Literatüre “Poyraz Karayel twist’i” tabirini
sokan güzide dizimiz bu sezon beni tatmin etmek konusunda hiç sıkıntı yaşamıyor.
Fırsat buldukça birinci sezon güzellemeleri yapıp pek çok noktada
dizinin gidişatını eleştirdiğimin farkındayım. Fakat açık konuşmak gerekirse,
senaryo gerek aksiyon, gerek karakter-olay kurgusu bakımından oldukça iyi
ilerliyor. İkinci sezonda pek yaşamadığım “Haftaya ne olacak?” merakını son
zamanlarda sık deneyimliyorum. Dilerim böyle devam eder.
Diyaloglar açısından biraz vasat bulduğum 71. bölümün tek sıkıntısı zannedersem
ki buydu. Zira Taşkafa’nın söylediği gibi, vallahi biz
de özlemişiz bu kovalamaca hallerini, patlayan silahları falan.
Ne saçma. Nevra’nın antagonist olarak karşımıza çıkması öyle güzel
ki, gerçekten ana kötü karakterin bir kadın olması fikrine
hayran olmakla meşgulüm son bir haftadır. Bu zamana kadar Poyraz
Karayel’de kadın kötü karakter olarak kim vardı, sayacak olursak,
aklıma gelen tek isim Begüm oluyor ki ona da daha çok eksik
özne falan denebilir. Kötü sıfatından ziyade sorunlu betimlemesini hak eden
bir karakterdi Begüm. O nedenle Karayel’ciler, yaşasın kötülükleri
kadınlıklarının gölgesinde kalmayan, gerçekten kötü
olabilen kadın karakterler.
Eda’nın her bölüm biraz daha
sağlamlaşmasını karakter gelişimi açısından başarılı
buluyorum. Bu ortadan kaybolan ajan olayının altından bir şeyler çıkacağı malumdu.
Eda’nın öldüğünü söylediği sevgilisiyle Kerem
arasında bağlantı kurabilmiş olanlarınız varsa tebrik edeyim, ben üzerinde pek
düşünmemişim sanırım. Eda ve Poyraz arasındaki
elektriğe ilk bölümden beri hayranım. Gerçekten çok
güzel bir ikili oldular ve Funda Eryiğit diziye çok yakıştı. Rica ederim düşman etmeyin şu iki
karakteri birbirine.
Eda’nın Poyraz’ı vurması birçoğunuz için güzel
twist olmuş anladığım kadarıyla. (Ben spoiler yemiş olduğum için şaşıramadım.) Yine de
meselenin Kerem boyutu beklenmedik oldu. Kim hangi tarafta, neden orada
kestiremiyorum artık. Tek motivasyonu insanların canını sıkmak olan Nevra’nın Mümtaz’la
derdi ne mesela? Mümtaz çok sempatik bir kötü karakterken bu rezil hallere nasıl düştü? Ya da
Sayguner ailesi Yavuz’un ölümünü nasıl bu kadar kolay sineye çekti?
Özellikle Melis babasının ölümünden çok adının karıştığı
meseleler yüzünden etrafındakilere rezil olmuş olmanın derdinde. Bunca
zamandır bize aralarında iyi bir ilişki varmış gibi gösterildiği için, karakter
tutarlılığı açısından eksikler görüyorum. Şu
Fatih-Songül-Melis konusuna da hiç girmeyeceğim çünkü bunlar
hep konusuzluktan. Songül’cüm, 40. bölümde filan ölmüş olman gerekiyordu,
kusura bakma güzelim.

Hepsi katil bunların.
Bu sezonun sonuna kadar Despina’nın “Ben adam öldürdüm!”
yakarışlarını dinleyeceğiz anlaşılan. Bu biraz can sıkıcı
ama size daha can sıkıcı bir şey söyleyeceğim: Kâinatta Bahri
ve Despina çiftini sempatik bulabilen tek insan konumundayım zannedersem.
(Instagram’daki BahDes shipper’larını ciddiye alamadığım için onları saymadım.) Yani
evet, ara sıra ben de “Tanrım olamaz, öpüşecekler mi yoksa?!”
diye tedirgin olup gözlerimi kaçırıyorum ekrandan (^^) ama bu bölümdeki yağmur sahnesi güzeldi be,
yapmayın. (Linç geliyor.) Neyse bir saniye, toparlıyorum
hemen.
Öncelikle Bahri Ev sahneleri eskiden olduğundan çok daha değerli benim için zira
eskiye dair elimizde kalan az sayıda şeyden birisi orası. Dizinin geçmişini unutmayışını da
pek bir sevdiğimden bahsi geçen sahnedeki Adil Topal dokundurması beni içine çekti.
Bahri Baba’nın Despina’yı rahatlatmak için öldürdüğü ilk adamı anlatmaya çalışması, bunlar hep güzel detaylar
ama özne konumundakiler Bahri ve Despina olduğu için burun kıvırıyorsunuz hemen.
Aynı edebiyatı Sefer, Sema’ya yapsa aauuv
olurdunuz yoksa, biliyorum. Havuz başı atmosferi ve yağan yağmur, mavi
filtreyle tamamlanınca güzel renk uyumu yakalanmış. Karakterlerin
kıyafet seçimleri de aynı metalik tonlarda.
Sanırım çaresizliğin, hareket edememe hali ve eylemsizliğin
sembolü olarak kullanılmış mavi tonu. Daha
fazla canınızı sıkmayıp bu konuyu kapatıyorum.
Yazı devam ediyor..