Evet ben sattım! Ama sorun bir neden sattım?!
“Sır, karında
bekleyen dikenli bir toptu. İnsanın içinde durmadan döner, her an kendini
hatırlatırdı. Dışarıya çıkmak için dikenlerini batırdıkça batırırdı. Kurtulmak
için onun dediğini yaparsan hainlik edip dikenlerini orada bırakıp ağzından
kaçardı. O dikenler canını acıtmaya devam ederdi. Ama direnirsen dışarıya
çıkmaktan umudunu keser ve dikenleriyle beraber içinde söner giderdi.”*
Sevgili Levent Ülgen’in muhteşem sesinden dinlediğimiz bu
muhteşem alıntı aslında şu ana kadar Kiralık Aşk için yapılmış en güzel
saptamaydı. Defne’nin içinde dönüp duran, içten içe kemiren sırları,
belki de ömrünün sonuna kadar o dikenlerle yaşamak zorunda kalacak olsa bile
kendi ağzından çıkmalıydı. Ondan, bundan, Sude’den veya Deniz Tranba’dan duyacak
olmak, gerçeğin o puslu havasını dağıtmayacaktı elbette ama Defne’ye dürüst
olma şansı tanıyacaktı. Olmadı.
Ah Ömer…
“Ne zaman canın
yansa bu kadar derinden
Sanırsın mümkün
değil bir daha üzülmen.”
Neler geçiyor insanın ömründe, insan nelere alışıyor en
iyi sen bilirsin. Körpecik yaşta kaybettiğin annene olan özlemin, bir an
bile seni düşünmediği için kaybettiğin babana olan öfken.. Alışmadın mı sen
bunlara, bütün bu insanı boğan duygularla yaşamaya?
“Ne inat ne gözü
kara ne dayanıklı yürek
Acıyor aynı yerden
her şeye rağmen.”
Yine de tam güvendim, artık benim oldu dediğin sırada
sevdiğin kadından böyle bir darbe yemek bütün aklını, mantığını, kalbini
paramparça edecekti tabii. Buna kim, nasıl engel olabilirdi ki?
“Ne akıl kâr ediyor
ne fikir o sırada
Biliyorsun geçiyor
zamanla ama ne fayda?”
Zaman sanılanın aksine yaralara iyi gelen bir merhem
değil ve asla da olmadı. Zaman dediğimiz şey, takvim yapraklarında, akreple
yelkovan arasında sıkışıp kalmaya mahkum edilmiş, hatırladığında yine aynı şekilde
canının yanmasına engel olamadığın yarana alışmanı sağlayan bir metafor sadece.
“Yaralı tepeden
tırnağa herkes yaralı
Alışılmıyor acıya
yok kaidesi kuralı.”
Defne’nin onun penceresinden az biraz masum görünen bu
ihaneti, başta Ömer olmak üzere herkesi geri dönüşü olmayan bir şekilde
yaraladı. Bu noktada Passionis’e kızmadan edemedim. Özellikle de Sinan’a ve
biraz da olsa Derya’ya. Sinan Ömer’i sırtından vurduğunda Defne yine de gidip
ona sarılmıştı, destek olmuştu. Uzaktan yargılayan bir ifadeyle Defne’yi süzmesi
bana çok nankörce geldi. Sinan’a neden ısınamadığımı bir kez daha hatırladım.
Derya’nın ise sanki Deniz ile bir şeyler yaşayan kendisi değilmiş, sanki ortada
başka bir Deniz Tranba’dan bahsediliyormuş gibi Defne’nin üstüne saldırışı ne
bileyim biraz fazla küstahcaydı. Her şeyin sebebi Derya bile sayılabilir
aslında. Kimse masum değil ama herkes suçsuz. Defne’nin bir çember içerisine
alınıp böyle umarsızca yargılanması çok ağırıma gitti. Yargısız infazda
bulunmaya ne kadar da müsaitmişsin sevgili Passionis Ailesi…
Her şeye rağmen Passionis bir şekilde unutur, unutmasını
diliyorum. Peki ya Ömer? Bu kadar kanadıktan sonra ne kadar tutabilir Defne
uğruna dikeni? Sınırlarını bu kadar zorlamışken daha ne kadar dayanabilir?
Affedebilir mi? Peki ya aşk her şeyi affeder mi?
Yoksa
bu, Ömer oyunu öğrendikten sonra neler olacağına dair bize bir ön gösterim mi?
Siz ne dersiniz?
Değerli oyuncularımıza, set arkasında çalışan, yayında ve
yapımda emeği geçen herkese çok teşekkürler. Bu hafta almış olduğunuz ödülünüz
de hayırlı uğurlu olsun, daha nice ödüllerinize. Dibine kadar hak ediyorsunuz…
Haftaya görüşmek üzere, kendinize iyi bakın ve evrene
pozitif enerji yollamayı unutmayın. Çok ihtiyacımız olacak gibi duruyor…
*Ülkü Burhan - Kalbim Sana Emanet