Geçen
bölüm öyküde değişime gidilmekte olduğunun ipuçları geldiğinde baba – oğul
ilişkisine ağırlık verileceğini çok sevinerek hissetmiştim. 7. bölümün etiketi
“baba oğul” olunca öykü istediğim kıvama geldi diye düşündüm. Geldi gelmesine,
hiç itirazım yok da virajı hızlı alınca biraz savrulduk hâliyle. Savrulurken de
sadece bizde değil ne yazık ki öykünün detaylarında da kayıplar, hasarlar
olmuş.
Henüz
yedi bölümü yayımlanmış bir dizide ana düğümün çözülmesi bir yanıyla çok hoştur
çünkü dizinin temposunu ve oyalamaya gidilmediğini gösterir. Kendi adıma ben
“Demek senaristin söyleyeceği başka şeyler var.” diye düşünmeye başlarım ve
heyecanlanırım. Heyecan da dikkati ve ilgiyi getirir. Ancak bir yönüyle büyük
risktir. Eğer ardından atılacak düğümler, ilki kadar sağlam ve güçlü değilse
hikâye çöker. Üstelik bu ritmi yüksek bölümler, izleyicide beklenti oluşturur
ve tempo düşerse tepki başlar. Bir diğer risk de düğümler çözülürken boşluklar
kalması, detayların kaybedilmesi, hele hele karakterde çelişkiler oluşmasıdır.
Bir yumruk silebilseydi geçmişin kirli
yüzünü, her şey beyaza kesene kadar vururdun, Şampiyon!
Ali’nin
babasıyla ilgili gerçeği öğrenmesinin şokunu henüz atlatamamışken geçen bölümün
finalinde Tekin’le karşılaşmaları, ikinci dalganın geldiğinin habercisiydi. Nitekim
yaşananlardan sonra, Ali geçmişin bütün detaylarını öğrendi ama gitme
kararından da vazgeçmedi. Benim ölçülerime göre, buraya kadar her şey normal.
Ali’nin gitme kararının ardında yaşadıklarından bunalması var çünkü. Öğrendiği
her yeni bilgi de bunu bir kat daha artırıyor. Her insanın benzer durumda
tepkisi aynıdır: Kaçsam da kurtulsam… Bütün doğruları yerle bir olan, kimi
seveceğini kimden nefret edeceğini şaşıran genç bir adam da doğal olarak gitmek
isteyecektir. Aslı’ya boşanma talebiyle gelişi de Rauf Anne’ye soğuk vedası da
(her ne kadar içimi yaksa da) doğruydu. Ancak ondan sonrası için aynı şeyi
söyleyemeyeceğim.
Ali
evden çıkınca ekran başında hepimiz “Eh gidiyor, işte!” dedik. Sonra bir de
baktık ki Ali salonda… Şahin’le kavganın tam ortasında… İyi de bu çocuk evden
çıktıktan sonra ne oldu da kalkıp geldi salona? “Şampiyon’a gideceğimi
söyledim. Her şeyi konuştuk. “demedi mi Ali? Dedi. E, o hâlde ona da veda ettiğini
varsayarım ben; iyi de o hâlde salonda işi ne? Tamam, öykü onu gerektiriyor,
biliyorum. Salona gelecek; babasını “kötü adam”ların elinden kurtaracak bu
arada da izleyici, sayıklayıp durduğu dövüş sahnelerini izleyecek. Peki, çok mu
zordu; Ali’nin salona gelişine bir kılıf bulmak, bunu iki replikle izleyene
duyurmak; yolda niye karar değiştirdi, bunu anlatıvermek?
İkinci
itirazım da Rauf Anne – Ali diyaloglarına… Eve gelip Rauf Anne’ye zoraki veda
eden Ali, her şey bitip gittikten sonra yemekte keyifle muhabbetteydi. Ne ara
affetti Rauf Anne’yi, ne zaman eridi buzlar, niye birden hiçbir şey yaşanmamışa
döndü aradaki diyalog? Ben anlayamadım. Anlayan varsa bi’ zahmet bir izah
ediversin.
Salondaki
kıyasıya (!) mücadeleye dâhil olan mahalleliye sevindim. Şahin’in artık
mahalleli tarafından kabul edilmeye başlandığının işaretiydi ama aynı
özensizlik orada da mevcuttu, maalesef. Mahalleli ne vakit benimsedi ki Şahin’i?
Düne kadar katildi onlar için ve mahallede bir başına bırakılmıştı; Nesrin,
onunla dost oldu diye mahalle baskısına maruz kalmıştı. Ne değişti? Veysel’in “Şampiyon,
iyi adam!” deyişi mi bütün sorunu çözüverdi. Ee, garibim Veysel bunu ilk
bölümden beri söylüyordu ki zaten…
“Detaylar
gidiyor”dan kastım tam olarak bu işte… İzleyiciyi öykünün zaman akışından
kopardınız mı, gerçekliği de yok edersiniz. Gerçeklik yok olunca da
inandırıcılık yavaş yavaş el sallamaya başlar. İnandırıcılığı sağlayan unsur,
öykünün kendisi değil ayrıntılardır. O ayrıntıları özenle işler, birbirine
zamkla yapıştırırsanız biz öyküyü benimseriz ve o zaman iki adamın on iki
kişiyi sille tokat haklamasını da görmezden geliriz. Aksi takdirde öykünün
boşlukları, izleyiciyi mutlu etmek için yazılmış dövüş sahnelerinin etkisini de
bir zamanların unutulmaz “Kara Murat” filmlerine çeviriverir.
Yazı devam ediyor..