Velhasıl Defne’nin lastik ayakkabılara alışkındır deyip Ömer’in çizdiği seksi stiletto’ları taşıyamayacağını düşündüğü o ayaklar, geliniz görünüz ki, aynı Ömer’in başlıca ilham kaynağıdır! Her hali ile. Açık mavi babet çoraplarıyla gelip deri koltuğuna uzanıverir, küçük habersiz istemsiz dokunuşlarla tüylerini ürpertiverir. Ömer’e “Ah kendini o kadar farkında değilsin ki!” dedirten şeydir o ayaklar! Kaderin daha cilveli oyununu bulan, sonra da gelip beni bulabilir mi!? :)
Bu sözünden nedense büyük anlamlar çıkarmaya meylediverdi aklım işte yine Ömer... benim de sevdam sizin ayrılığınıza dahilse demek! Bu bölümün, belki de hikayenin tümünün en temel anlamlarından biri işte bu sözde saklı. Bu söz aynı zamanda aşkın ve tutkunun en büyük patlamalarından da biri: Kendinin o kadar farkında değilsin ki! Ömer’in aşkını, bağlanmışlığını, özlemini, tutkusunu, isyanını ve çaresizliğini bu tek cümle o kadar güzel anlatıyor ki... “Keşke kendini benim gözümle görebilsen...” diyor, “Belki o zaman bana inanırsın, güvenirsin, elimi bırakıp gitmezsin!”
Ömer’le Defne’nin hikayesi; kendini, kıymetini, ne kadar arzulandığını, istendiğini, özlendiğini; ne yaparsa yapsın nasıl kopulamaz ve vazgeçilemez hale geldiğini anlayamayan Defne’nin, çareyi her defasında Ömer’den “kaçmakta” bulmasının hikayesi. İzin varsa Ömer’in Defne’sinin hikayesi diyelim buna hadi... ;) Ömer’i bizim kadar anlayamıyor Defne. Çünkü aşk konusunda “tecrübeden süzülmüş o akıl” maalesef başında değil. İz’i yanından pat diye uzaklaştırmayan, çünkü hayatında çok önem vermediği her şeye tepkisi “şeffaf duvarların ardından izleyip kayıtsız kalmak olan” Ömer de Defne’nin işini kolaylaştırmıyor... Sonunda bir tarafta yağmurlar fırtınalar kasırgalar koparken, onların ve bizim aklımız fikrimiz yine durmak bilmez bir med cezir...
Velhasıl Ömer’in kışı beni pek ürpertemediğinden midir nedir, 1000. kelimeye yaklaşmama rağmen sözü Sinan’a, Deniz’e, bir gecede üretime sokulup ertesi gün davetiyesi gelen “2016 Kış Koleksiyonu” muharebelerine getirememekteyim.... Bu konuyu Passionis’in yeni koleksiyon için kampa girdiği 15 gün kadar hızlı geçmeme müsaade varsa Deniz’in Tranba’sında pazarlama müdürü olmak üzere CV gönderip çekileyim diyorum. Zira böyle bir üretim, tedarik zinciri ve finansman gücünün olduğu yerde, azıcık akıl ve sabırla at da koşturabilirsiniz. (İş görüşmesinde ya Deniz beni ya ben Deniz’i boğacağımdan bu kısmı biraz latife oldu tabi...) Aşkta da işte de rekabette de her yol mubahtır Deniz elbet senin gibi bazıları için; lakin o kadar sürede o kadar işin altından kalkmak pratikte reel midir, işte onu bilemedim. Hadi biraz bildim de bilmezlikten geldim diyelim. Senin madem bu kadar keyfin yerinde, hadi bozmayayım bari Deniz.
Gerçekçiliğinden mütevellit beni soru işaretlerinde bırakan bu kısmın işleniş şeklini ise aslında sevdim. Evvela, benzer hikayelerde günlerce gün ışığına çıkmayıp türlü türlü entrikalarla sarmal olan gerçeklerin daha ilk yarı dolmadan ortalığa serilmesine on puan verdim. Sinan, üzgünüm ama senin layığın aynen o şekil paramparça olup yıkılan körünün taşları altında kalman; ama o taşların altına elini de koyup daha fazla dalavereye mahal verip başkalarını yakmadan yaptığını itiraf etmendi. (Sana yakışan da sıktığın o yumruğu Sinan’ın suratına yine de geçirmemekti Ömer, velhasıl, yıkıldığında bile zirvelerdesin yine bir tanesin ^.^)
Tranba’nın bir gecede üretime girip o koleksiyonun birkaç gün / bir hafta (bu detayı takip edemedim, etmek de istemedim zaar!) içinde lansmanını yapmasını garipsemeyen bir kadro dolusu çalışanın hiçbirinin, aynısını değilse de bir benzer şahlanmayı Passionis’in yapabileceğine inanmayışını da neye yorsam bilemedim. Butiklik bu değildir yahu! Başınızda Ömer var, koskoca Deniz Tranba’yı bu zamana kadar korkup titretmişsiniz, herhalde sahneyi “Defne mucizesi”ne bırakmak için Koriş’e uyup kendinizi “Bittik biz, bittik!” ağıtlarına salıverdiniz. Ha; gerçekçi olan da sizin tepkinizdi aslında, çünkü hakiki iş hayatı zaten “1 tane tişört numunesi yapılana kadar sonbaharın gelmesi” sekanslarının bir birleşimidir! Ama bu dizi bir yandan da koskoca bir masaldır aslında! Her masalda olduğu gibi, peri kızının sihirli dokunuşları tükenen umutları yeşertir, herkesin kararan gök yüzüne güneşi geri getirir, kendisine çevrilen yüzleri güldürür, dahası birbirine yüz çevirenleri birleştirip bütünleştirir! Defne’nin mucizesini izlemek, bütün gerçekçiliğinden uzaklığına rağmen tatlı ve keyifliydi. Koray’la Yasemin’in bombastik kankalığının yolunu açtığın için bile hanene ilerideki Defoluklarından düşmek üzere ekstra 1000 puan yazdım kızım Defne, hadi iyisin! Siz de umarım bu kıvamınızı asla bozmasınız Yaso ve Koriş, çünkü her zıtlığın arasındaki mikemmel ahenğe yakıştığı gibi, efsane ikili olmaya doğru marş marş dediniz! Koray’a en çok bayıldığım bölümdü. İşte Passionis sahalarında görmemiz gereken hareketler. “Ömer’in Defne’si”nin yanına “Sinan’ın Sude’si” ekürisi gelir mi bilmem, ama bu hikaye de sanırım bu ray üzerinde ilerlemeye başladı. Necmi’nin dönüşü ile artık kendi oyunundan bile saha kenarına çekilen Neriman’ın (hmm.. çekildi mi..) Sinan-Sude konusundaki tutumunu merak etmiyorum da değil... Belki zamanında Sinan’a bu konudaki çıkışının altında kaynayan kızgın bir volkandan çok, kafasındaki Ömer-Defne-düğün-köşk buhranları yatıyordu kim bilir... Bu bölüm Yasemin’in kahverengi dudaklı kötü cadıdan gerçek bir karaktere dönüşümünü iyiden iyiye tamamlamasını hala biraz hayret ve zevkle izlesem de yerine diş bilemek üzere kimin geleceği de aklımdaki diğer bir soru işareti. İz’i istediğime emin değilim. Çünkü Neriman da Yasemin de iyiyken de kötüyken de net olan, sırası geldiğinde kötülük kartlarını açık oynayan kadınlar. İz öyle değil. Defne’yi bildiğini (-elbette!) şimdi – ki onu bile fazla açık etmeden – göstermesi, bana kalırsa hiç göstermemesi ile aynı gibi... Çünkü kafasındaki planlarını hala anlamadığımız bir kadın varsa o da İz. Ömer’in aklını çelebileceğine gerçekten mi inanıyor, yoksa Ömer’i kapıp gitmek için doğru zamanın gelmesini mi kolluyor, belli değil. Doğru zamanı “getirmek” için planları olup olmadığı konusunda bile kafam muamma. O ayakkabıların üretimi için gereken derilerin tedarik zincirini sen mi kopardın söyle İz! Mucizelere görünürde inanmayan, Ömer’in bildiği en realist insan olduğunu söyleyen, ama sonra da “O yüzden neden sen olduğunu da çok iyi anlıyorum.” diyen dişiden ben her türlü hinliği beklerim! Gerçi haklısın, karşındaki rakip de “Ömer’in dövmesi duruyor mu?” diye AÇIK AÇIK sormadan verdiğin subliminal mesajları anlamayacak kadar saf, veya anlasa da dişlerini çıkaramayacak kadar ürkek... Dilediğince dövüşemiyorsun zaar... Ama Defne’den de kork sen yine de İz. O dövmeyi fazla dillendirdin, sayende “görülmesi” yakın! :)