Azra Kohen: “Fi’de kaleme aldığım ama kitaba eklemediğim bölümleri de göreceksiniz”

Azra Kohen: “Fi’de kaleme aldığım ama kitaba eklemediğim bölümleri de göreceksiniz”
Akilah Azra Kohen… Ateş kırmızısı Fi ile hayatımıza girdi; bunu buz mavisi Çi ve son olarak da doğanın yeşilini taşıyan Pi takip etti. Bu üç renk uzun bir süre adım attığımız her kitapçının “Çok Satanlar” rafını işgal etti. Hatta işgal etti demek yetersiz kalır, direkt hâkimiyetini ilân edip orada kendine kalıcı bir konum buldu. Bu süre zarfında bir yanım okumak isterken, diğer yanım ise “Kişisel gelişim kitapları ile Grinin 50 Tonu’nu birleştirip ortaya yeni bir kitap sunmuş” yorumuna takılarak bu üç güçlü renkten uzak durmamı sağladı. Ancak Puhutv’nin Fi dizisi duyurulduğu an bu üçleme ile tanışmak da kaçınılmaz oldu. “Bu hikâyenin sadece inanılamaz tarafları gerçektir.” sözüyle karşılayan Fi, “çatlama cesareti gösterebilmiş tohumlara” adanan bir hikâye.

Can Manay’la başlayan bu hikâye, tutkuları ve deneyimleriyle kendilerine ördükleri kozalardan çıkan farklı karakterlerin birbirleriyle yollarının kesişmesi sonucu yaşadıklarını anlatıyor. Fi, okuyanı etkisine öyle bir alıyor ki dünyanız, kitabı okuduğunuz süre boyunca Azra Kohen’in yarattığı evrene dönüşüyor. Klişelere kaçtığı anlarda bile aslında iyi ve de doğru bir klişenin hiçbir zaman zararlı olmadığını gözler önüne seriyor. Sizi koca bir labirentin içine çekip tüm önyargılarınızı sıfırlayana, maddiyatı tamamen kenara atmadan maneviyata bakana ve kendinize dönene kadar size çıkış yoluna dair en ufak bir ipucu vermiyor. İşte, bu dünyanın yaratıcısı Azra Kohen’le yolum tam üç kere kesişti. Tıpkı bu üçleme gibi biz de bu sohbeti üç seferde tamamladık. Her defasında da öyle “tesadüfler” yaşadık ki, bu kadar çok bir araya gelmemizin bir nedeni olduğunu fark ettik.

Hatta son buluşmamızda oturur oturmaz, “Size harika bir haberim var! Ve bu gelişme daha yeni yaşandığı için ilk sizinle paylaşıyorum. Netflix, Aeden’i sekiz bölümlük mini dizi yapmak istiyor” demesi de bunun en canlı kanıtlarından. Azra Kohen, çevresindeki her insanın kalbi ve gözlerindeki ışıltıyı ruhuna işleyen ve ruhundan da bir huzme de olsa kendi ışıltısını karşısındakine aktaran isimlerden. Dokuz kitaplık bir serüvene çıkan Kohen, bu yolculuğun henüz iki durağını geçmiş durumda. Kendisini üçüncü durağa gelmeden önce yakalamışken Puhutv’nin ilk online dizisi Fi’nin yaratım sürecine dair tüm detaylardan Aeden’in başlaması muhtemel ekran yolculuğuna kadar pek çok konuyu konuştuk. O zaman üçüncü durağa ulaşmadan bu röportajda ufak bir bekleme yapabiliriz.  
 
● Dizilere karşı çok katı bir duruşa sahip biriyken, Puhutv’nin ilk online dizisinin mimarına dönüştünüz bir anda. Fi, Çi, Pi üçlemesinin dizi uyarlamasına nasıl ikna oldunuz?
Yaklaşık iki yıl önce Ekrem Çatay’la görüşmüştük. Bu geçen süre zarfında hep müzakerelerimiz oldu. Ekrem Bey, karakterini çok sevdiğim biri olduğu için zevkli bir müzakere süreciydi. Birbirimizi tanıdık ve anladık. Tabii ben hemen fevri bir şekilde, “Aaa… Ne güzel dizisi yapılmak isteniyor” deyip de atlamadım. Başka yerlerden de daha öncesinde aldığım teklifler vardı. Ancak Ay Yapım söz konusu olduğu için tüm tekliflerin arasından direkt sıyrıldı. Anlaşma sağlandıktan sonra yaklaşık sekiz ay daha sürdü görüşmelerimiz. Sonra da senaryo süreci başladı. Bu dönemde tek bir sorumuz vardı: “Bu diziyi izleyeceklere ama aynı zamanda kitabı okumuş olanlara hikâyeyi en verimli şekilde nasıl anlatırız?”. Kitabın birebir aynısını çekmek söz konusu olduğunda kendi hayal dünyasında kurduğu o dünyayı, dizide izlemeyeceği için okurların hayal kırıklığına uğrama durumu var. Ancak bir yandan da o kitabı okumamış olana, kitabın zenginliğini de yansıtan bir dünya sunmanız söz konusu. Bu noktada dünyadaki diğer roman uyarlamalarına odaklandık. En sürprizli, izleyende kitabı okumanın da üstünde daha farklı bir tat bırakacak şekilde değişik yöntemler aramaya başladık. Bütün bu süreç içinde zaten benim de çok değer verdiğim Pelin Diştaş Yaşaroğlu, hiç yılmadan olağanüstü bir emek ortaya koydu. Bu uzun yolculuk kadroyu oluşturma ve çekimlerin başlamasıyla devam etti.
 
● Senaryolaştırmadan kadronun oluşturulmasına, müzik seçimlerinden koreografiye; her süreçte birebir dâhil oldunuz mu?
Kesinlikle! Dizi ile ilgili verilmesi gereken her önemli ve büyük kararda vardım, varım.
 
● Senaryo aşamasında sizin rolünüz nasıldı?
Böylesine büyük ölçekli prodüksiyona sahip bu işte hâkimiyet senaristimiz Nüket Bıçakçı’daydı. Evet, Fi, Çi, Pi üçlemesini yazan benim. Ancak dizide göreceğiniz dünyayı yaratan da Nüket’ti. İnsanlara, yaratıcılıklarını konuşturacakları belirli alanlar bırakmanız gerekir. Fi’de ben de bu yolu izledim ancak her bölümün senaryosu en son benim onayımdan geçmek zorundaydı. Bu süreç oldukça keyifli gelişti. Nüket, çok iyi bir senarist. Onun yaratıcılığını görsel dile döken çok da iyi bir yönetmenimiz var; Mert Baykal. Bu aşamada benim için en önemli unsur karakterlerin, kendi kişiliklerinden, anlamlarından uzaklaşmamalarıydı. Çünkü en nihayetinde bu, psikolojik bir kitap. Karakterlerin kendi gerçekliklerinde, samimi kalmaları çok önemliydi. İşin bu aşamasında da Pelin Diştaş Yaşaroğlu ile çok senkronizeydik.


 
● Fi’de, ilk kitabın ne kadarlık bir kısmını göreceğiz? Ardından Çi ve Pi’yi de izleyecek miyiz?
Fi’nin 26’ncı bölümünde hikâye yarım kalıyor. Bu nedenle de belki bir ihtimal Çi’den de bazı bölümleri kullanmak zorunda hissedebiliriz ki izleyiciyi böyle tabiri caizse aç açıkta bırakmayalım. Mantıklı bütünselcilik yaratmak adına böyle hamlelerin olma ihtimali var. Üçer bölümler halinde bu planlamalar değişiyor. Şu an ilk altı bölüm çekildi. Fi’de, tıpkı kitaptaki gibi hikâyeyi her karakterin gözünden izliyor olacağız.
 
● Senaryo aşamasında nasıl zorluklarla karşılaştınız?
Açıkçası gidilecek bir sürü yol vardı ve hepsi de verimli, güzel yollar olarak gözüküyordu. Bu yolların hangisine gitsek en doğru olur sorusunun cevabını bulmak en zoruydu.
 
● Fi’nin hangi unsurları, üçlemeyi okuyanları tatmin edecek veya hayal kırıklığına uğratacak?
Güzel soruymuş, hiç bu açıdan düşünmemiştim (gülüyor.) Serinin sahiplenicileri çok enteresan bir düşünce yapısına sahip. Zihni ve hayal gücü gelişmiş birine herhangi bir şeyi anlatmak daima daha zordur. Bunu umarım başarabileceğiz. Sorunuzun ilk kısmına geleyim; bence Fi, Çi, Pi okuyucusu olarak cevap verirsem, hikâyeyi kitapta yer almayan sahneler üzerinden izlemek ilginç olacak. 600 sayfa uzunluğundaki Fi’de, 1000 sayfa olmasın diye açmadığımız kısımlar vardı. İşte, dizi versiyonunda kaleme aldığım ama kitaba eklemediğim o bölümleri de göreceksiniz. Kitabın içinde zaman dilimleri var ama hikâyede böyle bir zaman dilimi kitaptaki kadar çok yok. Hikâyeyi katmanlara ayırdık, açarak ilerledik dizide. Can Manay ile Duru’nun yakınlaşmasını kitaptaki gibi tek bir yemek sahnesi üzerinden vermek yerine ciddi bir komşuluk ilişkisi aracılığıyla yaşanmışlıklar üzerinden verdik. Herkes keyif alacak bence. Hoşlarına gitmeyecek, hayal kırıklığı yaratacak unsurun ne olduğunu bilmiyorum açıkçası. Bu bir yolculuk ve yol aldıkça bunu göreceğiz. Senaryo sağlam çıktı, o nedenle güvenim tam. Nüket Bıçakçı’yı alkışlamak lâzım. Yönetmenimiz Mert Baykal ve oyuncu kadrosu da o senaryoları geliştirmeyi iyi başardı ve başaracak. Anlamlardan fire vermeden izleyeceğiz biz de.
 
● Fi’nin yıldız kadrosuna gelelim. Oyuncu seçimi sürecine ne kadar dâhil oldunuz? Ana cast’ı biliyoruz, sizden de tüm isimleri alalım.
Hikâyenin en ihtiraslı adamı Can Manay rolünde Ozan Güven’i izleyeceğiz. Duru karakterinde Serenay Sarıkaya, Deniz rolünde Mehmet Günsür, Özge; Berrak Tüzünataç ve Bilge; Büşra Develi. Bilge’yle ilgili çok umutluyum açıkçası. Eti; Tülay Günal, Sadık Murat Kolhan; Osman Sonant, Ada; Hivda Zizan Alp, Ali; Emir Benderlioğlu, Göksel; Armağan Oğuz, Zeynep; Ferhan Şensoy. Kadromuz bu şekilde. Çok garanti olacak roller için bile audition oldu. Çünkü oyunculuğunu belirli alanlarda biliyoruz veya salt ünlüler diye onlara şu rolü verelim tarzı bir durum içine girmedik. Gerçekten de o karaktere uygun olabilecek isimlerle çalışmak için Ay Yapım çok ciddi emek sarf etti. Çok fazla oyuncu izledik ve resmen deneme yanılma yöntemiyle bu nokta atışı kadro oluştu.
 
● Kadrodan bahsederken Bilge’de bir es verdiniz; “Ondan çok umutluyum” diye.
Evet, çünkü Büşra (Develi) benim için izlemesi çok zevkli biri. Audition’ından itibaren Büşra, çok güzel Bilge oldu. Keza Serenay (Sarıkaya) da Duru’yla bütünleşti. Bence hepsi nokta atışı oldu.
 
● Sadık Murat Kolhan rolünde Osman Sonant enteresan bir seçim olmuş. Onu hiç o karakterde hayal etmezken, fragmanı izleyince direkt inandım onun Sadık olduğuna.
Özge rolündeki Berrak Tüzünataç ve Osman Sonant için sizin yaptığınız bu yorumu yapan çok oldu. Osman Sonant çok iyi bir oyuncu. Bence Fi, Osman Sonant gibi bir oyuncunun daha zengin şekilde değerlendirilmesi için iyi bir fırsat oldu. Eğer bu oyuncuları gerçekten kendi alanlarında izlediyseniz ne dediğimi anlayabiliyorsunuzdur. Bence her şeyi oynayabilecek bir adam Osman Sonant ki sizi fragmandan inandırması bile bunun göstergesi. Berrak da ilk olarak yadırganmıştı ama o kadar güzel ve de gerçekçi bir Özge oldu ki şu an kitabı okusanız Özge’yi Berrak olarak okursunuz. Berrak’ın asıl oyunculuk potansiyelinin tam keşfedilmediğini düşünüyorum. Bence Özge rolünde büyük sürpriz olacak, birçok kişiyi ciddi anlamda şaşırtacağını düşünüyorum.
 
● Oyuncu seçiminde sizi en zorlayan ve size en kolay gelen karakter hangisiydi?
En kolay Can Manay oldu. Zaten kadroya ilk seçilen isim Ozan Güven’di. Kendisini Annemin Yarası filminde izlediniz mi? Bu filmi izledikten sonra bizim ülkemizden böyle bir oyuncunun çıkmış olmasının muazzam bir şey olduğunu düşünüyorum. Ozan, kendi küçük ekibimizde garantiydi. Zaten Türkiye’de Can Manay’ı oynayabilecek kaç kişi var; bir hesaplamak lâzım. Ardından Serenay Sarıkaya ve Mehmet Günsür geldi. Hep bunu söylüyorum ama Serenay gerçekten çok çalışkan bir oyuncu. Onun nasıl emek verdiğini görseniz sonsuz saygı duyarsınız. Jimnastik branşında milli takım antrenörleriyle çalıştı. Can Manay, Duru ve Deniz için diğerleri kadar fazla isim izlememize gerek kalmadı pek. Bulması zor ama bulduğumuzda da “Budur!” dediğimiz karakter ise Bilge oldu. Olasılıklar çok fazlaydı Bilge için. Hem çok tavsiye edilen hem de isteyen çok sayıda isim oldu. Büşra’ya gelene kadar epey yol aldık. Ben Büşra’dan Fi değil, daha sonra yapacağı işler açısından da çok umutluyum. Bakalım nerelerde göreceğiz.
 
● Oyuncular, sizinle Fi, Çi, Pi üçlemesiyle ilgili nasıl paylaşımlarda bulundu? Kitaba bakış açısına şaşırdığınız ve “Aaa… Ben bu açıdan değerlendirmemiştim hiç” dediğiniz bir an oldu mu?
Bu konuda Ozan Güven’i söyleyebilirim. Ozan, Can Manay’ı çok iyi anladı ve kişiselleştirdi. Bana göre çok doğal ve de samimi biri, yani Can Manay’la alakası yok. Ancak Ozan, belki de Can Manay gibi bir sürü karakterle kendi hayatında karşılaşmış olabilir. Hikâyenin işleyişiyle ilgili enteresan teklifleri oldu ve bunların birçoğunun değerlendirildiğini düşünüyorum. Mesela açılış sahnesi de bunlardan biri. Nüket yazdı tabii ama Ozan değişik bir noktaya gitmesi için emek verdi. Bu nedenle Ozan Güven’in gelecekte yönetmen koltuğunda oturacağını düşünüyorum. Can Manay çok devinimli bir karakterdi. Fi, öyle psikolojik bir dizi ki ilk üç bölümden bu isimlerin oyunculuklarını, marifetlerini izlemeyeceğiz. Nereden baksanız işin içine girebilmemiz için sekiz bölümün geçmesi gerekiyor.



 
● Fi’yi, “çatlama cesareti gösteren tohumlara” adıyorsunuz. Dizinin geneline baktığınızda hangi isim için bu cesareti gösterdiğini söyleyebilirsiniz?
Kesinlikle Berrak Tüzünataç! Ben daha önce Berrak’ın kendi içsel yolculuğunu ortaya koyacağı bir oyunculuğu deneyimlemediğini fark ettim. Ve çok güzel ortaya koydu. Şimdilik dediğim gibi Berrak olabilir ama buna süreç karar verecek. Serenay’ı da es geçmemek lazım. Serenay’ın kapasitesini o kadar büyük görüyorum ki onu böyle bir 10 yıl sonra tanıyacağız. Şu an harika ama asıl 10 yıl sonra oyunculuğu iyice deneyimlediğinde farklı olacak.
 
● Fi’nin baskın temalarından biri cinsellik. Tutkularla birlikte cinsellik de ön planda. Dijital platformda yayınlanıyor olması sizde “Ya cinselliğin dozajı fazla kaçırılırsa” endişesi yarattı mı?
Herhalde 40 yıl düşünsem aklıma böyle bir soru gelmez. Teşekkür ediyorum. Fi’de Can Manay’ın cinsel yaşantısını, onun devinimlerini göstermek için anlattım. Bir insanın ruhsal gelgitlerini en iyi ve kestirme yoldan takip edebileceğiniz yer yatak odasıdır. Ben bu ruhsal devinimlerini ortaya koyamadığım bir hikâye için nasıl psikolojik diyebilirim ki? Ancak dizide çok farklı tekniklerle bu işlendi.
 
● Röportajdan önce Ranini.tv’ye özel bir açıklamanız olmuştu; Netflix’in Aeden’den 8 bölümlük mini dizi yaratmak istediğinden bahsetmiştiniz. Biraz bu konudan bahsedebilir misiniz?
WME, dünyanın en büyük medya şirketi. Game of Thrones gibi tüm dünyaya yayılmış ve serileri yapılmış kitapların yazarlarını temsil ediyorlar. Hem WME ile hem de Los Angeles merkezli, Türkiye pazarına yeni giren Karga Seven prodüksiyon şirketi ile görüşüyorum. Aeden’in İngilizce çevirisi bile bitmemişken böylesine bir ilgiyle karşılaşması da dünyadaki içerik açlığını aslında net bir şekilde koyuyor ortaya. Gelecek, üretenlerin olacak, sadece sanat dallarında değil her dalda üretenler dünyayı etkileyecekler.
 
● Hem Fi, Çi ve Pi’de hem de ‘Aeden’de hayalini kurduğunuz bir çiftlik yaşamından bahsediyorsunuz. Bu hayale ne zaman kavuşabilecek misiniz gibi gözüküyor?
Ben zaten biraz öyle yaşıyorum da. Komşularımın olmasını istiyorum. Çok emek veriyorum. Bir ara sadece bunun stresindeydim. Şimdiyse kitapların kabul görmesi, konuların da yayılması sayesinde aslında her geçen saniye bu hayale bir adım daha yaklaşıyorum. Toplamda dokuz kitap çıkaracağım. Fi, Çi, Pi üçlemesi birinci, Aeden ise ikinci roman. Şimdi de Dinle Beni’yi yazıyorum. İki üç sene sonra da dizi olarak göreceksiniz. Hacı takma adlı çok değerli bir polis ile doktor bir kızın hikâyesi.
 
● Kitap yazıyorsunuz ve diziye uyarlandı. Televizyona karşı duruşunuz net olsa da sizden yakında ekran için bir hikâye görecek miyiz?
Öncelikle şunu söylemeliyim; benim kitaplarımdaki hikâyelerden hiçbirini televizyonda görmeyeceksiniz. Dijital platform veya sinema filminde olabilir ama. Benim amacım dizi seyretmekten başka hayatta hiçbir keyfi bulunmayan kişileri yakalamak, onlara daha fazla dizi seyrettirmek için değil. Onlara daha önce izlemedikleri türde şeyler izlettirip gerektiğinde o koltuktan kaldırmak hedefindeyim. Ancak şu var; bu arada televizyona özel işler yapabilirim.

 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER