Sen bir hayal kırıklığısın Lale Sarıhan
Başlığa en çok bu fotoğraf yakıştı.
Geçen hafta 41. bölüme özel, izlenilesi 41 sahneyi hazırlarken, neden No:309 izleyicisi olduğumu anımsadım. İlk bölümden itibaren sahneleri izleyince, “Nerden nereye…” diye hayıflanırken buldum kendimi. Ana hikayeden ne kadar çok uzaklaştığımızı anladım. İlk 20 bölümdeki enerjinin, aşkları başlayınca “Efsane bölümler gelecek” diye heyecanlandığım, bölüm sonraları, “Şimdi bir hafta nasıl geçecek ya?”diye kendi kendime konuştuğum ve bölüm yorumlarını yazarken “Acaba hangi güzel sahneden başlasam?” diye dakikalarca düşündüğüm günlere gittim. Gittim ve hem 41. bölüm hem de bu hafta suratıma bir soğuk su gibi çarptı, kendime geri geldim.
 
Bu kadar güzel başlamış, her yaş grubu tarafından sahiplenilmiş ve keyifle izlenen bir dizi, nasıl oldu da bu hale geldi? Elimizde bu kadar sağlam bir konu varken, diğer romantik komedi klişelerinden pekâlâ sıyrılabiliyorken, nasıl bu kadar sevgisiz, gün geçtikçe antipatikleşen karakterlerle dolu bir hikayenin içinde bulduk kendimizi bilemiyorum. Elbette senaristlerin de farkında olduğu, “Yerli Dizi, Yersiz Uzun” durumunun, hikayelere zarar verdiğini biliyoruz ve görüyoruz. Bundan kaynaklı olan, tekrar edilen repliklere, flashbacklere, “Müziği altına verelim de vakit geçsin.” diye hazırlanan kliplere, hepsine anlayış gösteriyorum. Ama ilk 20 bölümde güzel başlamış, enerjisiyle herkesin gönlüne taht kurmuş bir işin de, senaryo bağlamında bu hale gelmesini pek anlayamıyorum. Hadi hepsini geçtim diyelim, başrollere sahne yazmamanın, dizinin başrol kadın oyuncusunun, sevdiği adama şimşek gibi düşman kesilmesinin, açıklaması olan bir durumun bu kadar sebepsizce uzatılmasının, koskoca bölümde, 5-10 dakika ana hikayeyi izliyor olmanın nasıl bir açıklaması olabilir ki?
 
Aramızdan tır geçer.
 
Dediğim gibi, senaryoyu şişirmek için yapılan şeyleri anlayabilirim. Senaristleri bu hale sokan sektörü eleştirebilirim. Ama en azından 140-150 dakikalık bölümde de, “ana hikaye”yi ve başrolü hiç olmazsa, dizi süresinin yarısı kadar iyi ve sağlam bir şekilde izlemek de, bir izleyici olarak hakkım diye düşünüyorum.

Bu bölümün başlığı, bölüm sonunda kendiliğinden ortaya çıktı: “Sen bir hayal kırıklığısın Lale Sarıhan!” Sen hepimiz için ve en çok Onur için bir hayal kırıklığısın. Sevdiği adama bir kere bile güvenmeyen, dinlemeyen, Onur’un kendini affettirme çabalarına nefretle karşılık veren ve yaptığı şeylerin hiçbir dayanağı olmayan, koca bir hayal kırıklığı… Bütün bölüm boyunca, Lale’nin abarttığı öfkesini izleyip durduk. Sürekli kendi kafasında kurduğu, çevresinden duyduğu her şeye inanan, Onur’u hiç tanımıyormuşçasına ortalıkta dolaşan, kim nereye çekerse oraya giden, Onur’u kıran ve bunun farkında olmayan Lale… Ve tüm bunları yaparken, bir kere bile üzülmedi. Siz bana Lale’nin üzüntüsünü, aşkını, Onur’a hayır derken zorlandığını, iki arada bir derede kaldığını hissettirmezseniz, göstermezseniz, ben nasıl empati kurabilirim Lale’yle? Nasıl ona üzülebilirim? Nasıl derdiyle dertlenebilirim? Kalbinde bir kere bile sızı olmadan, öfkesini kusup durdu bölüm boyunca.
 
Olması gereken, Lale’nin aşkı ve gururu arasında kalmasıydı. Bir yandan deli gibi onu affetme isteği beynini kemirirken, diğer yandan kırgınlığı girmeliydi devreye. Onur’un kendini affettirme çabalarıyla birlikte, bu kırgınlık bitmeli ve yeni hikayelere yelken açılmalıydı. Ama bunların hepsinin olabilmesi için, önce Lale’nin “normal” insanların yaptığı gibi Onur’u dinlemesi gerekirdi.
 
Elimde görmüş olduğunuz…
 
Nasıl bu kadar duygusuz olabilir ki bir insan? Nasıl bu kadar çabuk öfkelenebilir ve nefret sahibi olabilir? Mesela benim için en son noktalardan biridir aldatmak. Eğer Onur, Lale’yi aldatmış olsaydı, o zaman bu tepkinin bin beterini yapsın derdim. Ki öyle bir durumda bile, Lale’nin duygu karmaşasını izlemek ister, sevgisini görmek isterdim. Çünkü bu kadar çabuk nefret edip, sevgini bir anda bitiremezsin. Önce bir hazmetmeye, durumu idrak etmeye çalışırsın. Sonra öfkelenirsin, sonra bitirmeye çalışırsın sevgini. İnsan sevgilisinden bile bu kadar çabuk vazgeçemiyor yahu. Değil ki, yuvasını bir anda yıksın.
 
Yanlış mesaj meselesi, benim gibi dikkatli izleyiciler için komik bir durum oldu aslında. Whatsapp’dan yazılan mesaja, normal sms yoluyla cevap vermek isteyen Lale, yanlışlıkla Onur’a yolladı mesajı. Tabii bizim iyi yürekli, sürekli Lale’nin etrafında dört dönen Lord’umuz, hemen sürprizler hazırladı. Yüzünde tek bir gülümseme, bir kıpırdama bile olmayan Lale, Onur’un kalbini iki parçaya bölüp öyle sonlandırdı sahneyi.
 
Ama benim için asıl hayal kırıklığı ve Lale’nin bencilliğine şahit olduğum an, Emir ateşlenince telaşla Onur’u arayıp, sabaha kadar Onur’a sarılıp, daha sonra işi bitince Onur’u gözden çıkarttığı yerdi. O anki sinirimi, nasıl tarif edebilirim bilemiyorum. Ama ağzımdan çıkan tek şey, “Sen bencil bir kadınsın Lale.” oldu. Onur ona aşkım dediğinde bir kere bile ağzını açmadı, sıkı sıkı sarılıp durdu. Yani kendi ihtiyacı olduğunda her şey yolundaydı. Onur’a olan kızgınlığından zerre eser yoktu. Onun kötü anı ya, Onur yanında olsun, sevgi versin, ilgi göstersin, işi bitince de çöp muamemelesi yapıp, Onur’u yollasın. Yazıklar olsun! Onur’un asli görevi bu mu? Lale’nin ihtiyacı varken sığınılacak liman, ağladığında başını yaslıyacağı bir omuz… Bu nasıl bir bencillik? Nasıl bir insan kullanmak? Lale’ye olan öfkem ve hayal kırıklığım giderek artıyor. 

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER