Günler geçmiş, aylar geçmiş, takvimden yapraklar bir bir düşmüş... Bir aşk, bir ağacın yeşil yaprakları gibi solmuş, sararmış ve tek tek dökülmüşler çimlerin üstüne. Çimler bile taşıyamamış bu yükü, renkleri soluk sarıya çalmış. Peki ya o dallar kuşların konup-şakıdığı, meyvelerin büyüyüp-olgunlaştığı o güzelim kahverengi dallara ne olmuş? Kurumuşlar, kırılmışlar... Heybetli bir ağaçtan geriye sadece yalnızlık ve ayrılık kalmış. Hayaller son bulmuş, sevgi, özlem kalbin en derinliklerin de yerlerini hazin bir şekilde almışlar. Bahar bitmiş, rüzgarlar esmez olmuş, hasret dağlamış yürekleri.
Bir adam kendini karanlığın içine, tanımadığı kadınların kollarına teslim etmiş. "Unuturum." sanmış ama unutamamış. "Özlemem." demiş çok özlemiş. Onsuz da "Nefes alırım." demiş, nefessiz kalmış. Adam, sevdiği kadının hasretinde yalnızlığa mahkum olmuş. Aşkını seçemediğine, gururuna yenik düşmesine çok kızmış. Sevdi mi gözleriyle seven adam gitmiş; yerine yıkık, dökük, yanmaktan kül olmaya yüz tutmuş, aşk acısı çeken paramparça biri gelmiş. O adam "İçim." dediği yüreğini - aşkını kaybetmiş.
Peki ya kadına ne olmuş? Bu sefer kaçmamış. Giden aşkına da "Dur." diyememiş. Nasıl desin ki? Söylediği yalanın yükünden düğün günü kurtulmayı tercih eden bir kadın. Nasıl diyebilir ki, "Gitme, bırakma beni." diye... Yutkunarak sadece "Aşık oldum." demesi de elbette yetmemiş sevdiği adamı durdurmaya.
Her esen yelde, her yağan yağmurda, her yıldızlı gecede hep sevdiği adamı hatırlamış ve "Ay'ın altında ki en mutlu kız." hiç olamamış. O minicik kalbi artık biliyormuş "En güzel bir şarkının içinde yaşayamayacaklarını." Terk edilişine bir yenisi daha eklenmiş. Bu sefer de sevdiği tarafından yalnız ve tek başına bırakılmış. Haykıracak hali de hiç yokmuş, o küçücük kalpli yüce gönüllü kızın... Çünkü çok yorgun düşmüş. Kötü anılarının hepsini silmeye söz veren adam, kızın unutamayacağı en büyük bir acı ve anı olarak tarihte yerini almış.
İşte o adam Ömer! Hayatını, hayallerini, umutlarını, yaşadığı evini, sırf çok sevdiği kadına benziyor diye hatırlamamak için geride bırakarak, kokusunu duymamak için kendini Roma'ya gömen adam Ömer! "Seni hiç bırakmam." sözünü veren ama yine de çekip giden Ömer.
Biliyor musun Ömer? Sevgili yengen bir aralar "Düğünden hemen sonra çekip, gideceksin." demişti Defne'ye. Defne hep korktu, seni yıkmaktan, kolunu kanadını kırmaktan, hayata küsmenden ve bu yüzden asla seni (Sevdiği adamı) terk etmeyecekti, bırakmayacaktı ve yalanlarını tek tek açıklayacaktı ve dediğini de yaptı. Geç oldu belki ama bir daha hiç gitmemek için yaptı. "Hadi anlat." dediğin kadın, kaçmalarını, tuhaflıklarını anlattı! Bir şok yaşadın, haklısın. Ama sen Ömer'din! Kıvrak zekalı, hassas, kibar, sevdi mi dokunmadan bile sevebilen diğer erkeklere hiç benzemeyen sendin. Hani sen "Her şeyi çözerdin." ne oldu? Defne sana kendisini terk etme şansını verdi diye terk etmen mi gerekiyordu? Haklı sebeplerin var diye, gece ve gündüzlerini başka kadınlarla mı geçirmen gerekiyordu? Gördük hepimiz. Keşke görmeseydik.
Nasılsın peki şimdi demek isterdim aslında sana. Sonra vazgeçtim. "Görünen köy kılavuz istemez"miş, çok doğru! Yorgunsun, anlaşılan eski Ömer de değilsin, değişmişsin. Zor da olsa kendini sorgulamayı öğrenmeye başlamışsın!
Evet, "Defne seni asla bırakmazdı." Haklısın! Ama yine çözemediğin bir nokta kalmış. Aşık olduğun kadın seni bu kadar çok severken asla başkasıyla da birlikte olmaz ve evlenmez! Unuttun mu? Onun adı Defne, senin tabirinle su gibi, herkese inanan, güvenen senin karanlık tarafının ışığı olan kadın hatırladın mı? Seni özlerken başkalarına "Evet." demeyi bile düşünmeyecek ve sadece seni sevecek olan sevdiceğin Defne.
Yazı devam ediyor..