Ve hayat zannedildiği gibi olanların intikamını almak için değil, onca zamana rağmen üzerinde hiç düşünmeyenlerin dersini vermek için kurar yeniden oyununu. Kötüleri, masumları ve bütün bunlara seyirci kalanları tekrar bir araya toplar. Aklında ne var pek bilinmez, çözmek isteyenlere de öyle kolay kolay kendini çözdürmez. Kim bilir, bazı şeylerin değişip değişmediğini test etmektedir belki de hayat ya da değişmeyenleri ters yüz etmek için yeni hamleler düzenlemektedir.
Bu yüzden Merve, Arzu, Pelin ve Oya’yı yirmi yıl sonra birbirleriyle yeniden karşılaştırır. Daha doğrusu Oya’yı diğer üçünün karşısına çıkartır. Çünkü Oya, uğradığı iftiradan sonra Merve, Arzu ve Pelin’den ayrılmıştır. Büyük bir yara almış, canına kıymak istemiş ve hayatı boyunca anne olamamak gibi ağır bir bedel ödemiştir. Bi’ anda geçmişin uzantısı içinde buluverir kendini. Şaşkındır ama yine de evren adaletini dağıtmış mı diye merakta etmektedir.
Diğer üçü ise birbirlerine benzer yaşamlar kurmuşlar kendilerine. Attıkları iftiranın bir genç kızın hayatında nelere mal olduğunu düşünmeden gelmişlerdir bugüne. Yaş almışlar, çoluk çocuğa karışmışlar ama görünen o ki hiç akıllanmamışlar, çünkü vicdanları Oya’nın bıraktığı o kirli yerde yeni cinayetlere gebe. Arzu belki bir tık daha masum Pelin ve Merve’ye göre. Ama işte haksızlığa susmak da haksızlık yapanla aynı yerde durmak ne de olsa. Safını belli etmemek, kötülüğün karşısında durmamak değil de ne?
Her ne kadar yüzleri gülse de mutsuz ve maskeli yaşamların içinde sıkışıp kalmış üç hırslı kadınla, başarılı, iyi niyetli ama yaralı bir kadının karşı karşıya neler yaşayacağını konu alıyor Ufak Tefek Cinayetler. İçlerine işlemiş kötülüğün bugünkü versiyonlarını göz önüne serecek gibi görünüyor dizi. İnsanların arkadan işledikleri ve küçük zannettikleri o şeylerin ne denli büyük acılara döndüğünü, bunların da aslında birer cinayet olduğunu anlatacak sanıyorum biz izleyicilere. İnsanoğlunun hırslarını ağırlıkla kadınların üzerinden aktaracak ve de dostluğun sahte gösterişlere dökülürken nasıl da birbirlerinin canını acıtma seanslarına dönebildiğinin gerçeğini gösterecek bize. Hem işledikleri sıradan cinayetlerle kendilerini suçlu yapacaklar hem de başkalarının onların üzerinde oynadıkları oyunlarla da birer kurban haline gelecekler besbelli.
Valla diziyi çok beğendim. Yalanı, entrikayı, hayal kırıklığını ve insana dair bir sürü şeyi izledik daha ilk bölümde. Gayet iyiydi. Çekim açılarına ve müziklere bayıldım hele ki başrollerin gençlik castı çok başarılıydı, kocaman alkışlar kendilerine. Hepsi cuk oturmuştu. Sanki gerçekten kendilerinin gençlik halleriydi. Sahneler akıcı, replikler dopdoluydu. Umarım bu çizgide devam eder.
Meriç Acemi Kiralık Aşk’la gönlümüze taht kurmuş güçlü bir kalem. Metaforlarıyla beynimizi iyi yakmışlığı vardır kendisinin. Açıkçası ben bu konuda kendisinin üstüne tanımam. Dizinin kadrosu oldukça güzeldi, ona lafım yok elbette ama beni izlemeye iten baş neden sayın Acemi’ydi. Dizinin adının bile metafor olduğunu fark ettik izledikçe. Bölüm içinde verdiği mesajlarda çok kayda değerdi ki zaten, kendisinin beğeneceğimiz bir şey ortaya çıkaracağından da fazlasıyla emindik. Bu yüzden, dizinin reyting kurbanı olmadan ve senaryonun azizliğine uğramadan yoluna devam etmesini açıkçası çok isterim. Özgün bir iş olmuş, hak ettiği başarıyı yakalamasını ve uzun soluklu bir iş olmasını canı gönülden diliyorum.
Ha, bu arada camdan düşerek ölenin hikâyeden bağımsız biri olduğunu düşünüyorum. Muhtemelen misafirlerden biri olsa gerek, kaza yani... Çünkü bizim dizideki cinayetler, insanın ölümünü değil vicdanın ölümünü anlatıyor ve bize yaşananların ufak tefek göründüğüne bakıp aldanmayın, hepsi birer cinayet diyerek mesajını veriyor.