Bu Şehir Arkandan Gelecek’te bu bölüm,
yavaşça hikâyenin derinine sokulmaya başladık. Bir yanda Rauf Anne’den
emanetini teslim alan Şahin, diğer yanda adım atmak istemediği İstanbul’da
sıkışıp kalan Ali ve diğer köşede ailesiyle ipleri koparmaya kesin kararlı
Derin’le üçgeni tamamladık. Geçen bölüm, görmeyi merakla beklediğim Defne
Kayalar da bu bölüm çıkageldi, ekrana neyse ki.
Geçmişiyle,
geleceğinin bedelini baştan ödemiş görünen Şahin’e hayat sadece bir oğul değil
sanırım bir de aşk sunacak. Her ne kadar ekonomik sıkıntı belini bükse de her
ne kadar oğluna henüz “oğlum” diyemese de ve her ne kadar oğlu, onu kaçtığı
geçmişinin kıyısına götürse de yine de yükselişe geçen bir hayat eğrisi
bekliyor gibi onu.
Bu
hafta, girişte serpiştirilen ekmek kırıntılarını toplayıp bizi ana hikâyeye
götürecek kapıları aralama bölümüydü. Son sahneyle de ana çatışmanın ilk büyük düğümü
atıldı. Kendi kararlarına isyan eden prenses kızının peşindeki Tekin; hiç
beklemediği bir anda sadece kızını değil, karanlık yanlarına açılan yolun
başında buldu, kendini.
Şahin’in
hayatında ibre nasıl yukarıya döndüyse Tekin’in her detayı planlanmış mükemmel
dünyasında da aksine çatlaklar başladı. O güne dek üzerinde yüzde yüz hâkimiyet
kurduğunu düşündüğü kızı, hizadan çıktı; çoktan kapayıp geçtiği bir eski defter
aralandı. En az onun kadar hırslı ve onun kadar karanlık damadı Yiğit’in de
onun arkasından iş çevirmekte olduğunu biz biliyoruz, Tekin’in de öğrenmesi
yakındır. Özetle Şahin’in tersine Tekin için inişin başladığını söylemek
mümkün. Elbette, onun kadar hırslı ve kuralsız bir adamın bu iniş karşısında
giderek yoldan çıkacağını tahmin etmek de güç değil. Asıl hareketlilik de bu
noktadan sonra başlayacak tabii.

Yüreğim hep sana çekiyor, aklım seni
öteye iterken
İkinci
bölüm, bana ana çatışmanın ilk düğümünü vermekle birlikte karakterlerin de ince
hatlarını çizdirmeye başladı. Geçen bölüm Ali için “Kendi dünyasında mutlu
biri, o!” demiştim. “Bu kadar yalanın içinde yaşamak istemiyorum, ben.”
deyişiyle birlikte bu kanım biraz daha güçlendi. Her ne kadar şu an seçtiği bir
yerde, alıştığı çevreyle yaşamıyorsa da “İstanbul’da sıkışıp kaldım.” diye
sızlanıyorsa da yine de annesini yitirdiği bu şehir, onu düşündüğüm kadar
sarsmadı. Görülen o ki çocukluk travmasına karşın sakin ve huzurlu bir yapısı
var Ali’nin. Karşılaştığı yeni durumlara anlık tepkilerle cevap vermiyor,
derinine sorgulamıyor sadece algılamaya uğraşıyor. İlk bölümde de Rauf Anne’nin
onu İstanbul’da karaya çıkarması üzerinde pek durmamıştı, bu bölümde de yine
onun oyunuyla İstanbul’da kalmış olmaya pek takılmadı.
Dikkatimi
geçen bölümden beri çeken bir diğer nokta da çok iyi olduğunu düşündüğü boksu
silah olarak kullanmayışı… Onu bir spor olarak düşündüğünden midir yoksa daha
derin bir nedeni mi var şimdilik bilemiyorum ama mecbur kalmadıkça fiziksel
mücadeleye girmiyor, girdiğinde de olabildiğince kontrollü davranıyor. Bu, bizde
az rastlanılan spor anlayışından ileri geliyor olabilir ya da, tamamen sezgisel
söylüyorum, kontrolünü yitirme endişesinden kaynaklanıyor da olabilir.
Şahin’in
cinayet suçuyla hapse girdiğini öğrendiğinde “Adam öldürmenin hiçbir haklı
sebebi olamaz!” tepkisinin keskinliği hayatı siyah ya da beyaz olarak
algıladığını düşündürdü bana. Giderek grilerle tanışmak zorunda kalacak Ali, elbette.
İşte bunu, o kontrolünü yitirme endişesiyle birleştiriyor ve acaba diyorum,
kendi kırmızı çizgisini geçme durumunda kalacak mı? Çocukken yaşadığını
saymazsak henüz büyük bir kayıp yaşamış gibi durmuyor Ali. Kendi sınırlarını
yeniden gözden geçirmesi, doğrularını sorgulaması ve kayıplar yaşaması
gerekiyor, kendi yaşam öğretisini tamamlayabilmesi için.
Yazı devam ediyor..