Söz: Baba
Baba iki hece, dört harften oluşan bir kelime… Ancak o kadar çok anlamı var ki. Bazı insanlar baba dendiğinde hayatlarının en güzel anılarını hatırlayabilir. Bazıları ise Yavuz gibi başını yerden kaldıramaz. Halbuki her çocuk anne babasını sevmeye programlı doğar. Sebep aramadan sever onları. Bilir ki onu da koşulsuz sevecek tek kişi ailesidir. Çocukken gururla anlatırsın babanın nasıl güçlü bir kahraman olduğunu. Peki, baban gurur duyulacak işler yapmıyorsa? Üstelik senin canın pahasına koruduğun vatanın en büyük düşmanıysa?

Yavuz’un durumuna Allah kimseyi düşürmesin. Ben izlerken, yazarken bile ikilemden kurtulamadım. Şu ilk paragrafı belki onlarca kez sildim. Bir tarafım Agah’a sövmek isterken bir tarafım da bu işin altından bir iş çıkacak demeye devam etti. Üstelik Yavuz da seyirci de gördü ki Agah oğlunu seviyor. Yavuz’un bütün eşyalarını saklaması, oğlunu bıçakladıktan sonra bıçağı önüne koyup dertlenmesi, sadece beş saniye önce oğlum olman umurumda değil derken hemen akabinde oğlunu saldırıya karşı uyarması… Yavuz’un hatırladıkları var ayrıca. Agah ilk kez kurtarmadı Yavuz’un hayatını. Bunu bölümde hatırlatmaları yerinde oldu. Yalnız atlanan bir husus var. Yavuz'u daha önce Büyük Bey’e kendi elleri ile teslim etmişti Agah. Şimdi bu seven baba ile o hareketi nasıl bağdaştıracağımı çözemedim. Umarım bu detay açıklığa kavuşur. Agah'ın Büyük Bey gibi gözü dönmüş bir terörist olduğuna hala inanmıyorum. Fakat istihbaratçıdır da diyemiyorum. Ethem Başkan'ın ne yapacağını kestirmek çok zor çünkü.



Bölümün başında Yavuz’un Agah'ın peşine düşmesi olmamış. Bıçaklanan adam nasıl o kadar çabuk toparladı da elinde silah adamın peşine düştü? Üstelik çatışmaya girdi. Dışarı çıkıp timi beklese ve peşinden askerleri yollasa daha mantıklı olurdu. En azından tıp ile çelişmezdi. Tamam, Türk askeri güçlüdür ama bu ciddiyetteki bir işte kara mizaha çevrilmemeli bu durum. Asker yaralandıysa tedavi olacak sonuçta. Uzun süredir aklıma takılan bir husus var. Bunlar sürekli yaralanıyor. Ama kimse hayati tehlike filan geçirmiyor. Elbette Arka Sokaklar'da olduğu gibi birileri mucizelerle hayata dönsün demiyorum. Ancak arada bir arkadaşları, sevgilileri için endişelenenleri görsek ve birbirlerine destek olsalar tadından yenmez. Yoksa yaralanıp yaralanıp hiçbir şey olmamış gibi devam edeceklerse Polat Alemdar esprileri yakındır. Mesela Ateş’in vurulması da arada kaynamıştı. Halbuki oradan çok güzel sahneler çıkabilirdi. Dipnot düşeyim: Ben Kırgın Çiçekler yorumu yazarken de sürekli hastane sahnesi var diye söyleniyordum. İstediğim kıvamda bir dizi bulamadım. Yahut arıza bende. Henüz karar veremedim. :)

Geçen hafta Yavuz umarım yaşadıkları yüzünden Bahar'ı dışlamaz demiştim. İlk sahneler sağ olsun yüreğim ağzıma geldi. Ama çabuk toparladılar durumu. İnsan en sevdiğine yüreğini açarmış, ondan sana çatıyorum sahnesi güzeldi. Gerçekten de öyle oldu çünkü. Yavuz aynı şeyi tam üç kez anlatıp içindeki isyanı en deli haliyle Bahar'ın yanında yaşadı.

Her Türk gencinin mutlaka görmesi gereken yer neresi diye sorulsa tereddütsüz Çanakkale derim. Milli bilinç aşılamanın daha güzel bir yolu olamaz. Aç, susuz, yalın ayak, cephanesiz ama asla umutsuzluğa düşmeden vatanını savunan insanları anlatmadan yani savaşların nasıl yapıldığını öğretmeden bir çocuğa vatan aşkını anlatmak çok zor. Belki de imkansız… Yavuz’un annesi de öyle düşünmüş olacak ki oğlunu Çanakkale’ye götürmüş. Şunu merak ediyorum. Kocasının gerçekte kim olduğunu biliyorsa oğlunun asker olmasını niye istedi? Karşı karşıya geleceklerini tahmin etmiştir. Kocasının diyetini mi ödetmek istedi yoksa gerçek bir vatansever olduğu için mi istedi bunu?

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER