür gün bizi gördüğünde muazzam yorumlar yapmasına çok gülüyorum. Acımasız olabiliyoruz. Bu, hayatın her alanında geçerli. Yakın zamanda bir banka yetkilisiyle telefonda görüşmemde yaşadım bunu. Kız, sanki dün gece ayrılmışız gibi konuştu benimle. Hitap şekli senli benli. “Siz bana neden senli hitap ediyorsunuz?” dedim. O da “Ne diyecektim?” şeklinde karşılık verdi. Ben de hangi şubede çalıştığını sorunca, “Beni mi döveceksin?” dedi. Ertesi günü çiçek alıp şubeye gittim. Çiçeği masasına koyup “Bu, dün bana yaptığını başkalarına yapmaman için” dedim. Başkası olsa benim bu hareketimi delilik olarak yorumlar ve kızın işinden olmasına sebep olabilir. Meğer gerçekten de kız, sevgilisiyle kavga etmiş ve morali de çok bozulmuş. İşte, o bir anlık sinir insana istemediği şeyleri dedirtebiliyor. Bu nedenle yaptığım işlerle ilgili bu tür yorumlara gülümseyip geçiyorum ve saygı duyuyorum. “Sabreden derviş, aslında taştan bir devmiş”; taş olmak lâzım bazen. Sana yapılan tüm yorumları süzgecinden eşit derecede geçirip sabredeceksin, sakin kalacaksın.
 
● Yanlış bilmiyorsam müzikle de ilgileniyorsun.
Evet, yaklaşık 35 tane bestem var; söz ve müziği bana ait. Bir diğer hobim de yazmak. “Hayattan Yediğim Tokatlar” adlı bir stand-up hazırlıyorum. Yazdığım hikâyeler de var. Stand-up’ta, çoğunlukla babamdan yediğim dayakları anlatıyorum (gülüyor.) Çocukken çok dayak yedim ama hepsini da hak ettim. Babam memurdu ve iş yeri de evimize çok yakındı. Ayda iki kere ona Sümerbank çeki verilirdi ve onunla da gidip iki takım elbise alırdı. Tüm yılı da o iki takım elbiseyle geçirirdi. Benden de çok umutluydu o dönem. Beni çok zeki görürdü ama ben çalışmazdım. O yine de hep bir şey beklerdi. Bir gün radyo motorunun ucuna çay kaşığını biraz eğik şekilde yapıştırdım. Pilleri falan bağladım, başka şeyler daha yaptım ve babama, “Bak ben icat yaptım” deyip çay karıştırma makinemi gösterdim. O da çok mutlu oldu. Önündeki çay bardağında bu makineyi denememle birlikte tüm çay takım elbisesine döküldü. Hem haşlandı hem de o zar zor aldığı ve bir yılı geçirdiği takım elbiselerden biri gitmiş oldu. Öyle bir dayak yemiştim ki o gün unutamam. İşte, bu tarz başımdan geçen olayları anlatacağım bir stand-up yapmak istiyorum.
 

 
KISA KISA
 
Son zamanlarda seni en çok etkileyen film:
Fantastik filmleri çok severim. X-Men hayranı olarak Logan’ı çok beğendim.
 
Defalarca izlediğin film:
Sanırım Fight Club diyebilirim. Ne kadar izlediğimi hatırlamam ama kendi rekorumu kırdığıma eminim.
 
Deli Aşk’ı kaç kez izledin?
Beş kere izledik. Beşincide daha çok güldük, sinirlerimiz bozulmuştu artık (gülüyor.)
 
Güzel bir sofra kurulmuş; bu masada şu an hayatta olan veya olmayan, hepimizin tanıdığı hangi beş isim olsun?
O isim gelip yemekten sonra da kalıp gitmeyecekse, oturan beş kişi gitsin hem de yiyip içerek ve de hesabı da bana kilitleyerek. Hatta diğer tüm masaların da hesabını bana yazsınlar ve sadece babam gelsin o masaya.
 
Hayatındaki en güzel ironi nedir?
İroni kaldırılmadı mı? (Gülüyor.) Şaka bir yana ironiyi yapmak değil de anlamak çok daha zor. Yani ironi yapayım derken rüyanda menekşe tarlasında yuvarlanmış gibi menekşe moruna bulanmış bir gözle gezmek de mümkün olabilir (gülüyor.) Hayatımın yerleştirebileceğim her yerinde ironi mevcut. Ancak sanırım en yakın zamanda karşılaştığım ironik durum, aldığım tavanın iç kısmına yapıştırılmış ve tavayı görünmez kılabilecek büyüklükteki “yapıştırılmaz” yazılı etiketi ne kadar zorlasam da çıkaramamam. O gün tavayı, yapışkan kağıtla yalnız bırakmaya karar verdim (gülüyor.)
 
Son zamanlarda sürekli dinlediğin şarkı / müzisyen:
Ludovico Einaudi – Divenire. Şiddetle tavsiye ederim. Beynime sanki oksijenli suyla masaj yapılıyormuş hissi uyandırıyor. Çok severim bu şarkıyı.
 
Takip ettiğin yerli / yabancı diziler:
Stranger Things’i takipteyim, aporttayım hatta. Genel olarak da tüm dizileri izlerim fırsat buldukça.
 
Mizahsız bir hayat: balkonsuz eve, çiçeksiz seraya, telsiz gitara benzer. Bu liste uzayıp gider. Mizah, hayatın en âşık olduğu kocasından doğurduğu evladıdır derim.



Son zamanlarda seni en çok etkileyen tiyatro oyunu:
Zeki ve Metin Abi’nin oynadığı Deliler.
 
Hangi ünlü ismin tiplemesini canlandırmak istersin?
Bu soruda aklıma ilk gelen, tiplemesi canlandırılan ismin neler hissettiği. Yani açıkçası hayatta olan birini canlandırıp sonra onunla konuşmayı çok isterim. Öteki türlü adamın kemiklerini sızlatırsam vebali çok büyük olur (gülüyor.) Şaka bir yana hayatı müziğe de bulaşmış ünlü birinin tiplemesini canlandırmak müthiş olabilir.
 
Sahip olmak istediğin bir yetenek:
Düşünüyorum ama aklıma hiçbir şey gelmiyor. Resim yapamam ama çok da üzülmüyorum bunun için. Yapanların eserlerine büyük bir heyecanla bakıyorum adeta. Sanırım fantastik küçük bir isteğim olabilir: “Ben neden Örümcek Adam değilim be kardeşim!” (Gülüyor.)
 
Bir sonraki röportajda karşımdaki kişiye sorabileceğim bir soru:
Cansucuğum bunu bana soruyorsan bırak ben yapayım röportajı (gülüyor.) Hadi bu da şekerli ironi olsun. Bence karşındaki kişiye ilk olarak sen soru sorma, bırak o sorsun. Merak etsin seni, bırak da ilk puanı o kaybetsin (gülüyor.) Şaka bir yana ne soracağını gerçekten merak ettim.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER