“Avcunda seni tutup beni öyle avladı, bu şehir!”
Aynı pencere önünde herkes kendi hikâyesini yazar!
Bu Şehir Arkandan Gelecek’te bu bölüm, yavaşça hikâyenin derinine sokulmaya başladık. Bir yanda Rauf Anne’den emanetini teslim alan Şahin, diğer yanda adım atmak istemediği İstanbul’da sıkışıp kalan Ali ve diğer köşede ailesiyle ipleri koparmaya kesin kararlı Derin’le üçgeni tamamladık. Geçen bölüm, görmeyi merakla beklediğim Defne Kayalar da bu bölüm çıkageldi, ekrana neyse ki.
 
Geçmişiyle, geleceğinin bedelini baştan ödemiş görünen Şahin’e hayat sadece bir oğul değil sanırım bir de aşk sunacak. Her ne kadar ekonomik sıkıntı belini bükse de her ne kadar oğluna henüz “oğlum” diyemese de ve her ne kadar oğlu, onu kaçtığı geçmişinin kıyısına götürse de yine de yükselişe geçen bir hayat eğrisi bekliyor gibi onu.
 
Bu hafta, girişte serpiştirilen ekmek kırıntılarını toplayıp bizi ana hikâyeye götürecek kapıları aralama bölümüydü. Son sahneyle de ana çatışmanın ilk büyük düğümü atıldı. Kendi kararlarına isyan eden prenses kızının peşindeki Tekin; hiç beklemediği bir anda sadece kızını değil, karanlık yanlarına açılan yolun başında buldu, kendini.
 
Şahin’in hayatında ibre nasıl yukarıya döndüyse Tekin’in her detayı planlanmış mükemmel dünyasında da aksine çatlaklar başladı. O güne dek üzerinde yüzde yüz hâkimiyet kurduğunu düşündüğü kızı, hizadan çıktı; çoktan kapayıp geçtiği bir eski defter aralandı. En az onun kadar hırslı ve onun kadar karanlık damadı Yiğit’in de onun arkasından iş çevirmekte olduğunu biz biliyoruz, Tekin’in de öğrenmesi yakındır. Özetle Şahin’in tersine Tekin için inişin başladığını söylemek mümkün. Elbette, onun kadar hırslı ve kuralsız bir adamın bu iniş karşısında giderek yoldan çıkacağını tahmin etmek de güç değil. Asıl hareketlilik de bu noktadan sonra başlayacak tabii.
 
Yüreğim hep sana çekiyor, aklım seni öteye iterken
 
İkinci bölüm, bana ana çatışmanın ilk düğümünü vermekle birlikte karakterlerin de ince hatlarını çizdirmeye başladı. Geçen bölüm Ali için “Kendi dünyasında mutlu biri, o!” demiştim. “Bu kadar yalanın içinde yaşamak istemiyorum, ben.” deyişiyle birlikte bu kanım biraz daha güçlendi. Her ne kadar şu an seçtiği bir yerde, alıştığı çevreyle yaşamıyorsa da “İstanbul’da sıkışıp kaldım.” diye sızlanıyorsa da yine de annesini yitirdiği bu şehir, onu düşündüğüm kadar sarsmadı. Görülen o ki çocukluk travmasına karşın sakin ve huzurlu bir yapısı var Ali’nin. Karşılaştığı yeni durumlara anlık tepkilerle cevap vermiyor, derinine sorgulamıyor sadece algılamaya uğraşıyor. İlk bölümde de Rauf Anne’nin onu İstanbul’da karaya çıkarması üzerinde pek durmamıştı, bu bölümde de yine onun oyunuyla İstanbul’da kalmış olmaya pek takılmadı.

Dikkatimi geçen bölümden beri çeken bir diğer nokta da çok iyi olduğunu düşündüğü boksu silah olarak kullanmayışı… Onu bir spor olarak düşündüğünden midir yoksa daha derin bir nedeni mi var şimdilik bilemiyorum ama mecbur kalmadıkça fiziksel mücadeleye girmiyor, girdiğinde de olabildiğince kontrollü davranıyor. Bu, bizde az rastlanılan spor anlayışından ileri geliyor olabilir ya da, tamamen sezgisel söylüyorum, kontrolünü yitirme endişesinden kaynaklanıyor da olabilir.
 
Şahin’in cinayet suçuyla hapse girdiğini öğrendiğinde “Adam öldürmenin hiçbir haklı sebebi olamaz!” tepkisinin keskinliği hayatı siyah ya da beyaz olarak algıladığını düşündürdü bana. Giderek grilerle tanışmak zorunda kalacak Ali, elbette. İşte bunu, o kontrolünü yitirme endişesiyle birleştiriyor ve acaba diyorum, kendi kırmızı çizgisini geçme durumunda kalacak mı? Çocukken yaşadığını saymazsak henüz büyük bir kayıp yaşamış gibi durmuyor Ali. Kendi sınırlarını yeniden gözden geçirmesi, doğrularını sorgulaması ve kayıplar yaşaması gerekiyor, kendi yaşam öğretisini tamamlayabilmesi için. 

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER