Hayatın binbir yüzü içinde kendimizi bulmak için sınandıkça
sınanırız. Gerek içimizde gerekse dışımızdaki ayartmalara kanar, hayatın içinde
var olmak için çıktığımız yolda bazen ona yem oluruz. Kimimiz ödünler vere vere
kendini kaybederken, kimimiz ödün vermemek adına kendimiz de kayboluruz. Kimimiz
bir türlü kendimize varamazken, kimimiz ise kendimizden bir türlü çıkamayız.
Bazen karanlığı boğar bazense karanlığa boğuluruz. Bazen bilerek seçimler yapar
sonuçlarına kahroluruz, bazense bilmeden attığımız adımlarla mahvoluruz. İşte
Yıldız istenmeyen bir evliliğe zorlanırken o kadar çok kapıyı çaldı ki. Sesini
duyurmak için o kadar çok uğraştı, o kadar çok çırpındı ki. Ona elini uzatan
kişinin dost mu düşman mı olduğuna bakmadan tutup sarıldı. Konunun buralara
varacağını hiç düşünmeden kurtuluş zannettiği o adımı attı. Sonucunda hem
birinin ölümüne sebep oldu hem de yaşananların ağırlığı içinde vicdanıyla
perişan oldu. Bu yetmezmiş gibi bir de halkın linçine maruz kaldı. Onca şeye
susan ve tepki vermesi gereken yerlerde tepkisiz kalan ama bu tip şeyler de
birbirini galeyana getirerek, kendini suçun ve cezanın belirleyicisi zanneden
bir grup insan, intikam almak için düştü Yıldız’ın peşine. İçlerinde biriken
öfke ve kini boşaltacak yer arayan ve olayların iç yüzünü bilmeden ve de
öğrenme çabasına hiç girmeden hareket eden insanların hedefi oldu.
Böyle durumlarda genelde olayın patlak verdiği kişi
suçlanır. Oysa hiçbir şey birdenbire gerçekleşmez. Hepsi bir sürecin ürünü, bir
düğümün sonucudur. Bu yüzden bütüne bakıp öyle değerlendirilmelidir ki olaydan
herkes payına düşeni alabilsin. Herkes yaşananlarda kendiyle
hesaplaşabilmelidir ki kimse günah keçisi olmasın. Şu anda Yıldız her ne kadar
vicdanen kendini suçlu hissetse de diğerleri kendi paylarına düşenle
yüzleşemedikleri için,aslında içten içe herkese karşı bilenmekte. Suçun bütünü
üstüne kaldığı için ağırlığı altında ezilerek kendine yeni yollar aramakta.
Kendince çareler düşünmekte. Yunan konağında ki haç işaretine bakıp bir anlık sempati
duymasının nedeni de bu aslında. Çünkü kendini o kadar yalnız hissediyor ki
içinde bulunduğu yere bu yüzden yeteri kadar ait olamıyor ve bu boşluğu
doldurabilmek için yeni bir aidiyet arıyor. İnsanı her türlü yanlışa sevk eden
de bu boşluk hissi değil midir zaten? Anlaşılamamak değil midir insanı bu kadar
yalnızlığa iten ve de insanın kendini kaybetmesi için kocaman bir tuzağa
dönüştüren?

Ali Kemal’e ihtiyacı olduğunda sıkı sıkı sarılıp ondan medet
beklerken, Leon’u gördüğünde hemen sırtını dönüveriyor Yıldız. Özgürlüğüne çok
düşkün olan bu genç kadın bir o kadar da gücü seviyor. Kendi hırsları içinde
kaybolurken yeni açmazlara da neden oluyor hiç umursamadan. Ali Kemal için bir
bataklığa dönüşüyor Yıldız bu oyunları yüzünden. Onu dibe doğru çekerek zaten
kimliğinde kayıp olan Ali Kemal’i daha bir bozguna uğratıyor duygularında. O da
yanlışlarına yeni yanlışlar ekleyerek savrulmaya devam ediyorhayatın içinde.
Duygularını inkar edebilmek için çırpınıp dururken Eleni’ye tutunuyor onu da
incitme pahasına. Hem kendini harcıyor hem de hiç hak etmediği halde onu seven
bu kalbi. Artık onun da Yıldız’a karşı olan duygularını kendine itiraf edip,
hem kendini hem de başka birini kurban etmeden hayatına yön vermesi lazım.
Çünkü bu aşk onu içten içe suçlu hissettiriyor ve bu yüzden ne ailesinin
yanında yeteri kadar yer alabiliyor ne de adam akılı bir hayat kurabiliyor. Bu
yüzden Leon ”Abilik yapacağına külhanbeyliği yaptın.” sözünde çok haklıydı. Bu
lafa çok kızsa da o da biliyor öyle olduğunu. Bu nedenle de çok fazla tepki
vermedi Ali Kemal, Leon’un sözlerine.

Azize ise o kadar bahtsız ki. Ne yaparsa yapsın bir türlü
olmuyor ve de kader bir türlü ona gülmüyor. Bir umut bulup ona tutunduğu anda
bu dal öyle bir kopuyor ki yerinden, onu kilometrelerce uzağa fırlatıyor.
İçinde yeşeren küçücük bir ümit kasırgaya dönüşüp onu alaşağı ediyor. Her
defasında “Acaba mı?” diye attığı adım kocaman bir çukura dönüşüyor. Şimdi
geldiği yer sözün bittiği yer gerçekten. Onu çok katı bulsam da ve de
yaptıklarına çok kızsam da, başına gelenlere bakınca anlayabiliyorum aslında.
Hayatın çok acımasız yüzüyle karşı karşıya ve bu durumda sertleşmemesi
neredeyse imkansız. Cevdet’ten yana artık hiç umudu kalmadı. Kadınlık gururunun
bu kadar ayaklar altına alınmasına mı yansın yoksa daha fazla yalnızlığın içine
itilmesine mi? Hepsi birbirinden daha zor ve katlanması daha güç gerçekten. Üç
çocukla verdiği mücadelenin ortasında tek başına kalakaldı çaresizce. Aynı
yangının içinde,
vatanı için verilmiş kararların
ortasında dimdik duran Cevdet’e hayal kırıklığıyla bakakalarak. Hangisine
üzülsek hangisine kırılsak biz de şaşırdık. Ne taraf tutulabilecek bir durum
var ortada ne de tarafsız kalınacak bir durum. Çünkü haklı haksız aranamayacak
kadar onların dışında gelişen bir döngünün içindeler. Bu öyle bir döngü ki
hakikat açığa çıkana kadar durmayacak ve onları da bizi de aynı ateşle yakıp
kavurmaya devam edecek.
Leon sana her bölüm daha fazla hayran olmamak neredeyse
imkansız. Hiçbir şeyi birbirine karıştırmadan olayların akışında öylece sağlam
kalabiliyorsun. Albay’dan şüpheleniyor ama ailesini bu konuda asla
yargılamıyorsun. Onlardan faydalanmak için ortaya atılan fikirlerin tuzağına
düşmüyorsun. Yıldız’ın duygularını öğrenmene rağmen yine de koşup yardım
edebiliyorsun. Annenin bu konudaki tavırlarına geçit vermiyor ve babana yardım
ettiği için düştüğü duruma adaletle yaklaşıyorsun. Hilal’in senin sözlerini
hatırlamasına mutlu oluyor ve ona olan duygularının sinyalini çok da güzel
iletiyorsun. Herkese gereken cevabı gerektiği kadar veriyorsun. Hilal’i
sözlerinle afallatıyor ama asla daha ileri gitmiyorsun. Kısacası nerede
duracağını çok iyi biliyorsun genç adam. Karakterinle sen sadece Hilal’in değil
hepimizin gönlünü çalıyorsun. Bu arada Hilal’le konuşurken bıyık altı
gülmelerin de gözümüzden kaçmıyor haberin olsun.
Yazı devam ediyor..