İçim biraz buruk... Alışkanlıklarımdan kolaylıkla vazgeçen biri hiç olmadım... Tam bir yıl önce bayılarak, hevesle izlemeye başladığım dizimin sezon finaline yorum yapmakta zorlanıyorum şimdi... Hüzün var aklım da ve düşüncelerimde... Fark etmeden "Kiralık Aşk" deyip de unutamayanlardan olmuşum. Nasıl da sevdim bu aşk masalını, kıpır kıpır yaptı yüreğimi. Bir bakmışım Defne ve Ömer sevdasını yazar hale gelmişim. Duygularım en hassas şekliyle kalemime akmaya başladı.
Sadece ben miyim böyle hislerle hareket eden diye düşünürken birbirinden güzel gönüllü, dünya iyisi insanlar tanıdım çıktığım bu sevgi yolunda... Kim mi bunlar? Tabii ki sizler! Her hafta vakit ayırıp beni okuyanlardan, içime işleyen sıcacık sözlerini eksik etmeyenlerden, bir hafta olsun beni yazılarımın altında, Twitter'da yalnız bırakmayanlardan, duygularını, şikâyetlerini, tüyolarını, mutluluklarını benimle paylaşanlardan bahsediyorum, yani şu an bu satırlarımı okuyan sizlerden. "Kiralık Aşk" ailem olduğunuz için, görmeden beni sevdiğiniz için ve kendinizi de bana çok sevdirdiğiniz için her birinize tek tek çok teşekkür ediyorum. Ne şanslıyım! Dostlarım, kardeşlerim, ablalarım, arkadaşlarım, perilerim, tatlı mı tatlı yazar arkadaşlarım oldu! Mutluyum, hem de çok!
Bu hikâyemiz de hayat istedikten sonra neler yaşatır, öğrendik, ders çıkardık. Hayat hiç beklemediğimiz anlarda değişik yollar sunar bizlere. Bazen düz bir patika yol da yürür buluruz kendimizi; güvenli, tehlike riski az. Bazen de keskin dönemeçleri olan, ürkütücü bir yol da! Ne olacağını bilmeden ilerlemeye çalışmak bir ümit öyküsüdür aslında. Yapabileceğimizin en iyisini yapabilme uğruna devam edebilmek aslında kazanılmış ilk başarıdır hayata karşı. Düz bir patika yol için çetrefilsiz olmayacak gibi bir garanti yoktur. Keskin dönüşlerle boğuşurken bir bakmışsınız virajlar bitmiş ve dümdüz bir yolda gidiyor bulursunuz kendinizi.
Mucizesini yaşamaya çabalayan, yılmadan yeniden yapabilirim diyebilen Defne'yi çok sevdim ben bu masal da. Ayaklarının üstün de durma uğraşısı, ailesine kol kanat germesi, sevgi dolu panik halleri beni çok etkilemişti. Masum kızın aşkı, sevgisi, işi ve sırrı arasındaki gelgitlerini izledikçe bir bakmışım bu masal da Defne'ci olmuş çıkmışım. Ama en çok Defne'yi neden sevdim biliyor musunuz? Defne'nin hayat penceresi buğulu da lekeli de olsa o penceresinden dışarı umutla bakmaktan hiç vazgeçmedi. Gökkuşağının rengârenk renklerini net göremese de o renkleri bir gün net görebileceğine inandı.
Peki, bu hikâye de hiç mi Ömer’ci olmadım? Bir ya da iki kere oldum. Ömer'in hayata dair takındığı tutumlar da hep bir gizlenmişlik gördüm. Net olmayışı hep bir sıkıntıydı. Onu anlamaya ve çözmeye çalıştıkça onun hayat penceresinde ki çatlakları görmek daha üzücüydü. Aslında bu hikâye de Ömer’ci olabilmek, o çatlakların iyileşmesine tanıklık etmeyi de seçebilirdim. Ama yapmadım! İnsanlar olduklarından daha güçlü durmaya, tek başına yapabilecekleri mesajlarını etrafa yaymaya devam ettikleri müddetçe yalnız kalmaya mahkûm kalacaklarını sanırlar. Hâlbuki bilmezler bir köşe de onları da bekleyen bir mucize elbet vardır. Defne gibi... Hayat sürprizleri sever ve yaratır!
Yaşamak bugünle başlar. Geçmiş de değil, gelecek de değil! Bugününü dolu dolu yaşayabilmektir hayat! Defne ve Ömer'in düğün haftası da bu bölüm tüm ışıltısıyla, sıcak bir hava da, ılık bir rüzgâr esintisi gibi içimizi ferahlatarak başladı. Minik kavgalar, alınganlıklar, kıskançlıklar, nazlar ne güzel de hatırlatılmıştı, bunların hepsi gerçek hayattan alıntılardı.
Mantıklı, kibar Ömer'in kız kaçırma teşebbüsü, Defne'nin kendini büyüten anneannesine vefa borcundan dolayı sevdiği adama kaçamayacağını söylemesi ve birbirlerine küsmeleri pek güzeldi. Hayat bu, ne yaşanırsa yaşansın, nasıl severseniz sevin sizi şaşırtmaya devam edebilir. Küçük kız sandığınız duygularıyla hareket eden âşık Defne gider ve yerine mantıklı, olgun bir kadın gelir. "Buz prensi kız kaçırmaz." asla dersiniz. Bir bakmışsınız deli divane âşık Ömer karşınızda. Kız kaçırmaya hazır ve nazır bir şekilde bekliyor. Hayat, şaşırtma ustasıdır.
Mahallede pencerelere taşlar atan, aşkına bağıran, mahalleli âşık Ömer'i tanımakta zorlandım çok da mutlu oldum. Relax görebilmek, gülümsemeleri, özür dilemeleri, rezil olmaktan korkmama halleri ne sevimliydi. Hayat beklenmedik anları yaratmakta bir numaradır. Hiç ummadığınız zamanlarda küçük ve büyük şoklar yaşansa da hayatı olduğu gibi kabullenmek gerekir. Gülü dikeniyle, ateşi dumanıyla, denizi dalgasıyla sevmek gerekir.
Kötü günün de evladının yanında olmayan, terk eden bir anne, evladının iyi günün de yanında olmayı hak eder mi? Defne, annesinin düğüne gelmesini hak etmediğini söylerken bile kötü hatıralarına, annesiz geçen yıllarına isyandaydı. Hayat, bazen hiç ummadığınız bir yerden yaralar ve iyileşmeniz zaman alır. Tıpkı Defne'nin annesizliği annesi hayattayken yaşaması gibi...
Bir hastalık yüzünden ölen bir anne, aşkının acısına dayanamayan hayata küsen vefat eden bir baba ve onlara doyamayan bir evlat yüreğimi dağladı. Ömer onlarsız devam ettiği hayatında ki detayları, aşkını, hayallerini, aşkın kendisini nasıl değiştirdiğini, hayran olduğu Defne'sini içi titreyerek anlatmayı unutmayacak kadar düşünceli birisi! Hayat, her şeye rağmen el ele ayakta durmayı başarabilenlerin hikâyesidir.
Yazı devam ediyor..