“Hayatım
roman olur derler ya, benim hiç öyle bir klişem olmadı. Ama yaşadıklarım ve
gözlemlediklerim dolup taşmaya başladığında yazmak istedim. En zoru yazmaya
karar vermek ve yapabileceğime inanmaktı.” İşte, bu sözlerle ilk kitabı ‘Boşan
Da Gel’in teşekkür yazısına girizgâh yapıyor Oya Doğan. Film senaryosu yazarken
gördüğü bir haberden etkilenerek dümeni kırıyor ve bilgisayarın başına geçip
başta boşanmış kadınlar olmak üzere pek çok hemcinsinin sesi olacak bir roman
kaleme alıyor. Fakat bu amaçla yazmamış ‘Boşan Da Gel’i. Kendi deyimiyle
hayatta ne istediğini bilmediğimiz 30’lu yaşların ortasında bu soruya cevap
bulup o farkındalıkla sözcükler dökülüyor zihninden, yüreğinden.
Aslında
pek çok kişi onu ‘Dizi Doktoru’ olarak tanıyor. Hem geçmişte yaptığı televizyon
programları hem de kaleme aldığı köşe yazılarıyla bu kurgusal dünyanın
hayatımız üzerindeki etkilerine değinip dizileri yorumluyor. Fakat özgeçmişine
baktığınızda Siyaset Bilimi mezunu, haberciliğe ’32.Gün’ ile başlamış bir
gazeteci görüyorsunuz. Bu durumdan söz açıldığında “Bunların yanında nasıl
böyle bir konu bulup, böyle bir kitap yazdın diyorsun, değil mi?” diyecek kadar
dobra. Karşısında otururken sanki uzun zamandır tanıdığım, hatta daha önce
röportaj yaptığım biriyle konuşuyor gibi hissettim. Sıcak ve tevazu sahibi de
aynı zamanda. Böyle biriyle kahve sohbetine oturmuşsanız sorular da,
anlatılacaklar da bitmez. O yüzden lafı uzatmadan sizi Oya Doğan’la baş başa
bırakıyorum.
Oya Doğan 10 yıldır televizyon üzerine kalem oynatıp, analiz yapıyor
● ‘Boşan Da Gel’de 10 yıllık bir
birliktelikten çıkan, boşanmış bir kadının küllerinden yeniden doğma sürecini
anlatıyorsunuz. Başlangıç noktası neydi bu hikâyenin?
Aslında
‘Boşan Da Gel’e başladığım dönem başka bir kitap yazıyordum. Türkiye’de dizi
konusunda kelam etmiş çok kitap yok. Siyasal bilimler mezunu ve ’32.Gün’
kökenli bir haberci olduğum, aynı zamanda sosyolojiyle de ilgilendiğim için
siyaseti, sosyolojiyi, modayı ve eğlence hayatını entegre ederek geçmişten
bugüne dizileri mizahi dille anlattığım bir kitap yazmaya koyulmuştum. Fakat
kolay olmadığını gördüm. Çok ciddi ve detaylı bir araştırma gerektiriyor. Bu
nedenle üç yıl önce başladığım bu kitaba ara verip televizyon programları
yaptım. Türkiye’de bugün ünlü olan hemen herkesle röportaj yapmışımdır; tabii
Ayşe Arman’ı saymazsak (gülüyor).
Arkadaşlarımın çoğu röportaj kitabı çıkarmamı
istemişti. Hepsinin bir arada toplu basılması güzel olabilir ama ilk kitabımın
öyle olmasını istemedim ve film senaryosu yazmaya başladım. Romantik komedilere
bayılıyorum ve bu türde bir senaryo yazıyordum. Bu sırada boşanma oranlarının
evlenme oranlarından fazla olduğu yönünde bir haber gördüm ve o an “Boşan Da
Gel” kelimeleri döküldü ağzımdan. Ben de boşanmış biriyim ve bu süreci atlatan
kadının travmasını biliyorum. Boşanma hakkında hiç kitap yazılmamış. Bu yüzden
bu konu üzerine odaklanan bir kitap yazmaya karar verdim ve ‘Boşan Da Gel’e
başladım. Çok hızlı ilerledi, bir tek sonu çok zordu. Çünkü ‘Boşan Da Gel’
negatif bir çağrışım. Son sayfa tam üç ay bekledi. Bu yıl doğum günümde bir
arkadaşımın hediye ettiği kitabın ilk hikâyesi 60 yıldır romanını bitiremeyen
bir adamla ilgiliydi. Bunu görünce sabaha karşı bilgisayar başına oturup kitabı
bitirdim.
● Kitap çıkalı neredeyse bir ay oldu.
Yorumlar nasıl?
Çok şükür
hiç kötü yorum almadım. ‘Hızlı okunan’ diye tabir edilen, 2.5-3 saatte
bitirebileceğiniz tüm kitapları okudum ve ortada bir matematik olduğunu gördüm.
‘Boşan Da Gel’i bu formüle göre yazdım. Eline alanın o gün işi yoksa 2.5-3
saatte bitirebileceği bir kitap. İkincisi de gelecek. “O daha kalın olsun” gibi
yorumlar var. Çok tuhaf bir duyguymuş bu.
● Adından ötürü kitabın evli bir erkekle
ilişki yaşayan bir kadın veya tam tersini anlattığı yönünde bir görüş de var.
Bu hileyi
röportajda vermek doğru mu bilmiyorum ama gazetecilikte okuyucuya “Gel gel”
diyecek başlık vardır. Röportaja attığın başlık çok önemlidir. Klasik bir
başlık atıyorsan o röportajı okutamazsın. Ya da söz konusu bir film ise onun
fragman ve teaser’ı çok önemlidir. Hayatımda dobra olmakla tanınmış biriyim. ‘Boşan
Da Gel’ adı da tamamen pazarlama kafasıyla düşündüğüm bir başlıktı. Kitabın
içinde evli bir adamla birlikte olan kadın veya tam tersi bir durum yok.
● Başınızdan bir evlilik geçtiğini
söylediniz. Kendi deneyimlerinizden ne kadarı kitabın baş karakteri Lara’yı
oluşturuyor?
Lara,
benim yüzde 20’mi oluşturuyor. Ben sanırım yaşamadığım, görmediğim, canımı
yakmayan, gözlemlemediğim hiçbir şeyi yazmayacağım. Empati çok önemli bir duygu
benim için. Çevremden ilham aldığım kadınlar da oldu. Ben kadınların dünyasına
ışık tutan ve okuyanın “Ben de aynısını demiştim” diyeceği bir kitap olsun
istedim. Çünkü hepimiz aynı duygular içerisindeyiz ama farklı kelimelerle ifade
ediyoruz. Özellikle boşanmış kadınlar her şeyi yazdığımı söylediler. Bu çok
mutlu etti beni.
● ‘Boşan De Gel’de aslında sadece evliliğe
bakmıyor, aynı zamanda kadınların dünyasının detaylarına da iniyorsunuz.
Evet, bu
kitapta aslında ‘Boşan Da Gel’ diyerek sadece evliliğe değinmiyorum. Kadınlara
baktığımızda, 20’li yaşlarımızda idealist oluyoruz, 20’lerin sonunda sistemin
farklı olduğunu görüyor ve “30’a geliyorum” kaygısı yaşıyoruz. 30’lu yaşlar tam
çile yaşları. Çünkü hayatta ne istediğini bilmeden deli gibi çalışıp hayat
gayesinin en yoğun olduğu yaşlar. 40’lar ise gözlemlediğim kadarıyla “Ben bunu
mu istedim hayattan?” yaşı. 50’li yaşlarda “Vah… vah… Ben 20’lerimde ne
hayaller kurmuştum, nasıl yola çıkmıştım ve nerelere geldim?” durumu yaşanıyor.
● Sizde de böyle mi oldu?
Sanırım
ben ne istediğimi biraz erken fark ettim. Gerçekten haberci olma isteğiyle yola
çıktım. Harika bir okulla, yani ’32.Gün’le başladım işe. Sonra hayat beni bir
şekilde dizilerle buluşturdu ve bugünün koşullarında, Türkiye’sinde kendime
dünyada hiç olmayan bir meslek, kavram yarattım: Dizi doktoru. Bu muydu
hayalini kurduğum iş; hayır değildi. İşini düzgün, etik ve ahlaka uygun yapmaya
çalışan bir gazeteci olarak bugüne geldim. Sonra da “Ben ne yapmak istiyorum
acaba?” dedim. Cevabım yazmak olunca da ‘Boşan Da Gel’ ortaya çıktı.
Hepimiz
büyük şehirde, özgürlük kisvesi altında kendimizi plazalara kapatıp, mutsuz
olduğumuz işleri yapıp, çocukluk travmalarımızı asla atlatamayıp, spor
salonlarından çıkmayıp, prototip adam veya kadın olmaya uğraşıp ve herkesin
birbirine “kazan” dediği bir bireye dönüşmüşüz. ‘Boşan Da Gel’ ile aslında
“Travmalarınızla, mutsuzluklarınızla yaptığınız o korkunç evliliklerden boşanın
gelin”, “O özgürlük kisvesi altında kendinizi kapattığınız hapishaneleri
boşayın gelin” diyorum.
● O zaman size göre ‘aşk’ da yok
galiba.
Aşk bir modaydı ve bitti. Dizilerde ve kitaplarda var artık sadece. O
yüzden aşk dizileri çok izleniyor, aşk kitapları çok satıyor. Yaşayamadığımız
şeyleri tatmin etmeye çalışıyoruz aslında.
● ‘Boşan Da Gel’, film ve dizi
uyarlamasına da çok uygun. Böyle bir düşünce var mı?
RTÜK açısından diziye uygun olacağını sanmıyorum. Fakat ben de
yazarken kurgusal anlamda biraz film gibi yazmışım. Herkes de bu yönde yorumlar
yaptı. Filme uyarlanması için bazı görüşmeler yaptım, teklifler de var.
● Filme uyarlanması durumunda kimin
yönetmesini ister, nasıl bir cast oluşturursunuz?
Yazarken birini hayal etmedim ama kadının iç seslerinin de filmde
gösterilmesini isterim. Biraz bu iç seslerden de bahsedeyim. Hayatta herkesi
dinlerken kendi fikrimizin ne olduğunu unuttuk. Hem çevrenizdeki hem de iç
sesleri susturduğunuzda hedefinizi görür ve ona doğru emin adımlarla
ilerlersiniz. İç sesler bizi aşağı çekiyor, kendimizde ket vuruyoruz onlar
yüzünden.
Sorunun cevabına gelecek olursam yönetmen ve cast’ı hiç düşünmedim
açıkçası. Bir tek iç seslerden Şadiye için Zeynep Kankonde’yi düşündüm. Serap
Matyaş da olabilir.
● Spoiler de vermeyelim ama
kitabınızdaki kadınlar aşktan yana oldukça dertli. Nedir bu kadınların aşkla
ilgili en büyük sorunları?
Diziler üzerinden anlatayım bunu. Sorun hayalimizde yarattığımız
erkeği istememizde. Gerçekte öyle bir erkek yok çünkü. ‘Kiralık Aşk’taki Ömer’i
istiyor herkes, kimse Barış Arduç’u istemiyor aslında. ‘Grinin 50 Tonu’ndaki
Grey’i, ‘Binbir Gece’deki Onur’u, ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’deki Soner’i istiyor
herkes. Çünkü bu erkekler, kadın ruhunu anlayarak hareket ediyor. Kadının aşkla
en büyük sorunu kafasında bir erkek yaratması ve onu beklemesi. Sanırım erkeğin
derdi de aynı yönde ilerliyor. Erkekler de çok mutsuz, kadınlardan çok
şikayetçi. Hayalle gerçeği ayırt edemiyoruz.
● Peki, ‘Kiralık Aşk’ın Ömer’inin
karşımıza çıkması kadınları mutlu eder mi sizce?
Gerçekte öyle bir karakter olmadığı için bilemem ama en azından mutlu
olacağımızı hayal ediyoruz. Ben “Ömer’i neden sevdik?” diye bir yazı yazmıştım.
Çünkü oyuncu ruhlu bir erkek istiyoruz içinde sekiz ayrı adam barındıran. Bir
erkeğin aynı gün içerisinde sekiz farklı adamı oynamasını istiyoruz. İşte,
diziler ve kitaplar bunu yapıyor.
● Romantik komedileri çok
sevdiğinizi söylediniz. Hangi filmler favoriniz?
‘Ugly Truth’u çok severim. Çok gülüyorum. Canım sıkılınca izlerim hep.
‘Sliding Doors’, ‘Pretty Woman’ ve ‘Love Actually’ de favorilerim arasında.
● Televizyonda da romantik komediler
arttı. Gelecek dizileri de düşünürseniz en çok hangi yapımları beğeniyorsunuz?
‘Aşk Yeniden’in ilk 13 bölümünü söyleyebilirim. Sonra mahvettiler.
Fakat “Türkiye’de romantik komedi türünde dizi yapılabiliyormuş” dedirtti bana.
● Ekranda bu türe en uygun malzemeye
sahip kadın ve erkek oyuncu kim sizce?
Türk oyuncular bir işte oynuyorlar, çok ses getiriyorlar ama sonra
hemen dram yapmak istiyorlar. Bence bu çok büyük bir hata. Dünyada sırf
romantik komedi türünde kariyer yapan isimler var. Bizde bu eksik. Bir tane
romantik komedi yaptığı için hemen vazgeçen çok. Dramın yükü ağırdır, herkes
kaldıramaz. Umarım Barış Arduç, ‘Kiralık Aşk’tan sonra bir tane daha romantik
komedi yapmayı dener. 30 yaşını geçtikten sonra hep dram yapacak zaten. Yıllar
önce bunu Tolgahan Sayışman’a da söylemiştim. Fiziksel açıdan çok müsait.
‘Tatlı İntikam’la Leyla Lydia Tuğutlu’yu da çok beğendim. Selin Şekerci de
bence romantik komedi yapsın, yıkıyor ortalığı. Aynı şekilde Özge Özpirinçci
de. Elçin Sangu’nun kendisine de söyledim, bence o da romantik komedi yapsın.
Nedense bizde drama kafası var. Romantik komedi çok özel, pahalı bir türdür.
Fakat Türkiye’de çok ucuz bir tür olarak algılanıyor. Hem felsefesi vardır hem
de eğlencesi.
● Türkiye’de dizilerin en büyük
eksiği nedir?
Hâlâ projenin çok önemli bir şey olduğunu anlamamamız en büyük eksik.
Önce oyuncularla anlaşılıyor. Öyle bir şey olsaydı ‘Beni Affet’, ‘Kurt Seyit ve
Şura’yı ve daha birçok diziyi geçmezdi. Mesele oyuncu değildir. Bir projenin en
iyi oyuncusu senaryodur, sonra yönetmen ve sonra da oyunculardır. Bunu yapmaya
başladığımızda ancak başarılı olabiliriz.
● Hangi dizileri takip ediyorsunuz?
10 yıldır bu işi yapıyorum ve eskiden, süreler 90-95 dakika olduğunda
bir gecede neredeyse dört dizi izliyordum. Sabahları uyuyordum. Şimdiyse iki
tane izlersem kârdır. Çok sıkılıyorum. Açıkçası dizi sektörünün son beş yılda
baş aşağı düştüğünü düşünüyorum. Senaryo kalitesi açısından da bu durum
geçerli. Ama senaryo yazmak da çok zor. Özellikle senaryo açısından
baktığımızda ‘Poyraz Karayel’de zekâ pırıltısı gördüğüm için seviyorum. Bir de
her karakterin hikâyesini merak ediyorum. ‘Hayat Şarkısı’nın birinci bölümünden
çok sıkıldım. Büyük ihtimalle geçmişi uzun anlattıkları için. Fakat ikinci
bölümden itibaren çok sevmeye başladım. Ayrıca Cem Karcı’nın rejisini çok
beğeniyorum. Hülya’nın kafa seslerini, sadece kaşıyla, mimikleriyle anlatması
bir yönetmen farkıdır. ’46 Yok Olan’, birinci bölümü beklentilerimizi
karşılamadı. Fakat ikinci, üçüncü bölümden sonra depar atacağını düşünüyorum.
‘Kiralık Aşk’ı bazen çok eleştiriyorum çünkü hem diziyi hem de romantik komedi türünü,
duygusunu seviyorum. Fakat hayatım boyunca bir dizinin gerçekten fanı oldum:
‘Behzat Ç.’. Yayınlandığı saat telefonumu kapatır, atıştırmalıkları hazırlar,
televizyonun karşısına öyle geçerdim. Özellikle birinci sezon, hele de sezon
finaline bayılmıştım.
● Peki, “Kesinlikle yurt dışına
gidip kendisini gösterse” dediğiniz tek bir erkek ve kadın oyuncu sorsam kimi
söylerdiniz?
Fikret Kuşkan’a yıllar önce “Sen çok iyi İngilizce konuşup bu ülkede
iş yapmaması gereken isimlerdensin” demiştim. Fakat bugün farklı bir isim
söylemek istiyorum: Erdal Beşikçioğlu. Ancak genç kızların sevgilisi olan biri
söyle dersen cevabım Kıvanç Tatlıtuğ olur. Yurt dışına çok müsait bir yüzü var.
Bergüzar Korel’in de yurt dışında çok ses getirecek bir fiziksel malzemesi ve oyunculuğu
olduğunu düşünüyorum. Çok sıradan görünen ama içinden bir “sahne hayvanı”
çıkarabilecek yetenekte bir kadın. Dizilerde yeteneğini gösteriyor ama ne kadar
yetenekli olduğunu gösteremiyor. Zerrin Tekindor da bu listede olur. İnanılmaz
bir oyuncu. Sahnede mutlaka izlenmeli. Halit Ergenç de bence Türkiye’de aktör
kelimesinin altını sağlam bir şekilde dolduran biri. Çok beğeniyorum duruşunu.
● Neredeyse röportaj yapmadığınız
ünlü kalmadığını söylemiştiniz. Aralarında hem olumlu hem de olumsuz anlamda
sizi en çok şaşırtan isim kimdi?
Hayatta vermem sana o isimleri. Ben de gazeteciyim. O tuzağa
düşüremezsin beni (gülüyor). Dersine çok iyi çalışan bir gazeteciyim. Soru
hazırlamam, senin gibi sohbet ederim. Önemli olan sohbet etmektir. Gitmeden
zaten annesine babasına kadar hayatına dair her şeyi öğrendiğim için nasıl bir
kişiyle karşılaşacağımı bilerek giderim. Fakat olumsuz anlamda beni çok
şaşırtan beş kişi var. “Ne tatlı!” deyip çok ciddi hayal kırıklığına
uğramışımdır.
● Son olarak yaptığı röportajları
sevdiğiniz gazeteciyi sorayım.
İzzet Çapa’yı çok seviyorum. Onun yolculuğunu da çok iyi biliyorum.
Çok yol alıp hepimizi devirdiğini düşünüyorum. Amatör heyecanla yapıyor ki o
zaman keyifli oluyor. Çok iyi röportaj yapıyor bence.