Gerçekleri kaldıramadığımdan değil öfkem, inançlarım yok olduğundan…
Derin’e gelmemek için çok uğraştım farkındaysanız ama karakterleri konuşuyorsak o sözün bittiği yerde… Kocasını oğlu yaşındaki bir adamla aldatmış bir anne var karşımızda ve durumu bütün gerçeğiyle bilen Derin. Üstelik ne kadar kötü bir adam olduğunu bile bile babasını sevmekten de vazgeçmeyen bir kadından söz ediyoruz. Beklenen nedir? Derin’in anneye tepkili olması… Peki, biz ne buluyoruz? Annesi dışında herkese tepkili bir Derin… Biri bana açıklayabilir mi çünkü gerçekten algılayamıyorum, Derin, niye annesi mağdurmuş gibi onun arkasında durur? Üstelik hapisteki babasını bir defa bile arayıp sormamışken...
 
Derin’in hiç umursamadığı çocuğu için hatalı bir adım atıp kapana kısılan Ali debelenip dururken Derin neden bunu görmez de hâlâ kıskanma tripleri yapar?

Kendisi yüzünden magazinle, menajeriyle karşı karşıya gelip boğuşan Ali’yi bırakır ve Yiğit’le arabaya atlar gider? Üstelik de Ali’nin evine…
 
En basit, düz mantıkla anlamaya çabalıyorum; işi içinden çıkamıyorum. Adı Derin olup da kendi sığdan sığ bir karakter nasıl olur da bir dizinin esas kızı olur? On beş bölümdür izliyorum, Derin’in iç dünyasına dair çelişki içermeyen, net bir tek ayrıntı yakalayabilmiş değilim. 
 
Sanki tüm dünyayı yüklemişler omuzlarıma, Atlas’ın kader ortağı olmuşum.
 
Bölüm etiketinin “yalnız değilsin” olduğunu görünce biraz umutlanmıştım, açıkçası. Şahin veya Derin ya da her ikisi de Ali’ye destek olacaklar ve en azından bir aile bağı göreceğiz diye ummuştum. Meğer aile bağı olarak göreceğimiz tek şey Şahin’le Nesrin’in nişan yemeğiymiş.
 
Babası her ne kadar Ali’nin derdini çözeceğini iddia ettiyse de Veysel’in Sırma problemiyle daha çok haşır neşir gibi geldi bana. Aydemir ve kızı konusunda haklı çıkmanın gururuyla büyüklük(!) gösterip oğlunu da affetti, çözdük bütün sorunları.
 
Final sahnesine kadar odaktan çok uzak, sorunun inadına üstüne gitmeden etraftaki çiçek böcekle uğraşan bir bölüm izledim, bu hafta. Tekin’in Belgin’i öldürtme kararından duyduğu vicdan azabını bir yana bırakırsak hiçbir karakterin hiçbir duygusuna tanık olamadım.
 
Şimdi elimizde bir soru var: Belgin öldü mü ölmedi mi? Eğer baştan beri her şey olması gerektiği gibi gitse bu soruya duraksamadan “Öldü.” cevabını verirdim. Çünkü bu ölüm hem karakter dönüşümleri için gerekli hem de kurguda yeni bir yol açar ama gel gör ki beklediğim hiçbir gelişme, hiçbir çatışma oluşmadığından tahmin yürütemiyorum. Sahneye göre kesinlikle ölmüş olması gereken kadını haftaya basit bir yaralanmayla sapasağlam karşımda bulursam hiç şaşırmayacağım. (Öyküye oyunculuğuyla çok ciddi katkısı olan Seda Akman’ı diziden çıkarmayı göze alabilirler mi, onu da bilemedim.)
 
Jeneriğe baktığımızda gerek senaryoda gerek rejide son derece önemli imzalar görüyoruz oysa ortaya çıkan iş, ne yazık ki bu imzaların kalitesinden çok uzak. Ya dizinin izleyicileri olarak biz pek ciddiye alınmıyoruz ya da imzayı atanla işi kotaran farklı… Kimse kusura bakmasın, dost acı söyler: Dış satışı iyi yapılmış bir dizinin çok daha fazla özeni hak ettiğini düşünüyorum. İzleyicileri geçtim oyuncuların emeklerine yazık edilmese keşke…
 

 
* Didem Madak’ın Pollyana’ya Son Mektup şiirinden alınmıştır.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER