‘‘Geceyi onaran bir mimar vardır’’
‘‘Tüm iyi şeyler sabırdan sonra gelir’’ der, Hz. Mevlânâ.
Bireysel olarak hayatlarımız tıkır tıkır yolunda gitmezken koca bir oba halkı için her şeyin güllük gülistanlık olmasını beklemek hayalperestlik olur takdir edersiniz.
Kayı Boyu’nun işi zor, yolu çetin.
Fakat Allah büyük.
7. bölümde hala kendine bir yurt bulamamış olan Kayı Boyu’nun ‘‘Diriliş’’ evresine geçmesi için daha zaman var gibi görünüyor. Geçtiğimiz hafta her sahnede hadiselere birer düğüm atılıp bırakıldığını söylemiştim. Çözümlerin bir sonraki bölümde gerçekleşmesini beklemek sevimli bir ümitmiş yalnız. Olmadı. Olsaydı olmazdı zaten. Bir devlet, millet hikayesi anlatıp hayati mevzuları bir bölüm sonra hop diye çözmek çok inandırıcı kılmazdı hikayeyi. Geçen haftaki ‘‘düğümler’’ bölümünden sonra bu hafta ‘‘adımlar’’ bölümü izlediğimizi söyleyebilirim. Zafere giden yolda atılmış mühim adımlar..
Nasipse haftaya da ‘‘çözümler’’ bölümü seyredip yorumluyor olmayı arzu ederim.
Diriliş’in çok yüksek tempoda seyreden ilk bölümlerine vurulmamız sebebiyle son birkaç haftadır seyrettiğimiz bölümlerin nispeten ağır gelmesi olasıdır. Bu durum Kayı’nın hali ile doğru orantılıdır diye tahmin ediyorum. Bu hep böyle gitmeyecek elbette. Yine bahar gelecek, Kayı Boyu’na gün doğacak, toylar kurulacak, yüzler gülecek ve aynı oranda tempo yükselecektir. Ertuğrul Gazi’nin Alpleriyle at üstünde cenk ettiği, zaferler kazandığı, kötülerin şerlerinde boğulduğu, Kayılar’ın vebayı da, fitneyi de alt ettiği günler yakındır.



Geçtiğimiz hafta Süleyman Şah’ın canına kast etmek üzereyken eli havada bıraktığımız Bozok evladımız kendisini fitne ile dolduran Kurdoğlu tarafından öldürüldü. Alkışlar Kurdoğlu’na (!) Biz ihaneti gün yüzüne çıksın da planları alt üst olsun diye dualar ederken adam yeniden kahramanlığa göz kırptı. Bunda elbette Selcan’ın büyük payı var. Selcan Kurdoğlu’nu önce Süleyman Şah’ı öldürmeye azmettirip sonra da onun bu ihanetini ifşa etmeye çalışınca Kurdoğlu bu ima ve gölgelerden kurtulmak için sahte kahramanlık gösterileri yapmak durumunda kaldı. Selcan’ın tuzak içinde kurduğu tuzaklar hem muhtemelen bebeğinin canına mal olacak hem de Kurdoğlu’nu hak etmediği bir kahramanlık makamına taşıyacak. Fakat neyse ki er ya da geç ama mutlaka tecelli edeceğine iman ettiğimiz bir ilahi adalet var. Kurgu dolu bir dünyada da olsa hep yolunu gözlediğimiz adalet..
Tebdil-i mekanda ferahlık var diye boşuna dememişler. Süleyman Şah günlerce otağında hasta yatıp Halep’e doğru yola çıkınca kendine geldi. Sedye üzerinde yola çıkan Süleyman Şah Halep topraklarında ulaşıldığında at üstünde dimdik duruyordu. Açık söylemek gerekirse ben buna çok sevindim. Süleyman Şah’ın diyaloglarının olmadığı, hasta yatağında etkisiz biçimde yattığı bölümleri yadırgamıştım. Onun yokluğunda perişan olan oba gibi dizi de boynu bükük kaldı bence. Süleyman Şah’a Kayı’da da, dizide de ihtiyaç var. Türkmen Beyi’nin düşmana, haine her biri elmas değerindeki sözlerini savurduğu sahneleri elimizde kağıt kalem not ederek, bayılarak seyrediyorduk. Süleyman Şah’ı yine yeniden öyle güzel güzel, ilaç gibi konuşturursanız pek seviniriz sayın senarist.
Bu arada Kayılar obadan ayrılırken veba illetinin pençesine düşmüş olanlar onlarla gidemediler. Akçakoca’nın hanımıyla vedalaştığı, sevdiklerini acı içinde arkasında bırakanların ağlaşarak yola koyulduğu o sahnede bittim. İdrak edemiyor insan önce. Sevdiğin insanı, canından parçayı orada acı içinde bırakıp gitmek zorundasın. Kalamazsın, ölürsün. Yaşamak zorundasın. Onu da götüremezsin yanında. Orada vedalaşıp, ona dünya gözüyle son kez bakıp, vuslatları diğer tarafa bırakıp atına, devene binip gitmek zorundasın. İnsanoğlu ne acılar çekmiş, nerelerden bugünlere gelmiş diye düşünmeden edemiyor insan. Ziyadesiyle acı dolu bir sahneydi vesselam.



Kayı’da durumlar böyle iken Halep’te de sular durulmuş değildi elbet. Halep Emirliği’nin içinde fink atan casuslar Şahabettin Tuğrul’u hapse attırıp nihayetinde idam fermanını da imzalattılar. ŞahabettinTuğrul’u bu bölümün kalpten vuranı ilan ediyorum sevgili seyirciler. Bir insan ölüme bile böyle güzel gider mi? Bir insana mahpusluk böyle mi yakışır? Böyle vakur, böyle razı bir duruş ve asla Hakk’tan ayrılmayan bir dil, bir kalp.. Yeğeni Emir Hazretleri zaaflarının kör ettiği gözlerinin esirliğinde sefasını (!) sürerken, Şahabettin Tuğrul su bulamadığı için teyemmüm edip namazını kılıyordu cefa (!) içinde. Sahi cefa neydi? Sefası ruhunda, kalbinde olana, gönlü adalet ve Hak aşkı ile yanana dört duvar ve bir demir parmaklık ile cefa edilebilir miydi?
Şahabettin Tuğrul’un zindana atıldığını duyan, El Aziz’in de kardeşi olan yeğen Leyla üzüntüden yataklara düştü. Leyla Sultan’ın sıkça yaşadığı bir durum bu sanırım. Çünkü ağabeyi El Aziz de, dadısı da ‘‘aman yine hasta olmasın’’ diyerek üzerine titriyorlar feci halde. Bu arada Leyla Sultan’dan ‘‘di mi dadı?’’ şeklinde bir cümle duydum sanki. Duymamış gibi yapamadım. Ara ara denk geldiğim ve aşikar biçimde günümüz Türkçe’si kokan diyaloglar hususunda az daha özenli davranılmasını öneririm. Bir de hazır diyalog, konuşma demişken Engin Altan biraz hızlı konuşmuyor mu? Ertuğrul Gazi de bu denli hızlı konuşuyor muydu bilemem tabi ama böyle olduğunu sanmıyorum. Engin Altan’ı tane tane konuşan bir Ertuğrul Bey olarak görmek şüphesiz hem diyalogların daha akılda kalmasını sağlayacak hem de Ertuğrul Bey karakterinin sahiciliğine katkıda bulunacaktır. Mesela bu konuda dizideki en iyi temsil Halime Hatun’a hayat veren Esra Bilgiç.. Bu kadar düzgün ve inci gibi, insanın içine işler şekilde konuşması karakterin inandırıcılığına müthiş tesir etti diye düşünüyorum. Diziyi izleyenlerden de bu yönde görüşler duyduğum gibi, diziyi seyretmeyenlerden de garip şekilde ‘‘izlemiyorum ama bi kez denk geldim, o kız çok iyi’’ mealinde cümleler işitiyorum. Esra Bilgiç’i bu başarısından dolayı yine yeniden kutlamak isterim. Buradan Engin Altan’ın oyunculuğunu beğenmiyorum gibi bir anlam çıkarsa üzülürüm. Kendisini, ‘‘Ertuğrul Bey’i bu ülkede ondan daha iyi oynayacak başka bir oyuncu yokmuş meğer’’ diyecek kadar iyi bulduğumu belirtmek isterim.
Bu bölümün sürprizlerinden biri Afşin Bey’di. Şahabettin’in âkıbetini öğrenen, Halep sokaklarının her köşesinde adamları olan, Ertuğrul Bey’e bu dipsiz kuyuda el uzatan hep o oldu. Ama sanıyorum kendisini daha ön planda ve tesirli seyredeceğimiz bölümler gelmedi. Birkaç hafta ortadan kaybolması gerektiğini söyledi Ertuğrul’a. Bence dönüşü muhteşem olacak. Bu arada Afşin Bey’in Selçuklu Devleti’nin içinde bulunduğu duruma atıfla ‘‘Hilalin önüne bulut gelince gece karanlığa gömüldü sanılır. Lakin her şey bir rüzgara bakar’’ cümlesi dün gecenin kilit cümlesiydi nazarımda. Aynı hal Kayı için de, Şahabettin için de, Selçuklu için de geçerliydi çünkü.
Halep’ten ayrılmadan evvel yaralı Halime Hatun’a bir uzanıp bakmazsak ayıp olur. Halime Sultan, kardeşinin tapınakçıların elinde olduğunu öğrendi. Durumu fena. Her anlamda. İnsanlar birbirine vesiledir derler. Leyla Sultan’ın dadısı, kardeşini ziyarete gelip Halime’nin halini görünce hekimin ısrarı üzerine Halime Hatun’u saraya götürdü. Burada Yeşilçam ruhum devreye giriyor elde değil. Diyorum ki herhalde zati de güzel kızlara zaafı olan Emir Hazretleri Halime Hatun’a vurulacak. Bununla kalsa iyi. Kardeş Leyla Sultan da Ertuğrul Bey’e aşık olacak. Sonra ortalık fena karışacak tabii. Neyse ki kahramanların mutlu sona ulaştıklarını bildiğimiz bir hikaye bu.



Halep’te durum bu. Turgut Alp ve Yiğit hala tapınakçıların elinde. Ve onlarla ilgili hiç de iyi olmayan planları var Azam’ın. Bununla beraber Turgut Alp’in de Ertuğrul gibi bir beyi var. O eziyetleri tapınakçıların yanına bırakmayacağını, Alpleri oradan tez vakitte kurtaracağını ümid ettiğimiz Ertuğrul Bey.. Ama kurtarılacaklar listesinin ilk sırasında Şahabettin Tuğrul var şu anda. Atabeyi tam idam edilecekken haksızlığa dağ gibi duran Ertuğrul, son anda onu kurtaracak muhtemelen. Ya da Ertuğrul tam kurtaracakken El Aziz hatasından dönüp ‘dur’ diyecek cellâda. Şahabettin Tuğrul idam edilmeyecek fakat gül bahçesine gider gibi ölüme gidişi de hafızalardan silinmeyecek. Ne demişti Atabeyi:
-Allah şahidimdir.  Bu yüzden başım diktir. İnandığım dava haktır.
Seyrederken bana vakit kaybı yaşadığımı hissettirmeyen, hafızamda ve kalbimde bir ‘Diriliş’ odası açıp aforizma kıvamında sözleri o odaya hapsettiğim ‘özel’ bir yapım Diriliş benim için.
Emek veren, ter döken herkesin eline sağlık.
Haftaya görüşmek dileğiyle..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER