Hayır, gecekondu değil, üç katlı ahşap bir ev*

Selam Karayel’ci, keyifler nasıl bakalım? Sen de bölüm boyunca çeşitli nedenlerle diziye yabancılaştığını hissedip sonlara doğru kalbi fethedilenlerden misin? Öyleyse devam…

Anlamlandıramadığım ve değişimini kabullenmekte oldukça muhafazakâr davrandığım birtakım durumlar söz konusu. Gurur duymuyorum ama, artık içselleştirmenin ötesine geçtiğim Poyraz Karayel’le çok nostaljik bağlar kurmuşum. Şimdi ah Birinci Poyraz, ah Zafer, ah Sema falan demeyeceğim. Zira üzülerek de olsa gördük onlarsız da hikâyenin pek güzel devam edebildiğini (Yazar burada hıçkırıklara boğuluyor.). Ben bölüm boyunca İsa’nın küçüklüğünü ne kadar sevdiğimi düşünüp durmama vurgu yapmak istiyorum. O ödev sahnelerinin izlenebilirliğinde İsa’nın sevimliliğinin çok büyük bir payı varmış demek. Yoksa ergenlik ne kadar korkunç, ne kadar çekilmez bir şey ya! Taşkafa İsa’ya tokadı yapıştırdığı için çok sevindim, yalan söyleyemeyeceğim. ^^ Ayşegül azarladığında da “Oh!” demiştim. Böyle itici tavırlar, dünyayı karşısına almaya çalışmalar, “Boşanacaksın o adamdan!” tripleri atmalar… Hayır bir de etrafındaki aklı başında bütün yetişkinlerin çocukmuş gibi davranmaları var ki İsa’ya, o da hiç çekilir gibi değil. Bu ölüm mevzusunun bir noktada patlayacağı belliydi, İsa da kendince sonuna kadar haklı tabii; ama ben bu atarlı giderli ergenliği izlerken kendimi öldürecek raddeye geldim, öyle söyleyeyim.

Çınar’ın bir anda dünya tersine dönmüşçesine bambaşka bir kişiliğe bürünmesi de birçok noktada tutarsız aslında. Sinirlenip gözünün döneceğini biliyorduk, “Bir şoför parçasıyla mı?” serzenişleriyle kendine bazı haksızlıklar yapıldığını düşüneceğini ve eski iyilik meleği duruşundan tavizler vereceğini de tahmin ediyorduk. Ayşegül’e nefret kusarak odayı darmadağın etmesi, kafasına silah dayaması filan bunlar çok başarılı sahnelerdi. Karakter tutarlılığı açısından da son derece doğruydu. Ama Ayşegül’ün ölmesi gerektiğine karar vermesi, bilemiyorum Altan, Nevra Hanım’ın muazzam bir provokatör olduğunu göz önüne aldığımızda bile biraz problematik kalıyor sanki. Çok basit bir nedeni var bunun da: Çınar öyle bir insan değil ve bana kalırsa, Ayşegül’ün sözde ihanetiyle uğradığı yıkım Çınar’ı o kadar da değiştirmemeli. Tabii bugüne kadar iyi ve dürüst bir insan olmanın hayatına bir şey katmadığını fark eden Çınar’ın bir şekilde değişeceği muhakkaktı. Yine de Ayşegül’e olan öfkesini onu öldürerek dindireceğini düşünmesi, tanıdığım Çınar’a beni yabancılaştırdı. Şu naiflik biraz zorlama çünkü: “Ayşegül ölsün, tek isteğim bu; ama nasıl öldüğünü bana sakın söylemeyin, dayanamam.” Yani…

Bu noktada da bazı mantık hataları var zaten. Bülent Bey Ayşegül için ölüm yöntemleri anlatmaya kalkınca buna izin vermeyen Çınar’ı, daha sonra Ayşegül’ün arabasının bombayla patlatılacağını bilirken ve hatta sürece dâhil olurken izliyoruz. Arabada çocukların olduğunun Çınar tarafından tesadüfen fark edilmesi de büsbütün fiyasko zaten. Bülent eski emniyet amiri değil miydi? Bu kadar mı uzak olunur profesyonellikten? Arabada İsa’nın sesini duyan Çınar korkuyla “Çocuklar yanında.” diyor. Hangi çocuklar yahu? Sinan’ı nereden biliyorsun sen? Arka arkaya böyle ucuz hataların yapılması dikkatimi dağıttı, özür dilerim ama eskiden böyle acemilikler olmazdı dizide.

Neyse efendim. Çınar’ın Ayşegül nefretini izlemek, Ayşegül aşkını izlemekten bin kat daha keyifli olmuş. En azından daha gerçekçi. Çınar’la birlikte hayatını ve doğru yaptığını düşündüğü şeyleri sorgulamaya giden bir başka karakter de Eda. Kerem’in teşkilatla ve isyanla ilgili söylediği sözler etkileyiciydi sahiden. Zaten Eda’nın kafasını karıştıran da bu oldu. Son ana kadar Kerem’in niteliksiz sözlerine ve boş aşk yalanlarına kanacak diye korktum. Neyse ki Eda benden daha akıllı ve son bir teste tâbi tuttu Kerem’i. Adam öldü, muhtemelen girişimin eline geçecek. Eda büyük ihtimalle bu işten yırtacak; ama hayatta olan o kişi kimdi, Kerem’in söylediği şey asılsız bir iddia mıydı yoksa doğruluk payı var mıydı, bir süre bunların peşinden koşacak. Ben çok da merak etmiyorum şahsen. Eda’nın güçlü kadın duruşunun bozulmayışına çok sevindim yalnızca. Harcamayın şu kızı, lütfen.

Poyraz Ev’in Ayşegül eli değmiş modern dekorasyonunu sevdim ben. Akşam yemeğinde Meltem’le Zülfikar’ı ağırlamaları, eskiden olduğu gibi içinde duygusal şiddet barındırmayan anlar geçirmeleri güzeldi. Garipsediğim noktalardan birisi, ilk gecelerini küçücük bir yer yatağında Ayşegül-Sinan-İsa-Poyraz dörtlüsü şeklinde uyuyarak geçirmeleriydi. O durumdan rahatsız olmayacak tek kişi Sinan’dır normal şartlarda. İsa büyük bir öfke nöbeti ardından herkesten nefret ederek evden kaçtıktan sonra, “Ah ne güzel aile saadeti!” diyerek kendisinden takribî dört yaş küçük Sinan, eski komşu Poyraz ve Poyraz’ın sevgilisi Ayşegül üçlüsüyle aynı yatakta yatmak istemez. Bu olağandışı şartları görmezden gelsek bile, on beş yaşında problemli bir ergen olan İsa’nın bu mutluluk tablosuna romantik bir gözle bakması olanaksızdır. O çocuğu orada uyutamazsınız yahu, mümkün değil. Hadi Poyraz’ı babalık sıfatından dolayı mazur görelim. Peki Ayşegül’ün Poyraz’la yaşamaktan kastı veya beklentisi bu muydu? Bence değil. Ayşegül’ün de “Öğğk” diyerek uzaklaşması gerekiyor o ortamdan normal şartlarda. Gelin görün ki herkes bu sevgi pıtırcığı ortamdan son derece memnun görünüyor. Bana da yine karakter tutarlılığı açısından oldukça sıkıntılı geliyor böyle sahneler. 

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER