“İyi ki dediğim tek nefesimsin!”
Sen varken her yer huzur...
Geçen haftaki zorunlu aradan sonra Tatlı İntikam’a kaldığımız yerden, Pelin ve Sinan’ı öpüşürken gören dedenin kriz geçirip yere yığılmasından devam ettik. Haftalardır “Rüzgâr’ın bir hikâyesi yok!” diye feryat etmemi sonunda işitmiş olmalı ki ekip çok şükür bu bölümde boşlukları da olsa, aksıyor da olsa Rüzgâr’a bir hikâye yaratılmıştı. Geçen yorumda “Bu aşkın bir dayanağı olsa Rüzgâr’ı sevmesem de onu anlayabileceğim, şimdi hak vermek bir yana anlayamıyorum.” yazmıştım. Bölüm bu anlamda bana kapak oldu, denebilir.

Histerik Ceyda’dan sonra şimdi karşımızda biraz borderline biraz obsesif âşık biraz da karşılıksız aşk vakası Rüzgâr var. Her üçünün de psikiyatride patolojik durumlar olduğu dikkate alınırsa özetle Rüzgâr, dedesinin de belirttiği gibi ciddi boyutta hasta. Hem de öyle böyle değil ilaçla tedavisi gereken türden.

Geçmişte dede belli ki durumu çok daha ciddiye almış ve Avusturya’da tedavi olması için torununu kliniğe yatırmış ancak sonuç, yardımcısının ifadesiyle “Ustalık eserine âşık olan bir sanatçı o eseri ne kadar unutabilirse…” o kadar başarılı olmuş. Yani açıkçası tedavi işe yaramamış. Yine yardımcısıyla dedenin konuşmasından anlayabildiğim “Kendi yarattığı Sinan’a âşık olmuş”… Bu durumda daha önceki bir belirsizlik açığa çıktı. Rüzgâr, Sinan’a bu son gelişinde değil çok daha önceden tutulmuş. Rüzgârın saçı ve görünüşünden anlayabildiğim kadarıyla bu durum oldukça eski… Yani Rüzgâr, klinikten çıkınca İstanbul’a dönmüş o arada ne olduysa bir şeyler yaşanmış ve dede yine onun gitmesine izin vermiş. Kızımız Hindistan mı uzak doğu mu kim bilir nereleri gezip dolaşmış ve dede hastalanınca yine İstanbul’a gelip bu fırsatı kullanıp Sinan’ı evlilik oyununa zorlamış. Bütün bu bilgilerle açığın bir kısmı kapandı. En azından Rüzgâr, “kabullenilebilir” değil ama “anlaşılabilir” bir kimlik oldu. Bunun için de senaristlere teşekkür ediyorum gerçekten önemli bir boşluk dolduruldu çünkü.

Ve, ama, fakat…. Ne yazık ki hâlâ kafama yatmayan, daha doğrusu yerine oturtamadığım taşlar var elimde. Borderline yani sınır kişilik bozukluğunda çok önemli bir nokta vardır. Bu tip bireyler, kafalarında yarattıkları bir senaryoya göre hayali bir aşk yaşarlar. ( Rüzgâr’ın Sinan’ın da ona âşık olduğunu dedeye söylemesi tam da bu yüzden) Sevdikleri insanları aşırı yüceltirler ve ondan ayrı kalamazlar. Yalnız kalmayı becerememe bu tür bireylerin tipik özelliğidir. O hâlde Rüzgâr, Sinan’ı İstanbul’da bırakıp dünyanın diğer ucuna nasıl gitti ve aylarca belki de birkaç yıl orada Sinan’dan uzak kaldı?

Sinan benim, işte! Benim! Kimseye vermiycem tamam mı vermiyceeemmm!

Diğer soruma gelince: Dede, Rüzgâr’ın hastalığının farkında… Geçmişte bir şekilde tedavi ettirmeyi deneyecek kadar durumun vahim olduğunu görmüş. Peki, bu dede nasıl oldu da Rüzgâr’ın “Biz Sinan’la evlendik.” yalanını sorgulamadan ona inanmayı seçti? Hadi, onu da geçtim hastanede Rüzgâr’a “Sen hastasın!” diyecek kadar bilinci yerinde; o hâlde Sinan’ı yanına çağırdığında olup biteni ona anlatıp yardım istemek yerine neden “Torunum sana emanet!” gibi bir klişeyle olayı geçiştirdi. Rüzgâr’ı ikna edemediği ve edemeyeceği belliyken niye öylece bırakıp gitmeyi seçti?

Aslında bunlara cevabım var çünkü olayın uzaması gerek. Dede diziden ayrılsa da Rüzgâr kalıyor o hâlde Pelin’le Sinan’ın arasında karaçalı olarak devam edebilmesi için hikâyenin o bölümü pas geçilmeliydi. Geçildi de…

Büyük ihtimal bundan sonra diziye Rüzgâr’ın annesi girecek, anne – kız ilişkisinden geçmişin diğer boşlukları ve hastalığın kökeni ortaya çıkarılacak ve olay bu yoldan uzatılacak.

Geçen bölümlerde dile getirdiğimi bir kez daha söyleyip Rüzgârsız yerlere geçeceğim, izninizle. Olay akışının sürmesi için engellerin çıkması doğaldır ancak dizinin ritminin doğru gitmesi için engeller yinelenmemeli ve biri çözülüp diğeri devreye girmeli bana kalırsa. Rüzgâr işinin çözülmesi bence çok uzadı. Üstelik Ceyda’nın bir değişik versiyonu olarak diziye giren karakterin yarattığı sorunlar bence yersiz sündürülüyor. En büyük temennim bir an önce bu işe noktanın konulması.

Sorun elbette olacak ve olmalı da, malzememiz de bol. Artık bir başka yere elimizi atıp oradan yürüsek mi? En azından kendi adıma benim için tempo fena hâlde düşmeye başladı çünkü.

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER