Çok seçmeli bir hayatın içindeyiz. Bazen şıkların arasında
kalırız, bazen seçenek çok gibi görünse de hiçbiri bize uymaz, bazen de
"İşte bu." der aradığımızı şıp diye buluruz. Bazıları içimize tam
anlamıyla siner bazıları tam sinmese de bizi idare eder. Televizyon dünyası da
böyledir; bol seçenekli ve de kimi zaman iç açıcı kimi zaman da maalesef ki tam
bir hayal kırıklığı.
Okuduğunu ve izlediğini fazlaca içselleştiren biriyimdir.
Öylesine okumak ya da izlemek tatmin etmez beni. Hikâyenin içine dâhil olurum
bile isteye. Tarihe meraklı biri olarak, yakın tarihi muazzam oyunculuklarıyla
ekrana taşıyan Vatanım Sensin dizisi de üçüncü bölümün fragmanıyla dikkatimi
çekti. Halit Ergenç’in “Hey Mustafa hiç değişmemişsin. Yolun açık olsun paşam.”
sözleriyle hayat verdiği o dokunaklı sahneyle dâhil etti beni hikâyesine. Her
hafta severek yorumladım siz de biliyorsunuz. Zaman zaman hayal kırıklığı yaşasam da, emeğe
çok değer veren biri olarak aynı heyecanla sürdürdüm izlemeyi, ta ki son bölüme
kadar. Çünkü bu bölüm neresinden tutarsam tutayım elimde kaldı ve hayal
kırıklığında zirve yaptı. Bu yüzden bölümü yorumlamak yerine kısaca bu
konulardaki fikirlerimi paylaşmak istiyorum bu hafta. İçine giremediğim, dışında
kaldığım bir şeyi satırlara dökememe gibi bir özre sahibim zira.
Her hafta Cevdet'in çok sert bulduğum davranışlarına maruz
kalan bir aile var. Hikâyenin geçtiği zamanı göz önünde bulundurduğumda eski
insanların daha sert mizaca sahip olmalarından dolayı bu durumu anlıyor ve istemesem
de kafamda bi’ yere oturtabiliyorum. İçinde bulunduğu gizli görevde onu böyle
davranmaya itiyor onu da biliyorum. Ama yapılan işin bugünün insanlarına
yönelik olduğunun unutulmaması ve Cevdet'in de insan olduğu atlanmadan ara ara
bir baba, bir evlat ve bir eş duygusallığını iletişim içinde olduğu kişiye
yansıtmasıyla bize verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Azize'ye yer yer kızsam da yaşadığı ortamı ve içinde
bulunduğu durumu göz önünde bulundurunca onu da anlayabiliyorum. Ama artık
gerçeği öğrenmeli. Bir şeyi uzatmak heyecan yaratmıyor, tam tersi bıkkınlık
oluşturuyor biz izleyicilerde. Neden üç saatimizi aynı yerde döndüğümüz, keyif
almadığımız bir şey için harcayalım ki diye düşünüyoruz haklı olarak. Fragmanda
beklenti yaratıp sonra seyirciyi yere çakmak çok başarılı bir hamle değil ki.
Neden böyle bir yol seçiliyor anlamış değilim. Ayrıca ters köşe yapmak
seyirciyi şaşırtmaktır, onu beş çocukla ortada kalmış gibi hissettirmek değil.
Yapılan ters köşe bizi mest etmeli, sinir değil. Oysa akşamki bölümden memnun
kalan, sinir olmayan bir Allah'ın kulu olduğunu düşünmüyorum ben açıkçası.
Pusulanın önemini bilen Azize'nin defalarca kapıyı
kilitleyen biri olarak kapıyı kilitlemeden okumaya çalışması, olur olmaz her
yerden Tevfik'in çıkması, Azize'nin pusulayı herkesin girdiği bir odada
öylesine çekmeceye koyması, önünde oturduğu odaya yabancı birinin girdiğini
görmemesi, pusulanın içinde ne yazdığını bilmeyen Tevfik'in yazdıklarını cuk
diye oturtabilmesi gibi bir sürü tutarsızlığın ise biz seyircilerin zekâsına
hakaret olduğunu düşünüyorum.
Kurtuluş Savaşı gibi konunun derya deniz olduğu bir ortamda
aynı şeylerin etrafında dönüp dolaşmak da kafamın almadığı başka bir durum.
Senaryo tarihin tozlu sayfalarında kalmış gerçek hikâyelerle
zenginleştirilebilecekken, Tevfik'in dört ayaküstü düşmelerinden ileri
gitmiyor. Biz bu vatanın geçirdiği o büyük mücadeleyi görmek istiyoruz. Mustafa
Kemal hikâyeye daha fazla dâhil olmalı diye düşünüyoruz. Direnişin ne yollarla
gerçekleştiğine daha fazla tanık olmak istiyoruz. Elbette hikâyenin
kahramanları üzerinden verilecek tüm bunlar ama daha tutarlı ve daha zengin
içeriği hak eden bir dizi Vatanım Sensin. Göz göre göre harcanmayacak kadar da
büyük bir proje.
Yazı devam ediyor...