Bölüm
bitince bir durup düşündüm. Ne oldu, bölümde, ne izledik biz 140 dakika?
Şahin’le Nesrin evlenme yolunda adım attılar. Kız istemeydi, tuzlu kahveydi,
nişana benzer bir şeylerdi; izledik işte. Peki, başka ne oldu? Ee, Bora
hastaneden çıktı, sonra Gülce, Ali’nin boynuna tasma takmaya çalıştı, haaa
bi’de magazinciler saldırdı Derin’e kız büyük azaplar çekti, yazık… Unutmadan
yazayım, çok önemli çünkü Aslı, hâlâ âşık Ali’ye ve Derin’le büyük
mutluluklarını (!) kıskanıyor. Başka, başka?... En önemlisini unuttum bak:
Tekin kiralık katil tutup Belgin’i öldürttü veya öldürtmeye çalıştı. Onu
gelecek bölüm öğreneceğiz artık.
Valla
düşündüm, düşündüm; liste filan yapayım dedim ama aklıma başka bir şey gelmedi.
Varsa atladığım başka çok önemli hususlar bir zahmet eklersiniz, yorumlara…
Şimdiiiii
ironiyi bir yana bırakalım ve ciddi ciddi konuşalım. 140 dakikadan söz
ediyoruz. Yani iki buçuk saate yakın bir süreden… Bir önceki bölümden devam
eden ne bir düğümümüz var, ne yeni ortaya çıkan bir çatışmamız var, ne bir karakter
derinleştirmesi, ne bir yeni yol… Sadece finalde ortaya çıkan bir soru Belgin
öldü mü, ölmedi mi? Özetle biz 15. bölümü sadece bu soruyu sorabilmek için
izledik.
Bunu
da geçtim; kokteyl sahnesi çekiliyor, magazinciler içeride Derin’i ve
dolayısıyla Ali’yi sıkıştırıyorlar… Ortamda ne bir hareket ne bir telaş ne bir
gerginlik var, üç beş figürana “Sen burda dur, böyle!” denmiş. Onlar bakınıyor
sağa sola, bir iki “rabarba”, bir iki sözlü figürasyon… Hepi topu bu…
Bir
adam öldürme sahnesi çekiliyor. Katil, Belgin’in başını küvetin içine sokarak
boğacak. Her on saniyede bir kadının başını tutup suyun dışına çıkarıyor.
Belgin, soluklanıyor; ardından devam… Nihayetinde “Ben hiç yakalanmam! Her işi
de bitiriririm!” havasındaki katil beyefendi, Belgin’i elinden kaçırıyor ve
(eğer öldürdüyse) işi bıçakla yapmak zorunda kalıyor. Haaa, unutmadan Tekin’le
anlaşmaları da olaya intihar süsü vermek üzerineydi. Şimdi ben bunun neresinden
varayım, ne diyeyim, ne anlatayım siz söyleyin!
Bir
eli sımsıkı tutarak başlarsın yeniden yaşamaya…
Kurguyu,
bağlantıları, olayı geçip diyaloglara bakayım diyorum. Orada başka bir felaket
bekliyor beni: Aydemir kızına “Ali’ye
ters yapma!” diyor. Gülce de cevap: İki
ters bir düz yaparım.
Yiğit,
Gülce’ye “Ne zaman görüşeceğiz bir daha?”
diye soruyor, Gülce “Belki yarın.” diyor.
Yiğit’ten bomba espri: Belki yarından da
yakın…
Benim
yaşadığım dünyada bu esprileri ilkokul 3. sınıf öğrencileri bile yapmıyor
birbirine. Ben mi bir başka evrendeyim yoksa yazanlar, yazdıklarını bir okuma
zahmetine katlanmıyorlar mı, merak içindeyim.
Geçen
hafta “Ben bu yeni Aslı’yı sevdim.” demiştim, demez olaydım. Ali’ye aşkını deli
doluluğun altına gizlemeye çalışan çatlak bir tip yaratıldı, iki bölümdür.
Başta iyiydi, hoştu, şirindi filan ama giderek işlevsizleşti. Bu bölüm devamlı
ortalıkta dolaşan, sürekli saçma sapan konuşan, sözde komiklik yapan bir kız
vardı karşımda. Arık Derin’i de Ali’yi de etkilemiyor onun aşkı, saplantısı ve
bu tuhaf hâlleri. Nesrin, Şahin, Rauf Anne desen Aslı’yı ciddiye bile
almıyorlar. Peki, ne yapıyor o zaman bu kız?
Öyküye
komedi unsuru eklemek ve bunu Aslı ile yapmaksa amaç, üzgünüm ama tamamen boş
bir çaba bu. Nişan kıyafeti deneyen Nesrin’e abuk subuk şapkalar takmakla ya da
tuzlu kahveyi Ali’ye içirmekle komik olunmaz.
Amaç
komediyse bunun için Rauf Anne var elde. Çok da iyi bir potansiyel olarak
duruyor baştan beri ama onu giderek silik, giderek boş bir kimliğe sokup
ardından bu kadar çocukça yöntemlerle komedi arayışına girmek bence akıllara
ziyan…
Yazı devam ediyor..