Söz: Hayatın haritası sekizdir!
"Hayatın haritası sekizdir. İnsanlar hep başladığı yere döndüğünü düşünür. Aslında son sürat ilerlediklerini, hayatlarını tükettiklerini son ana kadar fark etmezler." Bu cümleleri internette gezerken bir sitede okumuştum. Kime ait olduğunu bilmiyorum ama çok hoşuma gitti. Sizlerle paylaşma nedenimse izlediğimiz bölümün bana sekizi hatırlatması oldu. Söz’ün birinci bölümünde olan bir takım olaylar, belki değişik şekillerde, yine karşımıza çıktı. Mesela ilk bölümde de tim elemanlarının hayatlarından kesitleri izlemiş ve onların time dahil olduklarını görmüştük. 13. bölümde de hepsinin hayatından kesitlerle başlayıp orduya geri dönmelerini izledik.

İlk bölümde Yavuz Komutan bir operasyon için denize atlamıştı, 13. bölümde de. İlk bölüm Yavuz’un Bahar’la, 13.bölüm Büyük Bey ile tanışmasıyla bitti. Bu kötü mü? Elbette ki değil. Aksine ilk bölümü hatırlatmalarından çok keyif aldım. Hatta 3. sezonda bu şekilde başlar mı diye düşündüm. Gerçi bunlar bilinçli mi yapıldı, bilmiyorum.



Öncelikle şehit subayımız Songül Yakut'u andıkları için teşekkür ediyorum tüm ekibe. Time kadın bir subayın gelmesi, üstelik bu subayın son derece güçlü bir karakter olması takdire şayan… Tüm ekibi izlediği sahneler eğlenceliydi. Ama itiraf etmek gerekirse sosyeteden fırlamış gibi görünce bir an “ne oluyor ya?” nidası yükseldi. Tim'e zor işler yaptırıp onlar birbirine destek olurken bıyık altından gülmeleriyle, kadın küfretmez anlayışına indirdiği darbe ile Songül Yıldız tamamdır benim için. Umarım böyle devam eder ve izlemesi zevkli nice sahneleri olur.

Ordudan atıldıklarında askerlerin neler yapacağı merak konusuydu. Hepsini farklı meslekler yaparken izledik. Hafız şoförlük, Aşık garsonluk, Keşanlı ve Feyzullah figüranlık, Yavuz ise marangozluk yapmış bu süreçte. Fethi Avrupa’yı gezmiş filan. Ama Karabatak’ın ne yaptığını tam anlamadım. Başına ödül konulan insanları mı yakalamış durmuş? Eee, öyle yaptıysa nasıl geçindi bu çocuk? Üstelik Yavuz Komutan herkesin neler yaptığını bir bir saydı ama Karabatak için bir şey demedi. Haliyle bir merak söz konusu oldu.

Yavuz’un, orduya geri dönmek isteyen ve bunun için komutanlarından Ankara ile konuşmasını isteyen askerlere yaptığı konuşma her ne kadar milli duygularımı kabartsa, “doğru abicim” dedirtse bile fazla sloganlaşmış bir sahneydi. Evet, yalvarmak hoş değil… Ama hiç çaba sarf etmeden “ya bizi istemiyorlar” diye bir köşeye çekilmek de doğru değil. Ellerinden geleni yapıp sonra köşelerine çekilmeleri daha iyi olurdu.



Büyük Bey karakterini usta oyuncu Cihan Ünal canlandırıyor. Oyunculuğuna laf etmek haddime değil ama karakterden etkilenmedim. "Vay be Büyük Bey’e bak sen" gibi bir hissiyatım olmadı. Hatta sadece Agah olsa olurmuş. Değişik ses tonu, “Sevgili Çolak” gibi konuşma tarzıyla şimdiden aklımda kaldı. Darısı Büyük Bey’in başına… Bu dediklerim yanlış anlaşılmasın. Cihan Ünal’ı sever, sayarım. Olay o değil. Sadece senaryo içinde yerini kafamda oturtamadım. Agah ve Büyük Bey ikisi aynı anda diziye dahil olunca konuyu biraz dağıtmışlar gibi geldi. Şimdi bunlar timle mi uğraşacaklar? Yoksa birbirleriyle mi? Umarım ilerleyen haftalarda Büyük Bey, Çolak ve Agah karakterinin olduğu sahneler daha iyi olur.

Çolak’ın oğlu diziye niye girdi, niye çıktı anlayamadığım bir karakter oldu. Sezon finaline yakın epeyce bu çocuğu (adı Tüysüz’müş) aradılar. Bir anda öldü. Keşke Çolak’ı ısıtıp önümüze koyacaklarına birkaç bölümde olsa oğlunu izleyip boynuzun kulağı nasıl geçtiğini görseydik. Her ne kadar Çolak’ı izlemek zevkli de olsa nerede hareket orada bereket demişler. 

Yazı devam ediyor.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER