Harika Uygur: Menajer iş bulma kurumu değil...

Harika Uygur: Menajer iş bulma kurumu değil...
Fotoğraflar: Sinan Arslan
Haluk Bilginer’den Erdal Beşikçioğlu’na, ‘Mustang’in genç fişeklerinden Uğur Polat ve Nurgül Yeşilçay’a kadar sayısız isme bekledikleri, duymak istedikleri sözü o sarf etti: "Bu rol senin!" Listede bu denli büyük isimler olunca Harika Uygur’la buluşmaya giderken gerilmediğimi söylesem yalan olur. Kendisiyle ilgili hep olumlu yorumlar duysam da açıkçası ses kayıt cihazının yanına kendi egosunu koyacak biri bekledim. Fakat aksine hümanizmle özdeşleşmiş, mütevazı ve samimiyetiyle sizde uzun süredir tanıyormuşsunuz hissi yaratıyor. Ancak fotoğraf çekiminde bu tablo yerini tedirginliğe bırakıyor. Fotoğraf makinesine poz vermekten hoşlanmayan Uygur, ‘’Oyunculara o kadar kamera karşısında rahat olun, ona oynamayın, yerine koyduğunuz kişiye oynayın diyorum ama bu gerginliğimi de bir türlü yenemedim’’ diyor.

Önümüzdeki sene kariyerinin 20’nci yılını kutlayacak. Kutu gibi bir odanın içinde sinema ve dizi tarihine kazınan hikâyelerin anlatıcılarını seçen Uygur haliyle korku duyulan bir konuma sahip fakat kendisi üstüne basa basa şunu söylüyor: "Ben sizden yanayım ve rolü almanıza yardımcı olacağım’’. Herkese eşit mesafede yaklaşıyor ancak CV, showreel ve headshot fotoğrafıyla gelmeyen kişinin de gözünün yaşına bakmıyor. Türkiye’deki oyuncuların pek çoğunun da maalesef bu üç etmen konusunda bilgi sahibi olmadığından dem vuruyor. Buna son vermek ve oyuncuların duymak istedikleri cümleyi duyabilmelerini sağlamak için ‘Bu Rol Senin’ adlı kitapta, aynı isimde verdiği atölye çalışmalarından deneyimlerini derledi. Biz de Uygur’la rolü almanın püf noktalarından sohbete başlayıp Türkiye’deki dizi piyasasına kadar uzandık.

"Oyuncu görüşmelerimde showreel, CV ve headshot fotoğrafını getirmeyeni içeri almıyorum."

"OYUNCULUK KAS GELİŞTİRMEK GİBİ, BIRAKTIĞIN AN BİTERSİN"

● Kitabınızın adı ‘Bu Rol Senin’. Oldukça iddialı bir isim. Oyunculara istedikleri rolü almaları için neleri anlatıyorsunuz kitapta?
Açıkçası yıllardır oyunculardan deneme çekimleri alırken metni ezberlemekten öteye geçmediklerini ve bir karakteri nasıl çıkarmaları gerektiğini bilmediklerini gördüm. Deneme çekimleri hem oyuncuyu hem de cast direktörleri ile yönetmenleri rahatlatan bir etmen. Çünkü hiçbir taraf için sete çıkıldığında herhangi bir sürpriz yaşanmıyor. Pek çok oyuncu maalesef deneme çekimlerinde test edildiğini düşünüyor. ‘Bu Rol Senin’de de ilk etapta bunu anlatıyorum. Cast direktörleri daima oyuncunun yanındadır. Önce onun rolü nasıl anlayıp içselleştirdiğine bakar ve ona göre yol gösterir. Birlikte karakteri anlamaya ve bulmaya çalışırız. Bu deneme çekimleri boyunca maalesef Türkiye’de pek çok oyuncunun CV hazırlamayı, headshot’ın ne olduğunu veya bir cast direktörüne nasıl ulaşabileceklerini bilmediğini fark ettim. Bu durumdan hareketle de beş yıl önce ‘Bu Rol Senin’ atölyelerine başladım. Zeynep Özbatur Atakan’a minnettarım. O dönemde Yapım Lab’in kapılarını açmıştı bana. Yedi yıl önce bu kitabı pişirmeye başladım ve beş yıllık atölye çalışmaları sonucunda da şekillendi.
 
● Oyunculara ilk etapta verdiğiniz tavsiye nedir?
Başrol olma sevdasını bir kenara bıraksınlar. Maalesef kafalarında bunu şartlayanlar oluyor. Halbuki Gülriz Sururi’nin çok güzel bir sözü vardır; ‘’Bazı oyuncular ikinci, üçüncü dereceden rollerin başrol oyuncusudur’’ diye. Çok da doğru! Bu durumun kabullenilmesi gerekiyor. Bir de şu gerçeğin farkına varılmalı: Oyunculuk kas geliştirmek gibi, bıraktığın an bitersin. İçindeki yeteneği nasıl kullanacağını bilmezsen yapamazsın. Çok çalışman gerekiyor. Metot oyunculuğu hayatımıza girdiği için minnettarım. Bunların her birini tatmalı ve bakmalılar. Çünkü tüm bu metotlar onların içlerine dönmelerini ve içlerindeki ışığı arttırmalarını sağlayacak.
 
● Talebin hiç bitmediği ve dengelerin kötü yönde sürekli değiştiği dizi sektöründe oyuncuların bu dediklerinizi uygulamaları zor değil mi?
Öncelikle bir duruma değinmek istiyorum. Bankanın kabul etmediği alanlar biliyorsunuz sektör değil, piyasadır. Dizi sektörü diye de bir kavram maalesef ki Türkiye’de yok. Hatta bugünkü zihniyet tam anlamıyla esnaf piyasası zihniyeti. Sorunuza geçecek olursam tüm bu dediklerimi uygulamaları zor değil. Bugün mesleki olarak baktığınızda en yüksek maaşı doktorlar, avukatlar, müteahhitler ve psikologlar alıyordur. İşte, oyuncular onlardan da fazla kazanıyorlar. Bu nedenle bir bölümü hiç kazanmıyormuş gibi düşünüp kendilerine yatırım yapmak zorundalar. Metni gidip ayna karşısında okumaları bir marifet değil. Bir oyuncu koçuyla çalışmalılar. Türkiye’de para tuzağı olanların yanında Atölye Craft gibi nitelikli atölyeler bulunuyor. Mutlaka bunlara katılsınlar. Görünüşlerinde değişiklikler yaptıkça headshot fotoğraflarını yenilemeliler. İyi bir editörle çalışıp showreel’larını güncellemeliler.
 
● Kitapta bu açıdan oyuncuları birer şirket olarak nitelendiriyorsunuz.
Evet, kesinlikle! Ve kendi şirketleri için oturup bunları yapmalılar. "Hocam biz hiçbir yerde oynamadık. Showreel’ımız nasıl olsun ki?’’ diyenler var. Bir metin çalışıp videolarını hazırlatabilirler. Bu konuda Can Kılcıoğlu şahane bir çalışma başlattı. Açıkçası ben oyuncu görüşmelerimde showreel, CV ve headshot fotoğrafını getirmeyeni içeri almıyorum. Oyuncuların gerçekten profesyonel olmaları gerekiyor. Herkesin torpilli olduğunu düşünen kişiler var. Büyük yanılgı! Herkes benden deneme çekimi sırasında gösterdiği performansla almıştır rolü. Buna ‘Mustang’in dört kızı da dâhil. Güneş Şensoy, deneme çekimi öncesinde tam dört saat bekledi. 
 
● Bu torpil durumu galiba cast direktörlüğü ile menajerliğin iç içe geçmiş olmasından kaynaklı bir durum. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
1999 yılının sonuna kadar İstisnai Filmler ve Reklamlar’da çalıştım. Hatta bugün piyasada gördüğünüz bütün reklam prodüksiyon ajansları İFR’nin mitoz bölünmesi şeklinde kurulmuştur. In-house cast direktörüydüm. Sonra ABD’de bunun eğitimini alıp 2000 yılında Türkiye’ye dönerek kendi ajansımı kurdum. Bir süre ben de ikisini bir arada yürüttüm. Fakat uluslararası bir cast direktörü olmayı hedeflediğim için o dönemki danışmanlık yaptığım oyuncuların da iznini alıp yine ICDN’nin izniyle dört sene sadece devrettiğim ajansla aynı ofiste kalarak sadece cast direktörlüğüne devam ettim. Açıkçası Türkiye’de durumun böyle olmasını çok da haksız bulmuyorum. Çünkü yapımcılar, cast direktörlerine gereken önemi vermiyor. Cast direktörleri de kendi oyuncularını vererek ancak para kazanabiliyorlar. Arkadaşlarımı suçlamıyorum bu açıdan ama yapmamaları gerektiğini düşünüyorum. Cast Direktörleri Birliği kurmak istiyorum ama bildiğim kadarıylaMine Güler ve benim dışımda maalesef bunu tek başına yürüten yok.
 
"HAYAT ŞARKISI'NI TEK GEÇERİM: MÜKEMMEL BİR CAST!"

● Peki, senaryonun size ulaşması ile deneme çekimlerini izleme arasındaki süreç nasıl geçiyor?
Senaryoyu okurken oyuncular askeri nöbet misali gözümün önünde geçiyor zaten. Mutlaka görmek istediğim isimleri belirliyorum. Fakat bu listenin alternatifini de oluşturuyorum. ‘Gişe oyuncular’ı seçmek yerine ters köşe gitmeyi seviyorum. Belki de bu yüzden başarılı olabiliyorum. Mesela Sibel Kekilli’nin başrolde olduğu ‘When We Leave’ filminde anne rolü için Derya Alabora’da ısrar ettiğim zaman herkes "Kızıl saçlı kadından Alman anne olur mu?’’ demişti. Bana göre Derya zehir gibi ve her rolü oynar. Neden oynamasın ki? Ayrıca bu filmle de ödül aldı. O yüzden hislerime çok güveniyorum. Her şeyden önce senaryoya bakıyorum. Kalbime dokunmayan bir metinse o topa girmiyorum bile. İnanmadığım senaryoyu ismimi kullanarak bir oyuncuya vermek istemiyorum. Dünyadan Türk oyunculara bakıyorum bir de. Nik Xhelilaj’ı yıllar önce ben getirmiştim Arnavutluk’tan. Fransa ve ABD’de çok iyi Türk oyuncular var. Taylan Halıcı’yı örnek gösterebilirim. Burada şansını denemedi hiç ama zehir gibi bir oyuncu.
 
● Özellikle dizilerde son yıllarda Almanya’dan gelen Türk oyuncuları görüyoruz.
Bence daha da görmeye devam edeceğiz. Çünkü gerçekten çok iyi isimlerden bahsediyoruz.
 
● Uzun zamandır dizi casting’i yapmıyorsunuz galiba, değil mi?
Dizi casting’i yapmak istiyorum ama dizi beğenmiyorum (gülüyor). ‘Behzat Ç.’den sonra ‘Reaksiyon’u çok beğenmiştim ve o nedenle kabul ettim. Sinema filmi gibi yaratıcılığın konuşabileceği diziler arıyorum. Ancak öyle bir senaryo geldiğinde yapacağım.
 
● Peki, bugünkü dizilerden cast’ını en çok beğendiğiniz yapım hangisi?
‘Hayat Şarkısı’nı tek geçerim. Cem Karcı’nın ellerine sağlık, rejisine bayılıyorum. Burcu’yu (Biricik) çok beğeniyorum. Gül Oğuz’un gönlüne, emeğine sağlık; tüm karakterlerin tiplerini o kadar doğru çıkarmış ki! Bir de Almila (Bağrıaçık) var. ‘When We Leave’de Derya Alabora’yla birlikte oynamıştı. Sonra ‘300 Kelime Almanca’ adlı filmde de birlikte çalıştık. Benim workshop’ıma da katıldı. Beğendiğim bir oyuncu. Tek kelimeyle mükemmel bir cast; Mine Güler’in ellerine sağlık. İşte, iyi işler belli oluyor. ‘Hayat Şarkısı’nı da gerçekten çok başarılı buluyorum.
 
● Cast’tan konuştuk, şimdi de tekli ilerleyelim. Size göre iyi oyuncu kriteri nedir?
Öğrenme hevesinin ve eyleminin hiç bitmeyecek olması. Sadece burayı değil, dünyayı hedeflemeli. Mutlaka bir yabancı dili iyi konuşmalı. En önemlisi hayat tarzına iyi bakıyor olması gerekiyor. Kendi içsel yolculuğunu iyi bilmeli. Meditasyon yapıp kendini çözümlemeli. Mesela bana göre Burcu (Biricik) bu isimlerden biri. O kadar belli ki kendini anında gösteriyor. Yakın zamanda Susan Batson workshop’ında birlikteydik. Keza Batuhan Begimgil de öyle. Müthiş bir oyuncu. Geçenlerde ondan bir deneme çekimi aldım. Orta Anadolulu bir çocuğu canlandırdı. Gidip 10 TL’ye ekose gömlek ve atlet alıp giymiş bir süre. Ki hayatta böyle giyinen biri değil. Hayranlıkla izledim onu. 80 kişiden deneme çekimi aldım ve yönetmen bir tek Batuhan’ı ayırdı. Bunu düşünüyor olması bile muazzam. Çok acayip bir ışığı var. Son zamanlarda hayran olduğum ve tabiri caizse ağzımın suyu akarak izlediğim bir diğer oyuncu da Özgür Emre Yıldırım. Bitmeyen bir öğrenme açlığı var. Bir yılda oturup İngilizce’yi hatmetti. Kendi çabalarıyla Berlin’de gerçekleştirilen bir proje içingidip küçük bir rol için deneme çekimi verdi fakat birden büyük rolü kapıp uluslararası bir projede oynadı.

"KARAKTERE TESLİM OLMAN GEREKİYOR. AKSİ HALDE İÇİNDEN ÇIKAMAZSIN."

● Tüm bu öğrenme açlığı, metot eğitimleri, meditasyon arasında istediği rolü alamayan oyuncular da var ama.
Evet ve böyle isimlere şunu söylüyorum: "Kariyerinde istediğin yere gelmiyorsan tek sorumlusu sensin’’. Bu oyuncular da başarılı, yetenekli ancak yönetmenin veya cast direktörünün hayalindeki karaktere uymayabilirler. Bir de bu durumda hemen menajerlerini suçluyorlar. Sen iyi değilsen ve ilerlemiyorsan menajerin çok çabalasa da hiçbir şey yapamaz. Menajer iş bulma kurumu değil.
 
● Peki, deneme çekimi sırasında o karakteri en iyi şekilde yansıtabilme kriteri nedir?
Karaktere teslim olman gerekiyor. Aksi halde içinden çıkamazsınız. Her şeyinizle teslim olacaksınız. İsmini vermeyeceğim bir Türk oyuncuya ‘’Nasıl bu kadar iyisin?’’ dediğimde. Yogada bebek pozisyonu denilen alnı secdede durduğunu söyledi deneme çekimleri öncesi. O kadar doğru bir yöntem ki! Çünkü anda kalıyor ve kendi özüyle buluşuyor.
 
● Kitapta da bunu belirten bir betimlemeniz var: ‘’Karakter ile birlikte kendinizi tasarladınız; duygusal zeka, güç, içtenlik ve dürüstlükle.’’
Kesinlikle! Öncelikle karakteri yargılayamazsınız. Stella Adler içimizde 200 karakteri barındırdığımızı söyler. Gölge yanlarımız vardır ve bunları keşfetmemiz gerekir. Sen hayatında tacize uğradıysan mutlaka tacizci bir yönün vardır. Tabii bu söylediğimle karşındaki kişiyi sevgiye olan açlığınla istismar edebileceğinden bahsediyorum. Metot oyunculuğu da bunu anlatır. Bize her bir karakterin içimizde var olduğunu ve bununla nasıl yüzleşmemiz gerektiğini öğretir. Charlize Theron’un ‘Monster’ filmine bakın. Ivana Chubbuck çalıştırmıştı onu ve çocukluğunda yaşadığı cinsel istismarın bıraktığı travmayı kullanarak o rolü çıkardı. Sylvester Stallone ‘Creed’ filmiyle bu yıl ilk Altın Küre’sini kazandı. Niye? Çünkü kendi oğlunun intiharını kullanarak karakterini yarattı. Tabii bununla birlikte Erdal Beşikçioğlu ve Haluk Bilginer gibi hiçbir metot kullanmayan ustalar da var. Ancak unutmamak gerekir ki Erdal’ın da söylediği gibi “oyunculuk kendi fabrika ayarlarına geri dönmektir.” Onlar işin aslını çok çalışarak çözdükleri için bu tür çalışmalara ihtiyaç duymazlar. Yılların tecrübesini atlamamak gerekir. Sürekli üreten oyun yöneten, oynayan bir ikiliden bahsediyoruz. Bir örnek daha vereceğim. Jack Nicholson’a bakın. Yıllar boyunca abla dediği kişinin öldükten sonra annesi, anne diye bildiği kişinin ise anneannesi olduğunu öğreniyor. Kariyeri boyunca da bunun öfkesini kullandı. Karşılıklı oynadığı her oyuncu aslında annesi. Gerçek olabilmesi için hayatından olan birini karşına oturman şart veya kendini oturtacaksın. İşte, duygusal zeka, dürüstlük, içtenlik de bu özünü simgeliyor.
 
● Peki, bugüne kadar sizi seçerken en çok zorlayan karakter neydi?
Mesleğe başladığım ilk yıllarda bir ayçiçek yağı markasının reklam filmi beni zorlamıştı. Çünkü yönetmen koltuğunda Charles Richards oturuyordu. Ve benim de Danny DeVito gibi birini bulmam gerekiyordu. Reklamın çekileceği gün Taksim Meydanı’na gidip o adamı bekledim. En sonunda birini bulup takip ettim. Hiç unutmuyorum Talimhane’de Flamingo adlı bir restorandan içeri girmişti. Gece açılan bir mekândı. Adama durumdan bahsedip fotoğrafını çektim. Charles beğenince de hemen onu stüdyoya aldık ve reklam filmi çekildi. O günden sonra hiçbir rol için zorlanmadım. Çünkü o gün aslında her rolün karşılığı olduğunu ve mutlaka bulabileceğimi anladım.
 
"DÜNYADAKİ BÜTÜN CAST DİREKTÖRLERİNİN YENİ YÜZLERE İHTİYACI VAR."

● Sizi çok ciddi ikilemde bırakan veya deneme çekimindeki performansından sonra projede hayal kırıklığına uğratan oldu mu?
Deneme çekiminde nasılsa her oyuncu projede de öyleydi bugüne kadar. İkilemde kaldığım da olmadı fakat bir dizi için seçtiğim oyuncu yerine maalesef hiç istemediğim halde daha ‘isim yapmış’ kişiyi tercih ettiler. Dizi zaten üç bölümde yayından kalktı ve bence nedeni tamamen bu yanlış seçimdi. Tanınmış olmasına rağmen izleyici o rolde sevmedi onu, kabul etmedi. İşte, tam da bu nedenle yapımcılar cast direktörlerine daha fazla güvenmeli.
 
● Bugünün genel tablosu da böyle değil mi?
Evet, izleyici de yeni yüz istiyor ve arıyor. Bu arada sadece yapımcılara da yüklenmemek lâzım. Bugünün dizi süreleri ve reyting sistemi piyasayı tabiri caizse bir kara deliğe doğru sürüklüyor. Ben hâlâ iddia ediyorum; şu an ‘Süper Baba’ gibi bir dizi yapılsa bu izleyici çok mutlu olacak. O zaman hem sevdiği şeyi sunacaksınız hem de yeni yüzleri. Ancak her şeyden önce dizi süreleri kısalmalı.
 
● Oyuncular bile dizi süreleri yüzünden hem kendi işlerini hem de diğer yapımları izleyemiyorlar. Repo gününde 45 dakikalık yabancı işleri izlemek daha cazip geliyor haliyle.
Evet, ama yerli yapımlara da bakmalılar. Sadece yabancı dizi izlemeleri bir hemşirenin iğne yapamayıp sadece serum takmayı becermesi gibi bir durum. Öyle ki deneme çekimine geliyor ancak o işin yapımcısı ile yönetmeninin kim olduğunu bilmiyor. Sadece ezber yapıyor ve şansımı deneyeyim diye geliyor. Bugünkü sistem nereden baksanız her yönüyle çarpık.
 
● Peki, bu çarpıklık nasıl düzeltilebilir?
Öncelikle sağlam bir film enstitümüzün kurulması gerekiyor. Ve bu piyasadaki her meslek dalının birliği olmalı. Daha çalışkan ve güçlü gençlerin geldiğini düşünüyorum. Tekrar söylüyorum lütfen tüm oyuncular yurtdışındaki festivallere gitsinler. Evet, burada dizi süreleri uzun, reyting sistemi kötü. Bu durumdan dem vuruyoruz. O zaman yurtdışı hedefi de konulmalı. Berlin Film Festivali’ne bugün gittiğinizde ABD’nin en büyük ajansları seminerler veriyor ve katılımı ücretsiz. Dünyadaki bütün cast direktörlerinin yeni yüzlere ihtiyacı var. Bunu bilsinler lütfen.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER