Gece uykusunda
ağlayan Lale’nin rüyasını görseydik, çok güzel olurdu aslında. Mesela Onur’u
kaybetmekten korktuğu bir rüyayı izlemek, bilinçaltını görmek şahane olurdu. Bize
de, bunları yapıyor ama aslında o da çok üzgün mesajı verilebilirdi. Öyle
olmadı ama; Onur’un, telaşla Lale’nin yanına gitmesi ve ona sarılması çok
hoştu. Dedim ki, hadi bakalım buradan bize yol olur. Aynı yatak vs barışırlar.
Vallahi Lale şahane bir performansla, sanki uykudan hiç uyanmamış gibi, “Hepsi
senin yüzünden.” diye Onur’a tekrar çemkirdi. Bizim romantik sahne hayali yine
çöp.
Hani geçen hafta da
bahsettiğim süründürme mevzusu var ya, bu bölüm onun için en güzel örnek, sabah
birlikte aynı yatakta uyandıkları sahneydi. İşte bahsettiğim şey bu. Bir arada,
bir yandan eğlenerek, bir yandan Onur’u süründürerek, ama birbirlerini asla kırmadan
ve yaşadıkları anın tadını aşkla çıkartarak.
Tü tü tü tü tü
maşallah!
Bu bölüm, Lale çok
fazla kırdı Onur’u. Resmen, sen bizim aileden değilsin muamelesi yaptı. Ki
bence en ağırı da buydu. Songül’ün dükkanına olanlardan sonra, Onur elinden
geleni yapmaya çalışırken, “Bu seni ilgilendirmez bu aile içindeki meselemiz.”
dedi. Onur kim? Komşunun oğlu mu? Bu kadar aşağılamak, dışlamak niye? Onur
destek olmaya çalışırken, Lale hızını kesmeden: “Paran var ya her şeyi
halledersin Onur.” dedi ve ben ekrana bildiğin Nurella bakışı attım. Konunun
parayla ne alakası vardı? Bakın bu Onur’u süründürmek, yalan söylediği için
pişman olsun diye uğraşmak değil, bambaşka bir şey. Çünkü ne olursa olsun;
Onur, Lale’nin eşi, bebeğinin de babası.
Birbirlerine aşık
olamadılar, aile olamadılar, hiçbir şey olamadılar hissine kapıldığımı itiraf
etmeliyim. Oysa onlara ne kadar yakışmıştı “biz” olmak. İlişkileri için, iki
aileyi idare etmeye çalışırlarken ne kadar da güzellerdi. Elbette çok fazla dış
güç etkeni var. Sürekli araları bozuk olsun da, ayrılsınlar diye uğraşan
birileri var. Ama benim istediğim her ne olursa olsun, tıpkı Sıla ve Boran
gibi, her şeye rağmen bir arada aşkla olabilmek. Dik durup, direnip, aile
olabilmek. Dışarda ne yaşanırsa yaşansın, her şeye göğüs gerip, kötülerin
kaybetmesi için uğraşabilmek. Kısacası: Aile olmak.
Bulaşık yıkamak bile
yakışıyorsa demek ki :)
Lale’nin Onur’a olan
hislerine nasıl bir türlü ikna olamıyorsam, Yıldız’ın da, Onur’u sevdiğine bir
türlü inanmıyorum. Oğlunu seven bir anne, oğlunun mutluluğu için çabalar,
mutsuz olsun diye değil. Lale ve Onur’un bu hale gelmesindeki en büyük pay
sahibi de Yıldız kimse kusura bakmasın. Hatta, Betül’ün kötülüğü her zaman
ortada ve duruşu belli. Yıldız ise, bildiğin sinsi. Lale ve ailesi dışında
herkese iyi bu kadın. Ve klasik kaynana tavrından çok daha fazlası var ortada.
Sürekli Lale ve ailesini aşağılıyor. Lale’yi, Pelinsu kadar sevmiyor. Yahu
hiçbir şey olmasa, torununun annesi Lale. Saygı duymak zorundasın.
Ben artık Onur’dan
büyük bir adım bekliyorum. Şirketteki konuşma sahnesini de çok daha yüksek
beklemiştim. Ama yine Onur bütün kibarlığıyla söyledi sözleşmeyi iptal
edeceğini. Onur için, bardağı taşıran son damla hangisi olacak bilmiyorum ama,
Yıldız’ın pişman olmasını ve Onur’u, Lale’yi, Emir’i kaybedeceğini tez zamanda
anlamasını istiyorum. Pelinsu’nun artık gitmesini, Betül’ün Şadi’nin kıymetini
anlamasını istiyorum. Aşk istiyorum, doya doya LalOn istiyorum. “Reytingler bu
hafta da iyi geldi, hadi bu haftayı da kurtardık.” kafasından çıkılmasını
istiyorum.
Her hafta umut ederek
noktalıyorum ya yazımı, bu hafta söylemeliyim ki; umudum gitgide azalıyor. Ve Ranini’nin
dediği gibi, “Kendinize tutunacak bir yol/ hikaye/ kahraman bulduysanız yazın.”
Ben, tutunacak dalım üzerinde sallanmaya başladım. Ha düştüm, ha düşeceğim.
Haftaya görüşmek
üzere.
*Başlık: Sözleri
Sezen Aksu’ya ait olan, “Vay” şarkısından alıntılanmıştır.