Dünyaya ışık salarak dönen gökyüzü! Gör, uğradığım haksız belaları!
Aynı sınavdan geçtim, kazananı yok bunun…
Bu hafta bölüm bittiğinde aklımda tek bir imge vardı: Zincire Vurulmuş Prometheus… Yorum başlığı da oradan geldi doğal olarak… Nereden mi çıktı şimdi Prometheus? Bilirsiniz mitolojideki o efsaneyi değil mi? Zeus’un gazabına uğrayan Prometheus, onun emriyle dağın tepesine zincirlenir ve kartallar her gece karaciğerini kemirir ama karaciğer, her gün inatla eski hâlini alır. Prometheus “Zeus tahtından inmedikçe benim eziyetlerim dinmez.” dese de Herkül onu işkenceden kurtarır. O gün bugündür de “başkaldırı” sembolüdür Prometheus…
 
Benim zihnimde Prometheus Ali’ye, Zeus Tekin’e, kartallar (Akbabalar mı deseydim) Ali’nin çevresindeki kadınlara (Nesrin hariç) ve Herkül de Şahin Vargı’ya dönüşüverdi.
 
Evet, bu hafta ben; hırsları, bencillikleri, öfkeleri ve çıkar savaşlarıyla Ali’yi kemirip duran ciğerini değil belki ama yüreğini didikleyen kadınlar izledim, baştan sona. Arada Nesrin’i görüp ciğerlerime biraz temiz hava gitmese hemcinslerim yüzünden zehirlenip gidecektim. 
  
Her seçim tek kişiliktir, bedeli de yalnız ödenir!
 
İlk kartalımız Derin elbette! Başladığı hiçbir işi tamamlayamayan, bir türlü sevgisine sahip çıkamayan, karşılaştığı her sorunda kırmızı bavulunun sapına yapışıp tırıs tırıs kaçan Derin…
 
Her seferinde cesurca bir hamle yapıp “Hah, şimdi sonuna kadar gidecek.” diye beni ümitlendiriyor; ardından, anlayıp dinlemeden çözümü yine kaçışta buluyor. O kırmızı bavula günah, heder oldu ordan oraya taşınırken…
 
Aslı ile Ali’yi spor salonunda sarmaş dolaş görünce “delirmek” hakkıdır elbet (Niye “N’oluyor burda?” demeden gitti çözemesem de). Ardından Aslı’yla yüzleşmek doğru hamle… Aslı’ya karşı dik duruşuna da “Aferin” dedim ama o duruştan sonra birlikte uyuduklarını görünce hesap sormadan kaçmak da nedir? (Bu arada Kerem Bursin’in ilk dizisinden sonra, neredeyse birebir aynı sahneyi bize izletenlere de selam olsun.)
 
Annenin baskısına karşı koymasına da bravo ama Yiğit’in fırsatçılığını nasıl hâlâ fark etmez ve ondan medet umar anlamak mümkün değil. Git– gelleriyle fazlasıyla yoruyor Derin beni. Başkalarına “Ben, onu çok seviyorum.” dediği adama ikide bir “Çık hayatımdan!” demesinden midir bilemem ama uğruna savaş vermediği sevgisine de inanamıyorum, bir türlü.
 
Elinin altındaki sevgin değil, bir türlü hesaplaşamadığın yenilgilerin…
 
İkinci kartalımız da Aslı… Oysa ben onu ilk bölümden beri şirin bir güvercin olarak görmek istemiştim. Barış güvercini… Olmadı. Yenik düştü; annesinin hırsına, kötülüğüne. Geçmişinde için için yaşadığı ama bugüne kadar gün yüzüne çıkarmamayı başardığı kıskançlığına… Derin’e “Sen tatlısu âşığısın, ben fırtınalarla boğuşuyorum.” dediğinde Derin’le ilgili yargıya yürekten katıldım. Çok güzel ifade etti Derin’i. Gerçekten de Derin dingin, kıpırtısız, heyecansız bir sevginin (Aşk demiyorum zira aşk fırtınasız olmaz.) insanı… Ama Aslı’nın boğuştuğu da fırtına değil… Olsa olsa akıntıya karşı kürek çekmek… Ne kadar seversen sev, yüreğini bir başkasının avcuna koymuş bir adamı yörüngene sokamazsın. Onu da geçtim, Ali’ye aşkı öylesine ani, öylesine nedensiz ortaya çıktı ve büyüdü ki özünde gerçekten aşk mı var yoksa bir defa olsun Derin’in oyuncağını elinden alma sevdası mı o, tartışılır. Mezuniyet elbisesiyle Ali’nin aşkını aynı kefeye koyabilen Aslı’nın samimiyetine inanmak da güç benim için.
 
Yıllar boyu dostum dediği Derin var karşısında, hadi diyelim gerçekten âşık Ali’ye. Yine de insanın yüreği, en yakın dostundan koptu diye sızlamaz mı? Derin, evi terk ettikten sonra bıraktığı yerden yemek kitabını nasıl eline alır da akşama kutlama yemeği yapmaya kalkar; üstelik neşesinden, coşkusundan hiçbir şey kaybetmeden? Eğer öldürülmeyeceksem bir çıkarımım daha olacak izninizle: Dostunu kaybettiği için zerrece üzülmeyen insan “sevgi” den nasibini almamıştır. O zaman onun en deli hâli olan aşkına da inanamam ben.
 
Diğer ikisi için direk akbaba diyeceğim izninizle: Kızına “Kazanmak için elini kirletmekten çekinme!”  öğüdü verebilen Ebru’ya da kendi dışında hiçbir şeye gerçek ilgi göstermeyen Belgin’e de “kartal” gibi olumlu bir metaforu yakıştıramıyorum maalesef. Çok katı olabilir düşüncem ama bence her kadın anne olmamalı. Tezimin somut örnekleri de karşımızda…
 
Belgin’in; kızını, çocuğu aldırmaya ikna etme çabasını anlayabilirdim. Ardında yatanın kızını babasının gazabından korumak için olduğuna inansaydım oysa Tekin’i, onun Ali ve Derin’e yapacaklarını zerrece düşündüğü yok Belgin’in tek derdi çıkacak bir sansasyonda yerle bir olacak itibarı.
 
Ringin karşı köşelerinde görünseler de öyle aynı, öyle çirkin ve Aslı’nın deyimiyle “pisleşmeye” öyle hazır ki ikisi de, üzgünüm bu maçın galibi yok ama mağlubu çocukları… Her ikisi de özgüvensiz, bir erkeğe sığınmadan var olamayan, zavallı kızlar yetiştirmişler doğal olarak.

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER